Denizci Toplum

Yükleniyor...

Denizci Toplum

Denizci Toplum

T ü r k D e n i z c i l i k K ü l t ü r ü H a r e k e t i

Bilim İnsanları, İklim Değişikliğinin Sualtı Arkeolojisini Tehdit Ettiğine Yönelik Bulguları Kaleme Aldıkları Makalelerle Ortaya Koyuyor.

Bilim insanları tarafından Antiquity dergisinde yayımlanan uyarı niteliğindeki bir dizi makale, iklim değişikliği etkilerinin aynı zamanda arkeolojiye yönelik olarak da, tüm dünyada karşılaşılan bir tehdit oluşturduğuna dikkat çekiyor.

Antik kalıntıların günümüze kadar sahip oldukları koşullar nedeniyle, iyi bir nitelikte ulaşmasını sağlayan; okyanusların, sulak alanların ve buzulların da bu tehditin altında bulunduğu; böyle olmakla beraber, bunu olumlu yönde değiştirmek için gerektiği kadar çaba gösterilmediği yine yazılarda belirtiliyor.

Sözü edilen makalelerin yazarlarından biri olan, Danimarka Ulusal Müzesi’nden Jørgen Hollesen yazısında: “İklim değişikliği, zaten varolan risklerin seviyesini yükselttiği gibi yenilerine de yol açarak; artıyor. Bu durum, küresel arkeoloji için yıkıcı bir sonuçlar ortaya çıkarabilir” ifadelerini kullanıyor.

Sualtı arkeolojisi, örneğin gemi batıkları bağlamında ele alınacak olursa, artan sıcaklıklarla gerçekleşen aşırı hava koşullarıyla, kıyısal bölgelerdeki arkeolojik sitler ise; özellikle toprak aşınması kaynaklı risklerin tehdidi altında bulunuyor. Hollesen, bu durumla ilgili olarak “İran’dan İskoçya’ya; Florida’dan Rapa Nui ve ötesine dek, tüm sit alanları çoğunlukla bilim insanları bu yerleri kayıt altına alarak değerlerini ortaya çıkarmadan çok daha önce, giderek artan düzeyde aşınmayla karşı karşıya kalıyor.” ifadelerine yer veriyor

Buz kütleleri ve dağlık alanlarındaki buzullar erirken, Ötzi adamı mumyasıyla eşit düzeyde öneme sahip olan buluntular çoktan kaybolmuş olacak. Donmuş biçimde ele geçen ve hemen korunmak durumunda olan buluntular, buzdan arındırılır arındırılmaz, stabilize edilerek korunması gerekiyor. Bu durumla ilgili olarak Hollesen, “Hızlı bir müdahale olmaksızın, bu maddi kültür öğeleri hızla bozulacak ve geçmişi anlama çabalarımız yönünde bizlere çok şey katabilecek olan özelliklerini yitirecekler” diyor.

Öte yandan, tüm sulak alanların neredeyse yarısı artık ortadan ya kalkmış ya da kurumuş durumda. Bilindiği üzere bu türden alanlar – Danimarka’da bir bataklıkta keşfedilen ünlü Tollund Adamı örneğinde olduğu üzere – organik kalıntılar üzerinde çoğunlukla çok iyi koruyucu özelliğe sahip. Danimarka Ulusal Müzesi’nde bir diğer uzman Henning Matthiesen kalem aldığı yazıda “Sulak olan bu alanlarda yürütülecek olan kazıların güçlüklerle dolu olması kadar, maddi destek bulma olanaklarının da o denli sınırlı durumda. Bu ise; kaçınılmaz olarak tehdit altındaki bu alanların kaçında ve ne kadar bir alanda kazı yapılması gerektiği konusunda zor kararlar almayı zorunlu kılıyor” ifadelerine yer veriyor.

Bir diğer makalede, Lincoln Üniversitesi’nden Cathy Daly ve diğer yazarlar, düşük ve orta gelir seviyesindeki ülkelerin iklim değişikliklerine yönelik olarak hazırladıkları planlarda yer verilen kültürel sit alanlarının kapsamını değerlendiriyor. Araştırma ekibi, incelenen 30 ülkeden 17 tanesinin mirasa ve arkeolojiye hazırladıkları planlarda yer verirken, yalnızca üç tanesinin gerekli önlemlerin alınmasına yönelik ifadelere raporlarda yer verildiklerini ortaya koyuyorlar.

