Denizci Toplum

Yükleniyor...

Denizci Toplum

Denizci Toplum

T ü r k D e n i z c i l i k K ü l t ü r ü H a r e k e t i

Norman Foster Vakfı-Porsche İş Birliğinin Ürünü ‘Venedik’in Su Kanallarına Bir Geçit’, Elektrikli Yeni Ulaşım Araçlarının Su-Kara Arasında Kuracağı İlişkiye Yönelik Biçimsel/İşlevsel Arayışa Öneri Niteliği Taşıyor.

Norman Foster Vakfı ve Porsche arasında kurulan işbirliğinin ilk ürünü, ‘Venedik’in Su Kanallarına Bir Geçit’ adlı mimari yerleştirme, tarihi kentte boy gösteriyor. Yapı, elektrik temelli su üstü ve karada kullanılacak yeni ulaşım olanaklarına yönelik ortaya konulan arayışlara hem biçimsel hem de işlevsel bir öneri niteliği taşıyor.

Porsche’nin tasarım ve sanat girişimi ‘Düşlerin Sanatı’ etkinlik dizisinin bir parçasını oluşturan olan mimari yerleştirme, Venedik Bienali’nin açılışında sergilenecek.

Mimarlar ve ünlü spor otomobili üreticisinin bünyesindeki tasarımcılar, niteliği değişmekte olan kentsel hareketliliğin geleceği üzerinde yeni bir düşünce üretmek için birlikte bir süredir bir proje üzerine çalışmaktaydılar. Ortaya çıkan sonuç ise; Venedik için bir ulaşım merkezi vizyonunu ortaya koyan yenilikçi bir yapı olarak karşımıza çıkıyor. Burada gerçekleştirilmeye çalışılan projenin, bu yeni ulaşım biçimlerinin bir ponton üzerinden su ile ilişkisini kurarken, kentsel silüet içinde nasıl bir biçimsel görünüme sahip olabileceği üzerine bir öneri geliştirme çabası olduğu kadar aynı zamanda, gereksinimlere işlevsel bir yanıt arayışı da taşıyor.

Venedik Bienali’nin (10.5 – 23.11.2025) açılış haftasında sergilenecek olan ‘Venedik’in Su Kanallarına Bir Geçit, tarihi İtalyan liman kentinin karşı karşıya olduğu ulaşım zorluklarına bir çözüm niteliğindeki bir tasarım ürünü olarak, sürdürülebilir kentsel değişim üzerine bir söylem ortaya koymayı amaçlıyor.

Porsche’nin yarış arabalarının yapımında kullanılan teknolojiden türetilen hafif alüminyum çerçeveden yapılmış hem taşıyıcı hem de sürüngen derisine benzeyen bir kabuk içinde tasarlanan 37 metre uzunluğundaki köprü, aynı zamanda Venedik’in tarihi köprüler ağını da gönderme yapıyor.

Çevresindeki tarihi dokunun görünümü ve tuğla-ahşap karışımı geleneksel dokusuyla karşıtlık oluşturan yapı, elektrikli yeni ulaşım araçlarına, su ve kara arasında bir bağlantı noktası oluşturarak e-devinimine (mobiliteye) açılan bir kapı olma niteliğine sahip. Söz konusu araçlar arasında su bisikletleri ve elektrikli spor tekneleri sayılabilir. Bu ulaşım araçları, Bienal’in açılış haftası boyunca emisyonsuz devinim (mobilite) çözümleri olarak kullanıcıların deneyimlemesine sunulacak.

Ayrıca, Studio F.A. Porsche öğrencileri tarafından, şehir içi ulaşımına yönelik geliştirilen diğer seçenek düşünceler de Bienal’de sergilenerek, geleceği yönelik öngörüler, kullanıcıların ilgisine sunulacak.

Porsche’nin Sanat ve Tasarımı Girişimi: “Düşler Sanatı”

Porsche’nin bir sanatçıyı ya da bir ortak sanat girişimini (kolektifi), düşler teması üzerine bir yerleştirme üretmeye davet ettiği etkinlikler dizisi, ilk olarak Ekim 2021’de Paris’te Palais Galliera’da Cyril Lancelin’in ‘Düşlerini Anımsa’ başlıklı yerleştirmesi ile sanat izleyicilerinin karşısına çıkmıştı. Bugüne kadar Ruby Barber, Chris Labrooy, Numen/For Use, Thomas Trum, Capsule Global, Audrey Large, Theóphile Blandet, Ezra Miller, Kwang Ho Lee ve Niceworkshop’un işbirliğiyle yaşama geçirilen ‘Düşler Sanatı’, aralarında Singapur Sanat Haftası, Milano Tasarım Haftası ve Singapur Sanat Haftası, Milano Tasarım Haftası ve Art Basel Miami, Design Parade Hyères festivali ve Frieze Seul olmak üzere dünyaca ünlü sanat etkinliklerinde yer aldı.

