İstanbul Boğazı’ndaki 200 Yaşındaki Yalıyla İlgili 17 Yıldır Süren Dava Sonucunda Mülkiyet, Nikola İsveçin’in Mirasçılarına Bırakıldı.
İstanbul Boğazı-Tarabya’da konumlu 200 yıllık yalıyla ilgili olarak 17 yıldır süren dava sonuçlandı.
Yalı üzerinde mülkiyet hakkı öne süren dört tarafın bulunduğu davada, mahkeme toplam değeri 1.5 milyarı bulan yalı ve konumlandığı 10 dönümlük arazinin, Rus elçilik çalışanı Nikola İsveçin’in mirasçılarına verilmesine yönünde karar aldı.
Davada 15’den fazla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı ve 10’dan fazla Anayasa Mahkemesi kararı ve çok sayıda Yargıtay Genel Kurul ile Hukuk Genel Kurulu kararını incelendi. Akademik kaynaklar ve bilimsel makalelerle desteklenen karar, adeta bir akademik bir tez niteliği taşıyor.
Yalının Tarihi
Yalının ve içinde bulunduğu 10 dönümlük arazinin öyküsü, yabancıların İstanbul Boğazı’nda gayrimenkul edinmesine izin verildiği dönemde başladı. Yalıyı, Fransız Heme Landevoisin, 1841’de Osmanlı yurttaşı Hristaki Efendi’den satın aldı. Landevoisin Ailesi, Fransa’ya dönme kararı almasının ardından, 1868 yılında yalıyı, Rus elçilik çalışanı Nikola İsveçin’e (Nikolai Ivanovitch Swetchine) 400 bin kuruş bedelle sattı. 1903’te vefat eden İsveçin’in cenazesi yakınları tarafından Fransa’ya götürülerek, kendisi hakkında kayıtlara “Mirasçı bırakmadan öldü” şeklinde not düşüldü.
Sahipsiz kaldığı düşünülen yalı ve arazi, Padişah V. Mehmed Reşad’ın uygun gördüğünü belirten fermanla ve Evkaf Mahkemesi’nin kararıyla Rus Çarlığı’na kiraya verildi ve Rus Sefareti’nin evli memurları için lojman ve misafirhane olarak kullanıldı.
1917’de Çarlık Rusya’sının devrimlerle yıkılması, ardından SSCB’nin kurulması ve 1991’de dağılması ve Rusya Federasyonu’nun ortaya çıkması, yalının da hukuki durumunu iyice belirsiz hale getirdi.
Davanın tarafları
2004’te Hazine, İsveçin’in ardında mirasçı bırakmadan öldüğü gerekçesiyle taşınmazın devlete geçmesi için tapu iptali ve tescil davası açtı. Vakıflar Genel Müdürlüğü de taşınmaz üzerinde Sultan Bayezid Vakfı’na ait bir şerh bulunduğunu ileri sürerek mülkiyetin kendisine ait olduğunu ileri sürdü. Yalıyı uzun bir süre kullanan Rusya ise taşınmazın bedelinin Çarlık Rusyası devleti tarafından ödendiğini, iddia ederek tapunun kendi adına tescilini istedi.
İsveçin’in mirasçıları
1950 yılında yapılan kadastro tespitinde taşınmaz, eski tapu maliki Nikola İsveçin adına kaydedilmişti ve kesinleştirilmişti. Bu dönemde İsveçin’in Fransa’da yaşayan torunları ortaya çıkarak, yapının mülkiyetinin kendilerinde olduğu iddiasıyla dava açtılar.
Dava Sonucu
Mahkeme, Hazine’nin, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ve Rusya Federasyonu’nun istemlerini geri çevirerek, tapu kaydının 19. yüzyıldaki sahibi Nikola İsveçin’in mirasçıları lehine sürmesine hükmetti. 2025 yılındaki değerinin 1.5 milyarın üzerinde olduğu belirtilen arazi ve yalı, İsveçin’in torunları Aurelie Lecomte, Cedric Lecomte İsveçin ve Jean Ivan İsveçin adlı üç mirasçıya kaldı.