“Tüm olumsuzluklara karşın, çalışma, Nijerya, Kolombiya ve İran gibi ülkelerde yerel uyarlanma planlarının başladığını gösteriyor.” diye yazan Hollesen, satırlarını şöyle sürdürüyor: “Bununla beraber, elde edilen sonuçlar, gerekli bilginin, eşgüdümün, tanınmanın ve maddi desteğin olmamasının bir sonucu olarak; politika üreticileri ile dünyadaki kültürel miras işkolu arasındaki endişelendirici boyuttaki bir kopuşun varlığını da gösteriyor.”

Daly ise, açıkça görünür durumda olan sorunların çözümüne yönelik; “Küresel iklim değişikliği, hep birlikte sırtlanılması gereken bir sorun ve çözüm bulma anlamında gidilecek en iyi yol, hiç şüphesiz taraflar arasında ortak olarak paylaşılmış olanı” sözleriyle ülkeler ve kuruluşlar bağlamında dağıtılması gereken eş sorumluluk paylarına değiniyor.

(Kaynak: theartnewspaper.com)

“Türkiye Batık Envanteri Projesi: Mavi Miras” Kapsamında Foça’da Yürütülen Sualtı İncelemelerinde 18. Yüzyıla Ait Bir Savaş Gemisi Batığına Ulaşıldı

“Türkiye Batık Envanteri Projesi: Mavi Miras (TUBEP)” kapsamında, Türk bilim insanlarının İzmir’in Foça ilçesi açıklarında yürüttükleri sualtı incelemelerinde, 18. yüzyılda battığı düşünülen bir savaş gemisi, yaklaşık olarak 55 metre derinlikte bulundu.

Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı‘nın sağladığı destekle Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Deniz Bilimleri ve Teknoloji  Enstitüsü tarafından yürütülen “Türkiye Batık Envanteri Projesi: Mavi Miras (TUBEP)”, Anadolu kıyılarında geçmiş yüzyıllarda batmış gemilerin ortaya çıkarılmasını ve Akdeniz tarihinde kullanılan gemilerin geçirdiği evrim sürecinin, bulunan yeni batıklar ile izlenebilmesini böylece tarihsel bir bütünlüğün sağlanmasını amaçlanıyor. Projenin bir diğer ayağı ise; antik çağlarda kıyı çizgisinde çok sayıda liman kenti barındıran Adalar Denizi ve Akdeniz coğrafyasındaki sualtı kültür varsıllıklarını gün yüzüne çıkarma amacını taşıyor.

Bu kapsamda Foça‘daki uzaktan kumandalı sualtı robotu kullanarak yapılan sualtı incelemelerinde, yaklaşık 250 yıl önce battığı düşünülen savaş gemisi batığına ulaşıldı.

1.

DEÜ Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Harun Özdaş, bulunan batıkla ilgili olarak şunları söylüyor: “Batığın kabaca, 25 metreye 10 metre genişlikte olduğunu söyleyebiliriz. Ama kalıntılar patlama ve batma esnasında 250-300 metrelik bir alana dağılmış durumda. Bunlar üzerindeki ilk çalışmalarımızı uzaktan kumandalı su altı robotu yani ROV cihazımızla gerçekleştirdik. Çünkü 50-55 metre, dalış için derin sular. Batık üzerinde bir planlama yaptık. Buluntulardan çıkardığımız örnekleri ilgili yerlere teslim ettik. Batığın 18’inci yüzyıla ait olduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki yıl batığın kimliğini daha ayrıntılı araştıracağız. Osmanlı arşivlerini araştıracak ekiplerimiz bu batığa ilişkin verilere ulaşılabilecek mi ona bakacağız.” diyen Özdaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Üzerinde 20 tane bronz ve demir top yer almakta, çok miktarda top güllesi, mutfak kapları, geminin ana karinasına ait parçaları belirledik.” dedi.

Deniz tabanına saçılmış durumdaki, batık gemiye ait, kahverengi hamurlu-boyalı İtalya kökenli mutfak kapları, sürahi, pipo ve ahşap makara parçası su yüzeyine çıkarılarak; Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi‘ne teslim edildi.

2.

3.

Savaş gemisinde hem Osmanlı hem İtalyan kökenli kaplar olduğunu vurgulayan Özdaş,Belki bir korsan gemisi ya da Osmanlı-İtalya arasındaki bir mücadele sırasında batırılmış bir gemi olma ihtimali var. Denizlerde savaş alanları dışında çok savaş gemisine rastlamıyoruz. Buluntu bize dönemin günlük yaşamı, gemi yapım teknolojisi, askeri mühimmatın dağılımı, kullanım alanları ve şekli gibi çok ayrıntılı bilgileri sağlayacak.” dedi.