(Kaynak: dezeen.com, porsche.com)

“Ressam Cevat Şakir: Halikarnas Balıkçısı’nın Görsel Mirası” Başlıklı Sergi Yazarın Geride bıraktığı Kültürel Birikime Çok Yönlü Bir Bakış Sunuyor.

Bodrum Deniz Müzesi’nin öncülüğünde ve Bilgi Yayınevi’nin desteğiyle düzenlenen “Ressam Cevat Şakir: Halikarnas Balıkçısı’nın Görsel Mirası” Bodrum İnspera Kültür Sanat Fuaye Alanında gerçekleştiriliyor.

Bodrum Deniz Müzesi, Halikarnas Balıkçı’sının adını kamuoyuna duyurmak ve yaşatmak için her yıl önemli etkinlikler düzenliyor. 2011 yılından bu yana Müze çatısı altında Halikarnas Balıkçı’nın kişisel eşyalarının yanında yazın yaşamına ilişkin değerli nesnelere de yer vererek, adını yaşatıyor.

Eski Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras tarafından 2022’de Halikarnas Balıkçısı’nın doğum günü olan 17 Nisan’da kutlanan “Merhaba Günü” etkinlikler dizisi ise, bu tanıtım çabaların en önemli bölümü haline geldi.

Küratörlüğünü tasarım tarihçisi ve akademisyen Ömer Durmaz’ın üstlendiği “Ressam Cevat Şakir: Halikarnas Balıkçısı’nın Görsel Mirası” başlıklı resim ve illüstrasyon sergisinde, Bodrum Deniz Müzesi’nin, Kabaağaçlı ailesinin ve özel koleksiyonlardan derlenen büyük bir kültürel birikimi, izleyicilerin ilgisine sunuluyor.

Sergi kapsamında rehberli turlar da düzenleniyor. 14, 21, 28 Mayıs ve 04 Haziran 2025 tarihlerinde Çarşamba günleri saat 15.00’te gerçekleştirilecek turlarına katılım için Instagram ya da bodrumdenizmuzesi@bodrum.bel.tr ileti adresi üzerinden kayıt yaptırılması gerekiyor.

Sergi, 11 Haziran 2025 tarihine kadar (pazartesi günleri dışında) Inspera Bodrum Kültür Sanat’ta görülebilecek.

(Kaynaklar: ankahaber.net, habermilas.com, bodrumdenizmuzesi.org)

Su Altı Kazılarında Bulunan 1.100 Yaşındaki Ağzı Kapalı Amforanın İçindeki Sakladığı Özdeğin Ne Olduğu Analiz Sonuçlarının Ardından Ortaya Çıkacak.

Antalya’nın Kaş ilçesi Besni Adası açıklarında gerçekleştirilen su altı kazılarında, 1.100 yıl öncesinden günümüze ulaşan ağzı kapalı bir amfora gün yüzüne çıkarıldı. 

Buluntunun içinde barındırdığı özdeğin (maddenin) türüne ilişkin sürdürülmekte olan analiz çalışmalarının sonuçları, bilim dünyası tarafından ilgiyle bekleniyor.

Kültür ve Turizm Bakanlığının “Geleceğe Miras Projesi” kapsamında Antalya Müzesi adına çalışmalar yürüten Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölümü Başkanı ve kazının bilimsel danışmanı Doç. Dr. Hakan Öniz başkanlığındaki 20 kişilik dalış ekibi, Kaş ilçesi Besmi Adası açıklarında su altı kazısı gerçekleştirdi. Denizin yaklaşık 45-50 metre derinliğinde robotlar yardımıyla sürdürülen çalışmalarda, ağzı kapalı bir amforanın varlığı saptandı.

Denizin dibinde çıkarılan amfora, Antalya Bölge Kurulu uzmanları ve laboratuvar restoratörleri tarafından incelemeye alındı. Uzmanlar, yaklaşık bir saat süren bir süreçte, keski, çekiç ve küçük bazı el aletleri kullanılarak amforanın ağzını dikkatle açmayı başardılar. Amforanın deniz tuzundan arındırılması ve kapağının açılması sırasında, amforanın sürekli ıslak kalmasını sağlanarak üzerindeki oluşumların zarar görmemesi için büyük özen gösterildi.