(Kaynak: sabah.com.tr)
Osmanlı Toplumunun Denizle Kurduğu İlişkinin Bir Ürünü Olan “Deniz Hamamı”larının Son Örneği Bakımsız Durumuyla Dikkat Çekiyor.
Osmanlı Dönemi’nde denize girerken gerekli mahremiyeti sağlamak amacıyla kullanılan Deniz Hamamlarının son örneklerden biri Sarıyer’de bulunuyor. İstanbul Boğazı’nda halkın denizle kurduğu ilişkinin bir boyutunu simgeleyen ve kent tarihi açısından önemli olan yapı bakımsız durumuyla dikkat çekiyor.
Yapıyla ilgili olarak konuşan Arkeolog Ömer Faruk Yavaşçay, İBB’den özel mülke ait olduğunu öğrenilen yapının İstanbul Boğazı’ndaki durumuyla ilgili bilgi edinilemediğini söyleyerek, restore edilmesi gerektiğini vurguladı.
Kullanıcıların kimse tarafından görülmeden ortasında yüzebileceği, çevresi kapalı Deniz Hamamlarının bir zamanlar İstanbul Boğaz manzarasının simgelerinden olduğunu belirten Yavaşçay, “Bunlar aslında Osmanlı’nın son dönemlerinde 19.yüzyılın başlarında ortaya çıkmış yapılar. Osmanlı Dönemi’nde insanların çıplak vücutla havuza ya da denize girmesi hoş karşılanmayan bir durumdu. Osmanlı’da buna bir çözüm bulunması açısından bunlar geliştirildi” dedi.
Osmanlı döneminde İstanbul Boğazı’nın pek çok yerinde 100’e yakın deniz hamamı bulunuyorken, hem Osmanlı’nın son dönemi ve hem de Cumhuriyetin ilk yıllarında kıyıların yüzmeye açılmasıyla, deniz hamamları giderek işlevinin yitirmeye başladı. Günümüze kadar ancak iki yada üç tanesinin ulaşabildiği bu yapılardan bir de Sarıyer’de bulunuyor. Rusya Büyükelçiliği yazlığının önünde konumlanan deniz hamamı, koruma amaçlı geçici bir çözüm üretilerek; prefabrik yapıyla kapatılmış ve dikenli tellerle çevrelenmiş durumda.
Yavaşçay, yaklaşık 20 metre uzunluğundaki enkaza dönmüş görüntüsüyle göze çarpan yapıyla ilgili olarak “Maalesef bu çok kötü ve bakımsız durumda. Buranın, o eski günleri hatırlatır şekilde restore edilmesi ve insanların kullanımına açılması gerekiyor.“ diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Tabi bunlar eskiden boğazın simgeleriydi. Günümüzde de bu durumda olması insanların dikkatini çekiyor. Gördüklerinde tepki veriyorlar, arsa da değerli bir arsa. Tabi denizin içinde, boş bir şekilde duruyor. Kültür Bakanlığı, İBB ve konsolosluğun ortak çalışmasıyla hayata kazandırılabilir. Şu anda denizde duran bir gecekonduyu andırıyor. Yapı maalesef çok değişmiş, beton eklentiler de var” şeklinde konuştu.
(Kaynak: dha.com.tr)
İstanbul Boğazı’na 1857 yılında yaptırılan Ahırkapı Feneri Restore Ediliyor.
Sultan Abdülmecid döneminde İstanbul Boğazı’nın güney girişine 1857 yılında yaptırılan ve 164 yıldır gemilere yol gösteren Ahırkapı Feneri, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü tarafından restore ediliyor.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde fenerler idaresi için yaptırılan, 164 yıl boyunca gemilere yol gösteren, denizden 36 metre yüksekliğindeki fener yapısı, 16 deniz mili mesafeden görülen ve çakma karakterli, beyaz renkli (W. Fl. 6.0 sn.0,5 + 5,5) ışığa sahip.