Batığın bulunduğu coğrafi konum olarak tam bir “sürpriz” olduğuna dikkati çeken Özdaş, “Osmanlı literatüründe bugüne kadar bölgedeki bir savaşa ilişkin veri bulunmamakta.” derken; DEÜ Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar da yaptığı açıklamada “Batığın detaylarına erişmek çok heyecan verici. O bölgede deniz savaşı olmadığını bildiğimiz halde bir savaş gemisinin tespit edilmesi belki tarihimize ışık tutacak.” diye konuştu.

Foça‘nın, Osmanlı Dönemi‘nde önemli bir askeri deniz üssü olduğunu belirten Özdaş: “O dönemde birçok savaş için lojistik destek Foça’dan sağlanmış. İzmir  bu batıkla beraber savaş tarihi ve gemileri açısından merkeze oturmakta. Çeşme ve Koyun Adası civarında batan gemilere son batığı da eklediğimizde somut olarak  bugüne kadar en fazla batık geminin bulunduğu ilimiz. Deniz savaş tarihi açısından ön plana çıkıyor.” dedi.

Mavi Miras Projesi‘ne, Doğu Akdeniz‘de uzun yıllar Türk bayrağı altında önemli araştırmalarda görev almış Koca Piri Reis Gemisi de katkı veriyor.

(Kaynak: aa.com.tr, tinaturk.org, ntv.com.tr)

Bodrum Deniz Müzesi’nin, “Çevrimiçi” Söyleşilerine Bu Hafta; Doç. Dr. Hakan Öniz, Ömer Durmaz ve Timuçin Binder Konuk Oluyor

Bodrum Deniz Müzesi müdürü Selin Cambazoğlu’nun instagram üzerinden gerçekleştirdiği “çevrimiçi” söyleşi programının bu haftaki konukları; Doç. Dr. Hakan Öniz, Ömer Durmaz ve Timuçin Binder olacak.

12 – 14 ve 15 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilecek olan söyleşilere katılan konuklar ve değerlendirilecek olan konular şu başlıklardan oluşuyor.

Doç. Dr. Hakan Öniz – “Akdeniz Kıyılarında Batıklar ve Türkiye’nin Sualtı Arkeolojisindeki Altyapısı”  –  (12 Mayıs 2020, Salı, Saat: 16.00)

Doç. Dr. Hakan Öniz, Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Kültür Varlıkları Koruma ve Onarım Bölümü’nün, Akdeniz Uygarlıkları Araştırma Enstitüsü‘nün ve Akdeniz Sualtı Kültür Mirası Araştırmaları Ana Bilim Dalı‘nın başkanlığını yürütmektedir. Öniz ile Türkiye’nin Akdeniz kıyılarında bulunan çok sayıda arkeolojik batıktan ve Türkiye’nin sualtı arkelojisindeki altyapısından söz edilecek.

Hakan Öniz, aynı zamanda UNESCO Sualtı Arkeolojisi UniTwin Ağı’nın kurucu koordinatörüdür. 2012-2015 yılları arasında koordinatörlüğünü yürüttüğü bu kuruluşa dünyadan 38 üniversite üyedir. Hakan Öniz halen hem Dünya Sualtı Aktiviteleri Konfederasyonu CMAS’ın uluslararası bilim kurulu üyeliğini hem de Uluslararası Sitler ve Anıtlar Konseyi ICOMOS’un Uluslararası Sualtı Kültür Mirası Komisyonu Genel Sekreterliği görevlerini de sürdürmektedir.

Ömer Durmaz – “Basın Ressamlarının Öncüsü Halikarnas Balıkçısı” – (14 Mayıs 2020, Perşembe Saat: 16.00)

9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım Bölümü öğretim görevlisi Ömer Durmaz, kendisiyle gerçekleştirilecek olan söyleşide, Halikarnas Balıkçısı’nın pek bilinmeyen bir yönü olan ressam kimliğini aktaracak.

Bodrum’a olan aşkı ve edebi eserleriyle tanınıp bir yazar olarak bilinen Halikarnas Balıkçısı’nın tüm bunlardan önce bir “ressam” olarak Babıali’ye adımını attığı, basın-yayın dünyamız için kapak ressamlığı, kitap, dergi vb. için resimlemeler yaptığı görsel yapıtlar üreten sanatçı dönemi üzerine değerlendirmeler yapılacak.