Amforadan çıkan özdekten alınan örneklerle analiz sürecini başlatan bilim insanlarının elde ettiği ilk bulgulardan yola çıkılarak, malzemenin dokusu, kokusu ve yapısına yönelik öngörülerde bulunuluyor olsa da; kesin sonuçlar için bilimsel analiz raporlarını beklemek gerekecek.

Öniz: “Açılması heyecan vericiydi, ancak sonucu beklemek çok daha heyecanlı”

Doç. Dr. Öniz, 1100 yıl önce Filistin’in Gazze kıyılarından yola çıkan ticaret gemisinin Akdeniz kıyılarında çıkan bir fırtınaya yakalanması olması nedeniyle batmış olabileceğini söyleyerek, şunları kaydetti:

“Bu ticaret gemisi birden fazla limana uğruyordu. 9. ve 10. yüzyıl, Abbasi egemenliğinin hakim olduğu bir dönemdi. Gemide muhtemelen şarap taşıyan amforalar da var. Ancak Filistin’de halkın şarap tükettiğini sanmıyoruz; bu ürünler muhtemelen göçmenler, Hristiyan hacılar veya Kudüs’e gelen ziyaretçiler için hediye olarak gönderiliyordu. Ağzı kapalı bir amforanın bin küsur yıl boyunca bozulmadan kalması çok nadir görülen bir durum. İçinden zeytin çekirdeği, zeytinyağı, şarap ya da balık sosu çıkabilir, hatta bambaşka bir şey de olabilir. Açılması heyecan vericiydi, ancak sonucu beklemek çok daha heyecanlı.”

Ersoy: Tek bir analizle bilimsel çalışmalar sonuçlanmaz; bu yüzden süreç uzun olacak.

Meslek yaşamında ilk kez kapalı bir amforanın içeriğini inceleyeceğini belirten Akdeniz Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Malzeme Bilimi ve Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Meltem Asiltürk Ersoy, amforanın içinde çamurumsu bir özdek saptandığını belirterek, şunları söyledi: “Deniz ortamında, 1100 yıllık süreçte basınç ve sıcaklık değişimlerinin etkilerini anlamaya çalışacağız. Bilimsel çalışmalar tek bir analizle sonuçlanmaz; farklı analizlerin birbirini doğrulaması gerekir. Bu nedenle süreç uzun olacak. Elde edilen sonuçları dönemin tarihi bilgileriyle birleştirerek bilim ve arkeoloji dünyasına sunacağız.”

(Kaynak: cumhuriyet.com.tr)

“Piri Reis” Balesi, Samsun Devlet Opera ve Balesi Tarafından Yeniden Sahneye Taşınıyor.

Kitab-ı Bahriye”nin yazarı, Türk denizci ve haritacı Muhyiddin Piri Bey’in yaşamını konu alan “Piri Reis”balesi, Samsun Devlet Opera ve Balesi (SAMDOB) tarafından yeniden sahneleniyor.

İlk gösterimi 2014 yılında Mersin Devlet Opera ve Balesi’nin gerçekleştirdiği yapıtın, son temsili ise, Samsun Devlet Opera ve Balesi tarafından 2018’de yapılmıştı. Yeniden gözden geçirilerek sahnelenen yapıtın yönetmenliğini Görkem Cengiz üstlenirken, müzikler Can Atilla’ya, koreografi ve librettosu Armağan Davran ve Volkan Ersoy’a ait.

Piri Reis rolünü 2018 yılında canlandıran, bu defa ise repetitör olarak görev yapan Emre Örgüt şimdi ise esere sanatçıları hazırladığını söyleyerek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yaklaşık bir aydır çalışıyoruz. Başrol sanatçılarıyla biraz daha önce çalışmaya başladık. Özellikle Piri Reis’in yükü çok ağır. Kızların iş yükü tabii ki ayaklarına giydikleri pointlerden dolayı zor. Bunların yanında Piri Reis zaten başrol olduğu için bütün iş yükü aslında onda. Hikayeyi anlatan da yazan da çizen de o.” diye konuştu.

Samsun Devlet Opera ve Balesi’nin sahneleyeceği gösterimde “Piri Reis” rolündeki Yerkinbek Aubakirov ise büyük bir sorumluluk taşıdığını, muhteşem müziklerle sanatçıların eserde büyük bir performans göstereceğini söyleyerek, tüm seyircileri heyecanla beklediklerini sözlerine ekledi.

“Hokka” rolünü üstlenen Merve Gürer, eserde Piri Reis’in dünya haritasını çizerken yaptığı yolculuğa tanıklık edildiğini anlatarak, “Seyircilerimizi bekliyoruz. Daha önce çok sevilmişti eser. Bizim Türk tarihçimiz ve denizcimiz. O yüzden onu tanıtmak bize düştü.” ifadelerini kullandı.