Geçirdiği çeşitli onarımlarla günümüze kadar ulaşan tarihi fener, 2021 yılında başlanan ve uzman ekipler tarafından titizlikle yürütülen restorasyon çalışmasıyla aslına uygun olarak yenileniyor. Yapı İşleri Şube Müdürü ve İnşaat Mühendisi Nilgün Yanık, restorasyon sürecinde karşılaşılan yapısal sorunlara ilişkin olarak şunları söylüyor: “Ocak 2021 itibarıyla restorasyon ve güçlendirme çalışmalarına başlandı. 2022 yılında da bitirmeyi planlıyoruz. Ahırkapı Feneri yapıldığı zamandan günümüze kadar olan süreçte çeşitli tadilat ve onarımlar geçirmiş olup iç ve dış cephesinde birkaç kat boya katmanı bulunmaktaydı. Bu boya katmanı dolayısıyla fener, özgün yapısından uzaklaşmıştı. Bu sebeple biz burada sıcak su püskürtme yöntemiyle içte ve dışta yüzeyde temizleme çalışması yaptık. Takip eden süreçte de yine düşük basınçlı kumlama ile iç ve dış duvarlarını komple boyadan ve özgün olmayan malzemeden temiz bir yüzey elde ettik. Ahırkapı Feneri ilk yapıldığı gündeki kavisli kesme taş görüntüsüne kavuşacak. Fener kulemizde güçlendirme imalatı yapılacak”
(Kaynaklar: kiyiemniyeti.gov.tr, iha.com.tr)
Beylerbeyi Sarayı’nın Uzun Süredir Kullanıma Kapalı Olan Rıhtımı Ziyarete Açıldı.
Osmanlı Devleti döneminde Beylerbeyi Sarayı’na davet edilen devlet adamlarının ve yabancı konukların saraya rıhtımdan kolaylıkla ulaşılabilmesi için yaptırılan ancak uzun süredir kapalı olan 113 metre uzunluğundaki rıhtım ziyarete açıldı.
Anadolu Yakası’nda tek saray olma özelliğine sahip olan Beylerbeyi Sarayı, 1863-1865 yılları arasında Sultan Abdülaziz tarafından yaptırıldı. O dönemde saraya davet edilen devlet adamlarının ve yabancı konukların yapıya rıhtımdan rahat bir şekilde ulaşılabilmesi amacıyla yaptırılan 113 metre uzunluğundaki rıhtım, uzun süreden beri kullanımına kapalıydı.
Rıhtımın kullanımına açılması yönünde zaman zaman yurttaşlar tarafından dile getirilen istemin yetkililer tarafından dikkate alınmasıyla İstanbul kenti, Boğaz’ın yakından seyredilebileceği yeni bir açık mekan kazanmış oldu.
Milli Saraylar Anadolu Yakası Daire Başkanı Osman Celaleddin Urhan, Beylerbeyi Sarayı’nın rıhtımı ile ilgili olarak şunları söyledi: “Bu atmosferi yaşamak isteyen ziyaretçilerimiz pazartesi günleri hariç gece 22.30’a kadar restoran, kafeteryamız, bahçemizle beraber rıhtımı ziyaret edebilirler. Rıhtımın 113 metrelik alanı güvenlikli bir şekilde gezebiliyorlar. Buna ek olarak deniz köşklerimizin de görüldüğü şekilde 15 metre olarak düşündüğümüzde İstanbul’un en büyük manzarasal bir rıhtımı olduğunu söyleyebiliriz. Bu rıhtım tarihi bir rıhtım. Bu manada rıhtımı açarken güvenlik önlemlerini alırken tarihi dokunun zarar görmemesine de önem gösterdik, hiçbir şekilde tarih zemine ve mermerlere zarar verici objelerden uzak durmaya çalıştık.”
(Kaynak: aa.com.tr)
Moda Vapuru, Yapılan Yenilemenin Ardından İstanbul Boğazı’na Geri Döndü
Moda Vapuru, Haliç Tersanesi’nde sekiz ay süren yenileme çalışmasının ardından yeniden İstanbul Boğazı’na geri döndü.
Onarım gördüğü süre içerinde vapurun yeniden düzenlenen iç oylumu; bisiklet park alanı, şarj birimleri ve çocuklara için oyun alanları olmak üzere, çağdaş kent yaşamında kullanıcıların gerek duyacakları yeni işlevlerle donatıldı.