Timuçin Binder – “Geçmişten Bugüne Bodrum’daki Tekne Tipleri I” – (15 Mayıs 2020, Cuma Saat: 16.00)

Deniz tarihi araştırmacısı ve antropolog Binder’le “Kuruluşundan Bugüne Bodrum’un Tekne Tipleri: Gövdeler (I) ve Yelken Armaları (II)” konularına ilişkin olarak gerçekleştireceği sunumda, 1600’lerin sonu ile 1980’ler arasında Bodrum kıyılarında var olmuş tekne tipleri üzerine konuşulacak.

Söyleşinin ilk bölümünde bu dönemde, gövdelerde görülen değişim ve çeşitlenme, bunların nasıl ortaya çıktıkları ve genel özellikleri; ikinci bölümde ise, bu dönemde kullanılmış yelken türleri, bunların nasıl donatıldıkları ve bugüne kadar geçirdikleri evrim ele alınacak.

 

(Kaynak: bodrumdenizmuzesi.org)

 

Bodrum Deniz Müzesi’nin “Çevrimiçi” Söyleşilerinde Bu Hafta; Tahsin Ceylan, Timuçin Binder Ve Aşkın Cambazoğlu Konuk Olarak Yer Alıyor

Bodrum Deniz Müzesi’nin “çevrimiçi” söyleşi programı sürüyor.

İnstagram üzerinden düzenlenen söyleşilerde bu hafta; Tahsin Ceylan, Timuçin Binder ve Aşkın Cambazoğlu konuşmacı olarak yer alıyor.

Konuşmacıların ele alacakları konular ve söyleşi tarihleri şöyle:

Sualtı görüntüleme yönetmeni ve uluslararası sualtı fotoğraf sanatçısı Tahsin Ceylan’la düzenlenecek “Sualtını Görüntüleme Maceram” başlıklı söyleşi, 28 Nisan 2020 tarihinde  Salı günü saat 16.00 ‘da gerçekleştirilecek.

Deniz tarihi araştırmacısı ve antropolog Timuçin Binder, iki bölüm halinde hazırlanan söyleşi programının ikinci bölümünde “Mezolitik Dönemden Günümüze Bodrum’un Denizcilik Tarihi 2”  29 Nisan 2020 tarihinde Çarşamba günü saat 16.00’da düzenlenecek.

Türkiye’nin ilk sualtı arkeoloğu ünvanını alan üç kişiden biri olan Aşkın Cambazoğlu ile 30 Nisan 2020 tarihinde Perşembe günü saat 16.00’da gerçekleştirilecek söyleşide; “Sualtı Arkeolojisi” konusu ele alınacak.

 

(Kaynak: instagram.com/bodrummaritimemuseum/)

 

Bodrum Deniz Müzesi’nin Düzenlenmeyi Sürdürdüğü “Çevrimiçi” Söyleşilerde “Bodrum Denizcilik Tarihi”, “Çocuk Dostu Müzeler” ve “Sualtı Arkeolojisi” Konuları Ele Alınacak

Bodrum Deniz Müzesi’nin instagram üzerinden düzenlemeyi sürdürdüğü “çevrimiçi” söyleşi programının bu haftaki bölümünde Timuçin Binder, Canan Cürgen Gültaş ve Mehmet Bezdan konuşmacı olarak yer alıyor.

Konuşmacıların ele alacakları konular ve söyleşi tarihleri şöyle:

Timuçin Binder – “Mezolitik Dönemden Günümüze Bodrum’un Denizcilik Tarihi – I” (22 Nisan 2020  –  Çarşamba, saat: 16.00)

Deniz tarihi araştırmacısı ve antropolog Timuçin Binder, iki bölüm halinde hazırlanan söyleşi programının bu ilk bölümünde, üç bin yıldan geriye giden Bodrum denizciliğinin Osmanlı dönemine kadar olan geçmişini ana çizgileriyle değerlendirilecek.

Söyleşi, Buzul çağından Mezolitik Döneme, Neolitik Göç’ten Minos ve Miken Uygarlıklarına, Helenistik Dönemden Menteşe Beyliğine, Dorlar, İonlar, Karyalılar, Rumlar, Müslümanlar, Şövalyeler ve daha çok sayıda konuyu ele alınacak.