SAMDOB sanat teknik müdürü Talip Ata yaptığı açıklamada 1 saat 20 dakika uzunluğu sahip olan yapıtta 55 kişiden oluşan teknik ekibin yer aldığı söyleyerek, “Can Atilla’nın müzikleriyle esrarengiz bir yolculuğa çıkacağız. Bütün seyircilerimiz kendini sanki Piri Reis’in gemisinin içindeymiş gibi hissederek okyanuslara yol alacak. Bütün sanatseverlerimiz kendini bambaşka bir dünyada hissedecek. Mısır’a gidecek, Afrika ülkelerine gidecek. Bambaşka maceralarla birlikte Piri Reis balemizi izleyeceğiz.” ifadesini kullandı.

Sahnede yaratılan ortamın ardındaki gizli oyunculardan ışık tasarımcısı Oğuz Murat Yılmaz, “Piri Reis’in hayat hikayesinden verdiğimiz kesitlerde, fırtınalı denizlerde yolculuğu, bu yolları nasıl aştığını, Rodos Kalesi’ne nasıl geldiğini renk tonlarıyla sahneye taşıyoruz ve duyguyu renk tonlarıyla ifade etmeye çalışıyoruz.’ dedi.

“Piri Reis”, 26.04.2025’te Aydın Gün Salonu’nda yapılacak ilk sahnelemenin ardından 28 Nisan, 12 Mayıs ve 15 Mayıs tarihlerinde yeniden izleyicilerin karşısında olacak.

(Kaynak: aa.com.tr, operabale.gov.tr)

Medya Sanatçısı Howard’ın New Bedford Balina Avcılığı Müzesi’ndeki “Suyun Altını Dinlemek” Sergisi, Su Altı Yaşamının Seslerini Duyabilme Olanağı Sunarken, Dünyadaki Konumumuzu Tartışma Zemini Sunuyor.

Su altındakiSes” ve “sessizlik” üzerine üretimlerini gerçekleştiren çoklu-medya sanatçısı Perri Lynch Howard’ın “Suyunu Altını Dinlemek” başlıklı sergisi, New Bedford Balina Avcılığı Müzesi’nde

Sanat ve bilimin ara kesitinde konumlanan sergi, içeriğiyle; okyanus ekolojileri, deniz memelilerinin sağlığı, iklim değişikliği ve dünyadaki yerimiz konularında düşünme ve tartışma zemini ortaya koyuyor.

İklim değişikliğinin etkilerinin şiddetle etkisini gösterdiği coğrafyaları odağına alan çoklu-medya sanatçısı Perri Lynch Howard, kendisini “sessizlikle ilgilenen bir ses sanatçısı” olarak tanımlıyor. Howard’ın, dünyayı dolaşarak, hem karada hem de su altında gerçekleştirdiği; “ses”le ve “sessizlik”le ilgili araştırmaları, genel bir görünüm içinde ele alındığında şu sorular öne çıkıyor: “Doğal sessizlik nedir?”, “Ses, okyanuslardaki deniz yaşamını nasıl etkiler?”, “Çevremizi nasıl dinler ve nasıl bir deneyim elde ederiz?”

Saha çalışmalarında elde ettiği kayıtları kullanan ve etkileyici su altı ses manzaraları, görselleştirmeler yaratan Howard, çalışmalarının sahip olduğu çok duyulu yapı sayesinde, su ve deniz yaşamını benzersiz bir yaklaşımla dinleyebilme, deneyimleme ve üzerinde düşünebilme olanağı sağlıyor.

Bir Zamanlar Bir Balina Şarkısı” yerleştirmesi, ‘Okyanus Birliği Genel Merkezi’ sergisinden – 2022

Sanatçı, “Suyun Altını Dinlemek” adlı yerleştirmesinde, Müze koleksiyonunda bulunan William A. Watkins’in “Deniz Memelileri Ses Kayıtları Koleksiyonu”ndan biyoakustik kayıtlarından yararlanıyor. Oşinograf William A. Watkins tarafından yetmiş yıl boyunca toplanan bu kayıtlar, çok çeşitli coğrafi alanlarda 60’tan fazla deniz memelisi türünün seslerini içeriyor. Koleksiyondaki bu sesleri, Svalbard’da ve yoğun bir deniz trafiğine sahne olan New Bedford Limanında elde ettiği kendi hidrofon kayıtlarıyla eşleştiren sanatçı, denizdeki gerçekleştirilen çeşitli kapsamlardaki insan etkinlerinin sonucu ortaya çıkan gürültünün balinalar üzerindeki etkilerini ve sessizliğin su altında yaşayan deniz canlıları için ne anlama geldiğini ortaya koyuyor.

Sanatçı ayrıca ses görselleştirmeleri ve doğaya ait görünümleri bir araya getiren kendi desenlerini ve resimlerini New Bedford Balina Avcılığı Müzesi ve diğer denizcilik mirası koleksiyonlarından sağlanan spektrograflarla eşleştiriyor.

Sergi, izleyicilerin çevreyle anlamlı bağlantılar kurmasını ve insanın dünyadaki yerini anlamak ve tartışmak için sağlam bir zemin kuruyor.

“Frekanslar: Derin de derini, bir kuyu”, yüzey üzerine Akrilik boya ve grafit

“Suyun Altını Dinlemek”, 11 Kasım 2025 tarihine kadar New Bedford Balina Avcılığı Müzesi’nde görülebilecek.

(Kaynak: whalingmuseum.org)

Roma İmparatoru Nero Tarafından Patara Antik Kenti’nde Yaptırılan Deniz Feneri’nin Restorasyonu Tamamlandı.

Roma İmparatoru Nero’nun Likya Birliği’nin başkenti Patara’da yaptırdığı 26.5 metre yüksekliğindeki antik deniz fenerinin restorasyonu sona erdi. Prof. Dr. Havva İşkan Işık, 2020’de başlayan ve beş yıla yakın devam eden restorasyon çalışmalarının tamamlandığını duyurdu.

Fenerin yeri, 2000 yılında dönemin kazı başkanı Prof. Dr. Fahri Işık tarafından belirlenmişti. Fenerde sürdürülmeye başlanan kazı, daha sonra Prof. Dr. Havva İşkan Işık tarafından devralınmış, bu dönemde fenere ait 2 bin 500 orijinal taş ortaya çıkarılmıştı.

Kazılarda çıkartılan deniz fenerine ait taşların yapıdaki orijinal yerleri, kurulan taş hastanesinde tek tek röntgeni çekildikten sonra, yapay zeka teknolojileri kullanılarak, bilgisayar programı yardımıyla belirlenmişti. Ayrıca 1481 yılındaki Rodos depremine bağlı Akdeniz’de oluşan tsunami nedeniyle yıkıldığı düşünülen deniz fenerinin, gelecek yıllarda oluşabilecek olası deprem veya tsunamide yıkılmaması için teknik rapor hazırlanmıştı,

Işık: “Heyecanım emeğim kadar büyük”

Işık tarafından titizlikle sürdürülen çalışmalar semeresini verdi ve Roma İmparatoru Nero’nun Patara’ya prestij eseri olarak yaptırdığı antik deniz fenerinin restorasyonu tamamlanarak, yüzde 80 oranında fenerin kendi yapısına ait orijinal taşlarıyla yeniden inşa edildi. Prof. Dr. Işık, tamamlanan çalışmaları, “İmparator Nero tarafından yaptırılan deniz fenerinde, kule restorasyonu tamamlandı. Son kontrollerden sonra iskele sökülecek ve kule vinç kaldırılacak. Heyecanım da emeğim kadar çok büyük” sözleriyle duyurdu.

Dünyada kendi orijnal malzemesiyle ayağa kaldırılan ve bu durumuyla yüzyıllar sonra yeniden ışık verecek olan fenerin, sahip olduğu bu benzersiz özelliği nedeniyle Antalya’da önemli bir ziyaret noktası olacağı ön görülüyor.

(Kaynak: dha.com.tr, görsel: Havva İşkan facebook hesabından alınmıştır)

Danimarka Deniz Müzesi’ndeki “Baltık Denizi’nin Gizemleri: Derinliklerden Yükselen Yankılar”, Baltık Denizinin Yüzyıllar Boyunca Bozulmadan Sakladığı Batıkları Gözler Önünde Seriyor.

“Baltık Denizi’nin Gizemleri: Derinliklerden Yükselen Yankı” başlıklı sergi, sahip olduğu deniz ortamı sayesinde batık gemileri yüzyıllar boyunca bir müze saklayan Baltık Denizi’ni ve ve buradaki batıkları gözler önüne seriyor.

Baltık Denizi, Orta Çağ’dan günümüze kadar, kadar çeşitli dönemlerde “İkinci Dünya Savaşı da dahil olmak üzere, çeşitli nedenlerle sulara gömülmüş, sayısı yüz bini geçen gemi enkazını derinliklerinde barındırıyor. Burada özellikle Baltık Denizi’nin sahip olduğu önemli bir özellik öne çıkıyor. Denizel ortam sayesinde bu batıklar, yüzyıllar boyunca kendisini son derece iyi bir biçimde muhafaza ediyor. Bu da onları, adeta battıkları anda dondurulmuşcasına bir zaman kapsülü haline getiriyor.