Canan Cürgen Gültaş – “Çocuk Dostu Müzeler” 23 Nisan 2020 – Perşembe saat: 16.00)

Beşiktaş JK Müzesi Direktörü, Müzecilik Meslek Kuruluşu Başkanı Canan Cürgen Gültaş‘la “23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı”na özel olarak hazırlanan söyleşide, çocuk dostu müzeler konu alınacak.

Mehmet Bezdan – “Sualtı Arkeolojisi” (24 Nisan 2020 – Cuma, saat: 16.00)

Arkeolog, yazar ve editör Mehmet Bezdan‘la Türkiye’nin sualtı arkeolojisindeki yeri, sualtı arkeolojisinin sözlü tarihi, Bezdan tarafından kaleme alınan  “Derinlerdeki Portreler” kitabı, denizcilik arkeolojisinin kültür mirasındaki yeri, kültürel varlıklarımız ve denizcilik müzelerimiz üzerine konuşulacak.

 

(Kaynak: instagram.com/bodrummaritimemuseum/)

 

 

Bezdan: Tüm Dünyada Sualtı Arkeolojisinin Kuruluş Yeri Olarak Türk Karasuları Kabul Ediliyor

Sualtı arkeolojisi uzmanı arkeolog Mehmet Bezdan,  Türkiye’nin su altı arkeolojisi alanındaki konumuna ve yapılan çalışmalarla ilgili olarak değerlendirmelerde bulundu.

Bezdan, 1960’larda doğan su altı arkeolojisinin kuruluş yeri olarak Türkiye’nin tüm dünyada kabul edildiğini belirterek, “Su altı arkeolojisini Türkiyesiz anlatmak çok da doğru olmaz. Bu tam olarak, Türkiye’nin alanda su altı arkeolojisine ev sahipliği yapması sonucunda neticelenen ve 1960’ta dünyanın ilk bilimsel su altı kazısının bizim karasularımızda gerçekleştiği bir disiplin. Dolayısıyla su altı arkeolojisi eşittir Türkiye diyebiliriz.” dedi

Sualtı arkeolojisi

1982 yılında tüm dünyadan önemli bilim insanlarının  Türkiye’ye gelerek  Avrupa Konseyi çalışmasında su altı arkeolojisi üzerine Bodrum’da eğitim aldığını anımsatan Bezdan, bu eğitimi alanların, ülkelerine döndüklerinde su altı arkeolojisinin öncüsü ya da artık ikinci, üçüncü kuşakları eğiten “hocaların hocası” konumuna geldiğini anlattı.

Bezdan, “Dolayısıyla hem batıklarımız (gemi enkazı) hem batıklarımızın kazılması ve bunların müzelerde sergilenmesi hem de dünyada su altı arkeolojisinin eğitimi anlamındaki en önemli ülkenin Türkiye olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.” dedi.

Sualtı arkeolojisinin Türkiye’deki kültür turizmi içindeki yeri

Dünyanın pek çok noktasında artık kültür turizmi denilen bir olgunun başladığını, pek çok insanın tatil ve seyahat programlarını bunlara göre planladığını belirten Bezdan, su altı arkeolojisinin Türk kültür turizmine de katkı sağladığını şöyle dile getirdi:

Dolayısıyla bu programlar çerçevesinde harcama yapıyorlar. Bu aşamada tabii ki Türkiye’nin kültür turizminde su altı arkeolojisinin çok önemli bir payı var. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin çok önemli payı var. İstanbul’da da çok önemli iki müzenin varlığını pek çok insan biliyordur. Bir tanesi Rahmi M. Koç Müzesi, diğeri de Beşiktaş’taki Deniz Kuvvetleri’ne ait olan Deniz Müzesi. Her ikisinde de özel eserler var ve ciddi sayıda ziyaretçiye ev sahipliği yapıyorlar. Bu iki müze, kültür turizminin İstanbul’daki önemli noktaları. Aynı zamanda Yenikapı’da kazılan yaklaşık 37 adet batığın gelecek birkaç yıl içerisinde nihayete kavuşacağı müzeyle beraber zannediyorum ki orada çok önemli bir alan oluşturulacak ve İstanbul, dolayısıyla Türkiye için yeni bir turizm noktası eklenecek.”

Sualtı arkeolojisinin sözlü tarihini aktaran bir kitap : “Derinlerdeki Portreler”

Türkiye Su Altı Arkeolojisi Vakfı’nın bir yayını olan “Derinlerdeki Portreler”  üç yıl süren çalışma sonucu ortaya çıkan ve dünyanın en önemli müze ve kütüphanelerinde kabul gören bir yapıt. Kitap şu ana kadar ABD Kongre Kütüphanesi, Smithsonian Enstitüsü Kütüphanesi, Princeton, Harvard, Stanford, Columbia, Cornell, Michigan, California Chicago, Sorbonne Üniversiteleri, Boston Public ve Louvre Müzesi Kütüphanesi‘ne kabul edildi.

Su altı arkeolojisinin tarihini 20 önemli söyleşiyle ele alan kitabı Bezdan “su altı arkeolojisinin sözlü tarihidir” sözleriyle betimliyor.

Bezdan, bir Türk arkeolog olarak böyle bir kitabın yazılma zorunluluğunun omuzlarına neden bir sorumluluk yüklediğini şöyle aktarıyor:

Bu üstümüze düşen bir görevdi çünkü Türk karasularında başlayan, Türk karasularında gelişen, bilimsel temelleri burada atılan ve daha sonra tüm dünyanın buradaki temeller ışığında geliştirdiği su altı arkeolojisinin sözlü tarihini bizim sularımıza ait bir hikaye… Dünyada su altı arkeolojisine emek veren kişileri, bilimsel araştırmasını gerçekleştiren bilim insanlarını, kazıları suyun onlarca metre altında görüntüleyen fotoğrafçıları, buldukları eserlerin suyun altındaki yerlerini bilim insanlarıyla paylaşan süngercileri ki, tarihe ve ülkelerine saygıları sonsuz şekilde bunu gerçekleştirmişler, çalışmalardan çıkan eserleri müzede sergileyen müzecileri ve arkeolojik çalışmaları finansal olarak destekleyen kişileri, maddi ve manevi destekçileri hepsini bir kitapta toplamaya çalıştık.”

 

(Kaynak: aa.com.tr)

 

 

 

Yenikapı Kazılarında Çıkarılan 37 Batık Gemiden 4’ü, Müzede Sergilenmeye Hazır Duruma Getirildi.

(Alıntılanan bu haber, aa.com.tr’de “Yenikapı batıkları, müzesini bekliyor” başlığı ile yayınlanmıştır.)

Liman arkeolojisi alanında dünyanın en önemli kazılarından biri olan Yenikapı’dan çıkarılan 37 batık gemiden 4’ünün, müzede sergilenecek şekilde konservasyonu tamamlandı.

Yenikapı

Liman arkeolojisi alanında dünyanın en önemli kazılarından biri olan Yenikapı’dan çıkarılan 37 batık gemiden 4’ünün, müzede sergilenecek şekilde konservasyonu sona erdi.

“Dünyadaki en büyük antik gemi koleksiyonu” olarak kabul edilen Yenikapı batıklarının her biri, İstanbul Üniversitesi (İÜ) tarafından Yenikapı’da kurulan ve içinde konservasyon kimyasalı ilaç bulunan 45 havuzda en az 5 yıl koruma altına alınarak, ilk aşamada deniz tuzundan arındırılıyor.

yenikapı 4

Dijital belgeleme çalışması için her batığın her bir ahşap parçası, 3 boyutlu dijital ortama aktarılıyor. Bu sırada ahşap malzemenin üzerindeki her ayrıntı kayda geçiyor. Ardından batık ahşaplar, daha uzun ömürlü hale getirilmesi için dondurularak kurutma (freeze dryer) cihazına yerleştiriliyor. Buradaki işlem ise en az 6 ay sürüyor.

Bir batığın konservasyonu titiz çalışmalar neticesinde 6-9 yılda tamamlanıyor ve eser, müzede sergilenecek hale getiriliyor.

13 yıl önce ortaya çıkarılmıştı

İÜ Edebiyat Fakültesi Taşınabilir Kültür Varlıkları Koruma ve Onarım Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ufuk Kocabaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Theodosius Limanı ve içinde barındırdığı 37 batığın dünyanın en büyük Orta Çağ gemi buluntu topluluğu olduğunu ve 2005 yılında Yenikapı’da gerçekleşen Marmaray kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkarıldığını hatırlattı.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü başkanlığında yürütülen Theodosius Limanı kazısında en alt tabakada açığa çıkan Neolitik uygarlık dahil bütün katmanların kazı çalışmalarının 2013 yılında tamamlandığını aktaran Prof. Dr. Kocabaş, İÜ olarak kazı alanında ortaya çıkan 37 batığın 27’si üzerinde çalışmaya başladıklarını, bu batıkların araziden kaldırılması, belgelenmesi ve koruma-onarım uygulamaları çalışmalarını üstlendiklerini söyledi.