Okyanusun Sesi‘ adlı İsveç merkezli vakıf, fotoğrafçı Jonas Dahm ile işbirliği içinde gerçekleştirdiği çalışmada, vakfa bağlı dalgıçlar, Baltık Denizi’nde derinliklerinde 400’den fazla batığı keşfetmiş ve görüntüleyerek kayıt altına almışlardı.

Şampanya, porselen ve asker kemerleri gibi büyüleyici buluntuları muhafaza eden bu hayalet gemiler, aynı zamanda seyir ekipmanları, filikalar ve çeşitli yüklerle denizcilik tarihi açısından bulunmaz bir kütüphane işlevi de görüyor. Örneğin, 1495 yılında Kral Hans döneminde İsveç’e yaptığı bir yolculuk sırasında batan Danimarka savaş gemisi GRIFFIN, 1970’lerde keşfedilmişti. Batıkta gerçekleştirilen su altı kurtarma kazılarında, egzotik baharatlar ve askeri teçhizat da dahil olmak üzere, çok değerli eşyalar ele geçirilmişti.

Danimarka Müzesi’nde açılan sergi, uzun bir zamana yayılan bu su altı çalışmalarının bir anlamda semerelerinin izleyicilerin karşısına çıkarıldığı bir etkinlik niteliği taşıyor.

Üç sanatçının çağdaş yorumu

Sergide, Danimarkalı üç sanatçının sergide yer verilen nesnelerden esin alan yapıtlarına da yer verilerek, tarih, çağdaş sanatçılarının yaklaşımlarıyla yeniden yorumlanıyor.

Mimar ve sanatçı Amanda Betz, insan dramları ile deniz iklim koşullarını bir araya getiren kağıt yerleştirmeleri gerçekleştirirken, Fotoğrafçı Stig Stasig, batıkların Baltık Denizinin deniz tabanına düşen gölgelerinin adeta şiirsel soyutlamalara dönüştüğü sonar görüntülerini işliyor. Karikatür sanatçısı Emil Landgreen ise döneminin göz korkutan ortaçağ dönemi savaş gemisi GRIFFIN’in 50 m²’lik düşsel-kurgusal bir yorumunu ortaya koyuyor.

‘Baltık Denizi’nin Gizemleri: Derinlerden Yankılar’ 15 Kasım 2025’e kadar görülebilecek.

(Kaynak: mfs.dk)

Deniz Yaşamını Tehdit Eden ‘Hayalet Ağlar’, Hammaddeye Dönüştürülerek, Gözlük Çerçevesi Üretiminde Kullanılıyor.

Marmara Denizi’nden çıkarılan, deniz canlılar için büyük bir tehlike ortaya koyan yaklaşık 1500 metrekare ‘hayalet ağ’ yığını, toplanarak hammaddeye dönüştürülmesinin ardından güneş gözlüğü çerçevesi üretimi amacıyla kullanılıyor.

Proje, Deniz Yaşamını Koruma Derneği ve Billur Optik işbirliğiyle yaşama geçiriliyor.

Deniz Yaşamını Koruma Derneği Başkanı Volkan Narcı, sıfır atık kapsamında birçok çalışma yürüttüklerini, hayalet ağlardan güneş gözlüğü üretmenin dünyada örneklerinin bulunduğunu ve bu çalışmayı da yine sıfır atık kapsamında Türkiye’de yapmak istediklerini belirtti.

Denizden hayalet ağların çıkarılmasının çok zor ve risklerle dolu bir iş olduğunu vurgulayan Narcı, denizin ortasında ağların nerede olduğunu bilmediklerini, gelen ihbarlar doğrultusunda bu ağları deniz diplerinde bularak çıkardıklarını söyleyerek, “Deniz dibinde yüzlerce yıl boyunca kalabilen ağlar, canlıların ölümüne neden olabiliyor. Bunları denizden çıkarıp sıfır atık kapsamında yeni bir kaynak oluşturduk ve böylece deniz ekosistemine zararlarını da bertaraf etmiş olduk.” ifadesinde bulundu.

Projenin üretim ve tasarım aşamasını üstlenen Billur Optik firmasının CEO’su Naci Silelioğlu ise yaptığı açıklamada, 1979 yılından bu yana optik işkolunun her alanında etkinlik gösteren şirket olarak yapacaklarının sonuna geldiklerini düşündükleri bir dönemde Narcı’nın projesinin daha yapılacak çok şey olduğunu kendilerine gösterdiğini belirtti.

Üretim Süreci

Üretim sürecinin ilk aşamasında denizden çıkarılan ağlar temizlenerek, güneş gözlüğü çerçevesi yapımında kullanılmak üzere granül haline getiriliyor. Daha sonra, İkitelli’de bulunan gözlük üretim tesisine getirilerek, burada kalıplara dökülüyor.

Silelioğlu, “Öncelikle malzemenin işlenmesi için belirli sıcaklıklar, belirli prosesler var. Biz de deneye yanıla bu işi öğreniyoruz açıkçası. Ama yaptığımız işin heyecanı bize güç veriyor, dolayısıyla o zorlukları da aşıyoruz. Malzemenin makineden, kalıptan çıktıktan sonra gözlük olarak kullanılabilecek bölümünün dışında da oluşan atıklar var. Ama o atıklar da tekrar üretime katılıyor granül hale getirilerek. Dolayısıyla biz burada sıfır atıkla bir gözlük üreteceğiz. Kendi alıştığımız yöntemin bayağı dışında bir durum olacak bu. Umarım son kullanıcılar da bunu severek kullanır, bize ve doğaya destek olmuş olurlar.”

Üretilen çerçevelerin saplarına, modeli belirleyici öğe olarak ‘mercan’, ‘pina’, ‘deniz yıldızı’, ‘orka’ ve ‘vatoz’ türleri ile ağların çıkarıldığı bölgelerin koordinat bilgileri işleniyor.

Gözlükler üretimlerinin tamamlanmasının ardından gelecek ay proje için oluşturulacak internet sitesi üzerinden tüketiciye sunulacak. Projeyle sürdürülebilir moda anlayışını desteklemeyi ve deniz ekosisteminin korunmasını hedefleyen Deniz Yaşamını Koruma Derneği, gözlüklerden elde edilecek geliri yeni projelerde kullanmayı hedefliyor.

Silelioğlu da farklı alanlardan toplanacak atıklarla da yeni projeleri yaşama geçirmeyi ve bunun olanaklı olduğunu diğer üreticilere de göstermek istediklerini belirtiyor.

(Kaynak: aa.com.tr)

“Denizcilik Kenti” Sergisi, New York’un Kent Kimliğinin Köklerinin Bir liman Kenti Olmasından Kaynaklandığının Altını Çiziyor.

South Street Seaport Müzesi’nde açılan “Denizcilik Kenti” sergisi, New York kentinin sahip olduğu küresel kültür ve finans başkenti kimliğinin köklerinin bir liman kenti olmasından kaynaklandığının altını çiziyor.

Sergide Müze koleksiyonundan ve arşivlerinden derlenen 540 farklı nitelikteki yapıt yer alıyor.

Dört yüzyıl boyunca New York limanı dünyanın farklı coğrafyalarından buraya ulaşan ticaretin önemli bir merkezi olma durumunu korudu. Ancak bu çok özel konum, yalnızca bir deniz taşımacılığının ulaştığı nihai liman anlamına gelmiyordu. Bunun da ötesinde, denizden buraya akınlar halinde gelen insan yığınlarının beraberlerinde taşıdıkları dünya dillerinin ve kültürlerinin bir kavşak noktasına haline gelmişti.

17. yüzyılda Avrupalı sömürgeciler, Afrikalı köleler ve göçmenler bu çeşitliğin bileşenleri olarak, Frank Sinatra’nın “New York, New York” şarkısında “Asla Uyumayan Şehir” sözleriyle nitelediği New York’un bitmek bilmeyen dinamizmini ürettiler. İlerleyen yüzyıllarda, denizden doğru gelerek kentim içlerine uzanan, bu süreğen göç dalgaları, taşıdığı çok boyutlu küresel bağlarıyla, bu dünya başkentini giderek büyütecekti.

New York’un ve kent sakinlerinin ortak maddi kültürünün ve tarihinin parçası olarak kendisine sergide yer bulan yapıtlar, tarih boyunca gemilerde, nakliye hatlarında ve diğer yerel endüstri kollarında işlendirilen (istihdam edilen) işçi sınıfının, ayrıca Amerika’ya ilk defa New York Limanına ayak basarak gelen göçmen işçilerin ve ailelerinin öykülerine tanıklık etme olanağı sunuyor.

Küratörlüğünü Martina Caruso, Michelle Kennedy, Christine Picone, Zak Risinger, Mathieu Rivoal, Carley Roche ve Rob Wilson’un üstlendiği “Denizcilik Kenti”, Müze’nin 80.000 sanat eseri, tarihi eser ve arşiv kayıtlarını içeren koleksiyonundan yapılan bir seçkiyle oluşturulan 540 yapıta ve tarihsel nesneyi içeriyor. Üç kata yayılan kapsamlı sergide, ilk defa kamuoyunun dikkatine sunulan çeşitli yapıtlar ve arşiv malzemeleri de yer alıyor.