yenikapı 2

Gemilerin 4’ünün konservasyonunun Bodrum Sualtı Arkeolojisi Enstitüsü’nde Texas A&M Üniversitesi uzmanlarınca tarafından yürütüldüğünü belirten Kocabaş, “İÜ ekibi olarak 2013 yılından beri Marmaray Metro İstasyonu’nun yakınında yer alan iki laboratuvarda kazı sonrası çalışmalara devam ediyoruz. Batık ahşapları, 45 havuzda koruma altında. İlk aşamada batık ahşapları deniz tuzundan arındırıldı. Ardından konservasyon kimyasalları emdirilmeye başlandı. İşin sonunda batıklar, müzede sergilenebilir hale getirilecek.” dedi.

Yenikapı batıklarında bu alandaki konservasyonda kullanılan en üst düzey cihazlardan faydalanıldığını aktaran Prof. Dr. Kocabaş, “Dondurarak kurutma (freeze dryer) cihazı denilen ileri teknoloji ürünü bir cihazı kullanıyoruz. Bu sayede hem kullanılan konservasyon kimyasalında yüzde 50 oranında tasarruf elde ediliyor hem de süre olarak kısalma sağlanmış oluyor.” diye konuştu.

“Müze için start verilmeli”

Gerek kazı alanından çıkarılan arkeolojik eserlerin miktarı gerekse bunların korunmuşluk durumu ve az bulunur nitelikte olmasının, Yenikapı kazılarını bambaşka bir boyuta taşıdığını dile getiren Prof. Dr. Kocabaş, sözlerine şöyle devam etti:

Kazı sırasında ortaya çıkan batık gemilerin bazıları taşıdığı yüklerle birlikte bulundu. O dönemin bütün özelliklerini çok iyi şekilde yansıtan arkeolojik eserlerdi. Bunlar üzerinde bilimsel çalışma yapma şansı bulduğumuz için kendimizi şanslı hissediyoruz. Bunun için de sualtı arkeolojisinin bütün gereklerini uygulayarak çalıştık. Konservasyon zaman alan bir süreç. Bir parçanın sadece konservasyon kimyasalını emmesi bile 4-5 yıl sürüyor. Onun için sabırla ve titizlikle uzman ekibimizle bu çalışmaları sürdürüyoruz. Tüm bu çalışmaların amacı ise eserlerin sergilenebileceği bir müzenin kurulması. Onun için ilgili kurumlar tarafından geç kalmadan start verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü burada biten parçalar var. Bunların depolanması ya da sergilenmesi için bir müzeye ivedilikle ihtiyaç var.

Suya doymuş ahşap üzerindeki çalışmaların uzun soluklu olduğunu vurgulayan Kocabaş, şunları kaydetti:

Avrupa’da bir geminin kazısının yapılmasından sergilenmesine kadar 20 yıl süre geçebiliyor. Süreç biraz uzun. Ama biz aynı anda birçok batık üzerinde çalışıyoruz. Batıklar bittikçe sergilenebilir hale gelecek. Ama 37 batığın 37’si de bu müzede sergilenebilecek mi? Keşke sergilenebilse. Uzman olarak bizim istediğimiz tabii ki budur. Belki yer sıkıntısından dolayı hepsi sergilenemeyecek ama bu miktarı olabildiğince fazla tutmaya çaba göstermek lazım.

4 geminin konservasyonu tamamlandı

Prof. Dr. Kocabaş, Yenikapı kazılarından çıkarılan 4 geminin konservasyonunun bittiğini anlatarak, şu ifadeleri kullandı:

Bir müze kurulmuş olsa bunları sergileyebilecek durumdayız. Ama nihai bir yerin olması lazım çünkü bu gemilerin büyük çoğunluğu, bir yerden başka bir yere taşınacak kondüsyonda olmayacak. İklimlendirme, ışık sistemi, ısı kontrolünün gerçekleştirildiği bir müzede sergileniyor ya da depolanıyor olmaları lazım ki gelecek nesillere aktarabilelim. Müzenin kurulma vaktinin geldiğine inanıyorum. Müze ile ilgi bütün projelerin tamamlandığını, gerekli kurumlardan izinlerin alındığını biliyoruz. Bir tek start verme işi kaldı. Umarım buna da en kısa sürede başlanır.