Sergide, South Street Seaport Tarihi Bölgesi ve Aşağı Manhattan’daki alanlardan çıkarılan arkeoloji örneklerine yer verildiği gibi; 1600’lerden günümüze uzanan bir zaman çizgisi üzerinde New York’un tarihi ve modern dönemlerini gösteren fotoğraflar bulunuyor. Bunlar arasında 1883’te Brooklyn Köprüsü’nün açılması, 1886’da Özgürlük Heykeli’nin inşa edilmesi ve 20. yüzyılın ortalarında konteyner taşımacılığının artmasıyla New York ve New Jersey Limanlarının değişen çehresi gibi New York tarihinin dönüm noktalarını belgeleyen sanat yapıtları yer alıyor.

(Kaynak: southstreetseaportmuseum.org)

ANMM’de Açılan “Beklenmeyen Saldırı – Kıyılarımıza Dayanan Savaş”, 2. Dünya Savaşında Japon Cüce Denizaltılarının Sidney Limanına Düzenlediği Baskını Anlatıyor.

Avustralya Ulusal Deniz Müzesi, 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 80. yıl dönümünde “Beklenmeyen Saldırı – Kıyılarımıza Dayanan Savaş” başlıklı belgesel nitelikli bir sergiye imza atıyor.

Japon cüce denizaltılarının 1942 yılında Sidney Limanına gerçekleştirdiği beklenmedik baskın masaya yatırıldığı sergide, saldırı sonrasında yaşananları belgeleyen tarihi görüntüler ve sıradan insanların yaşamları üzerinde bıraktığı etkilere ilişkin tanıkların aktardıklarına yer veriliyor.

Tüm belgesel nitelikli görselin yanında sergide, ele geçirilen Japon M22 cüce denizaltısına ait pupa pervanesi ve saldırıda batırılan HMAS Kuttabul’a ait, mürettebatın iletişim için kullandığı donanımından parçalar yer alıyor.

Sidney’de Genel Görünüm

1942 yılının ilk günlerinde savaş, Sidney’lilerin birçoğu için hala gerçekleşmesi çok uzak bir olasılık gibi algılanıyordu. Ancak Şubat ayına gelindiğinde bu olası tehdit, kendisini artık tüm gerçekliğiyle artık duyurmaya başlamıştı. Japon uçakları, önce Darwin kentini, sonrasında ise; kuzey Queensland, Batı Avustralya ve Torres Boğazı Adaları’ndaki kentleri bombalamıştı. Ancak tüm bu gelişmelere karşın Sidney’in cephe gerisinde sahip olduğu coğrafi konum, pek çok kent sakinini, saldırılara karşı güvende oldukları yanılgısına düşürüyordu. Ta ki, üç Japon cüce denizaltısı savaşın gerçekliğini Sidney’in kıyılarına taşıyana kadar…

Baskın

31 Mayıs akşamı ve 1 Haziran 1942 sabahı erken saatlerde, M22, M 24 ve M27 olmak üzere A Tipi Kō-hyōteki sınıfı üç cüce denizaltı, savunma hattını aşarak Sidney Limanı’na girmeyi başarır. Müttefik gemilerine saldırmak üzere gerçekleştirilen baskında vurulan depo gemisi HMAS Kuttabul, içinde bulunan 19 Avustralyalı ve iki İngiliz denizciyle birlikte sulara gömülür.

Saldırının ardından yara alarak batan HMAS Kuttabul

Bu baskında M22 ve M27 cüce denizaltılardan ikisi limanda batırılırlar. HMAS Kuttabul’u batıran torpidoyu ateşleyen M24, limandan kaçabilen tek denizaltı olmuştur. Saldırı sonrasında denizaltının konumu tüm aramalara karşın belirlenememiştir. Ta ki, 2006 yılında, Sidney’in Kuzey sahillerindeki Bungan Head açıklarında, iki mürettebatının kalıntılarıyla birlikte, neredeyse hiç bozulmadan bulunana kadar.

Baskının ardından Sidney limanından çıkarılan Japon cüce denizaltısı

3 Haziran tarihinde HMAS Kuttabul’un 21 mürettabatı ve Japon cüce denizaltıları; M22 ve M27’den dört mürettebat, Sidney’de düzenlenen askeri törenle toprağa verilmiştir. Japon mürettebatın kalıntıları, 1943 yılında çıkarılarak, diplomatik takas yoluyla Japonya’ya iade edilmiştir.

(Kaynak: sea.museum)