Ana bilim dalı uzmanlarının yanı sıra laboratuvarda 10 stajyer öğrencinin, haftanın üç günü görev yaptığını anlatan Kocabaş, ayrıca yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin de çalışmalarda yer aldığını söyledi.

“Yenikapı, geçmişi anlamamıza yeni bir kapı açtı”

Kazısı gerçekleştirilen Theodosius Limanı’nın ticaretin yoğun gerçekleştiği bir imparatorluk başkentinin limanı olduğunu belirten Prof. Dr. Kocabaş, şu bilgileri verdi:

Sualtı kalıntıları çok iyi korunmuş vaziyette. Kara kazılarında rastlayamadığımız nitelik ve kalitede eserlerle karşılaştık. Yenikapı, geçmişi anlamamıza yeni bir kapı açtı. Çok iyi korunmuş gemiler, inanılmaz bilgiler barındırıyor. Aynı zamanda antik gemi inşa teknolojisi üzerinde çalışıyoruz. Batıklar içinde kadırgalar var. Bunlar, bir arkeoloji kazısında Bizans dönemi için konuşursak ilk defa ortaya çıkan kadırgalar. Donanmada kullanılmış, kürekli, ince, uzun gemiler. Kürekçilerin oturma düzenleri, birbirleriyle olan mesafeleri, bunlar hep tartışılan konulardı.

Kazılar devam ettikçe İstanbul’un daha da geçmiş dönemlerine ışık tutacak bulguların ortaya çıktığını anlatan Prof. Dr. Kocabaş, kazı alanında neolitik döneme tarihlenen bir köy yerleşmenin kalıntılarının ortaya çıktığını hatırlattı.

İstanbul’un kuruluşunun hep bugünden 2700 yıl öncesine dayandırıldığını ama bu kazıların ardından bu tarihin 8500 yıl öncesine çekildiğini dile getiren Kocabaş, bu durumda İstanbul’da MÖ 5000’lerde yerleşme olduğunun söylenebildiğini anlattı. Kocabaş, “Marmara Denizi bir göl durumundayken, neolitik dönemin insanları bu gölün etrafında yaşıyormuş. Suların yükselmesiyle bu neolitik yerleşme Marmara Denizi’nin altında kalmış. Bu da İstanbul’un tarihi açısından son derece önemli.” dedi.

Batıklar dijital ortama aktarılıyor

İÜ Edebiyat Fakültesi Taşınabilir Kültür Varlıkları Koruma ve Onarım Bölümü Araştırma Görevlisi Dr. Evren Türkmenoğlu da gemileri arkeolojik açıdan incelemek ve gemi yapım tekniklerini belirlemek istediklerini söyledi.

Akdeniz’de Orta Çağ’da gemilerin nasıl yapıldığını anlamak için kazılardan çıkan tüm gemi parçalarını özel bir cihazla üç boyutlu çizdiklerini anlatan Türkmenoğlu, ahşabın bağlantı yerlerini, çivi deliklerini, ağacın özelliklerini, geçme yerlerini bu sayede üç boyutlu kaydettiklerini, daha sonra gemilerin şekillerinin nasıl olduğunu bilgisayar ortamında da yapabildiklerini belirtti.

Yaptıkları araştırmalarda, gemilerin bugünün teknolojisinden oldukça farklı inşa edildiğini, o dönemde mühendislik değil daha çok zanaatın ön planda olduğunu ifade eden Türkmenoğlu, şöyle konuştu:

Bazı hesaplamalara göre yaptıkları gemiler de var. Örneğin bazı gemilerin ilk önce kabuğunu yapıyorlar, ardından kaburga dediğimiz eğrilerini içine yerleştiriyorlar ki bu antik teknik. Modern teknikte ise ilk önce iskeleti oluşturuluyor geminin, ardından kabuğu yapılıyor. Yaptığımız araştırmalarda gördüğümüz ilginç olan şey, iki tekniğin bir arada uygulandığı melez gemiler var. Bu iki teknik arasındaki geçiş sürecini tüm detaylarıyla araştırıp, çözümlemeye çalışıyoruz. Çünkü gemilerin 5. yüzyıldan 10. yüzyıl sonlarına kadar tarihleniyor olması bu evrim sürecinin araştırılmasına olanak sağlıyor. Bu 500 yıllık süre içinde bütün gelişimi tek bir alanda görebiliyoruz.

(Kaynaklar:  Öne Çıkan Görsel: yenikapibatiklari.com