Vapurun koltuklarının kaplanacağı döşeme gerecinin rengi ile ilgili olarak Twitter’da düzenlenen oylama ile İstanbulluların beğenisine başvurulmuş; seçenek olarak sunulan; turuncu, yeşil, açık kahverengi ve bordo seçenekleri arasından bordo renk en çok oyu toplamıştı.

Ayrıca engelli kullanıcılar için tasarlanan engelli tuvaleti ve rampasına da yer verilen Moda Vapuru, böylece İstanbul Boğazına güncellenmiş kullanım programı ile yeniden döndü.
(Kaynak: 7deniz.net, görseller: sehirhatlari.istanbul, kadikoy.com)
Dünyanın İkinci Büyük Yelkenli Eğitim Gemisi “Kruzenshtern” İstanbul Boğazından Geçti
Dünyanın en büyük ikinci yelkenli eğitim gemisi “Kruzenshtern”, İstanbul Boğazı’ndan geçerek Karadeniz’e açıldı.
Bellingshausen ve Lazarus adlı Rus denizcilerin Antartika‘yi keşfinin 200’üncü yıldönümü nedeniyle dünya turuna çıkan 94 yaşındaki gemi, dünyada birçok limana ziyarette bulunmuştu. Kruzenshtern’in bir sonraki durağı, Karadeniz‘e kıyısı bulunan Rusya‘nın Novorossiysk şehri olacak.

Marmara Denizi‘nden İstanbul Boğazı‘na giriş yapan gemi, Boğaz geçişini 1.5 saatte tamamlayarak Karadeniz’e doğru yol aldı.
Kruzenshtern’in Kısa Tarihi
1926 yılında Almanya‘da yapımı tamamlanan 114 metre uzunluğunda ve 14 metre genişliğindeki gemi, Almanya’nın Bremerhaven şehrinde 1926 yılında inşa edildi ve “Padua” ismini aldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1946 yılında savaş tazminatı olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne verildi ve Rus Donanması’nın eğitim gemisi olarak görev yaptı. 1965 yılında Sovyet Bilimler Akademisi’ne devredilen Kruzenshtern, halen eğitim amaçlı olarak kullanılıyor.
(Kaynaklar: denizhaber.net, hurriyet.com.tr, görsel: bordeaux-tourism.co.uk)
Dr. D. Görlitz Tarafından Türkiye’ye Hediye edilen “Abora-IV”, Patara Antik Limanı’nda Kalıcı Olarak Sergilenecek
Arkeolog Dr. Dominique Görlitz tarafından tasarlanan ve antik dönemin gemicilik teknikleriyle inşa edilen “Abora-IV” gemisi, Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Avrupa Birliği (AB) Başkanı Büyükelçi Faruk Kaymakcı’nın girişimi ile, seferini tamamlamasının ardından Patara Antik Limanı’nda kalıcı olarak sergilenmesi koşuluyla Türkiye’ye hediye edilecek.
Yüzyıllar önce Mısır’dan yola çıkan kamış gemilerin Karadeniz’i geçerek Tuna Nehri’ne kadar uzanan bir ticaret hattını kullandıklarını ve dönemin teknik gelişmişlik seviyesinin bunun için yeterli olduğunu kanıtlamayı hedefleyen yolculuğunda 14 metre uzunluğundaki “Abora-IV” gemisi, Bulgaristan’ın Varna Limanı’ndan 01 Ağustos’ta yola çıkıp İstanbul Boğazı’nı geçtikten sonra Çanakkale Boğazı’na ulaştı.
Abora-IV, 20 Ağustos’ta İstanbul Boğazı girişinde Kıyı Emniyet Amirliği botlarınca karşılandı ve önce Rumeli Feneri’ne sonra da Kalamış Yat Limanı’na çekildi. Daha sonra Türk makamlarınca sağlanan kılavuz gemilerin refakatinde Çanakkale Boğazı’nı geçen geminin kaptanı Görlitz, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nü ziyaret ederek bilimsel bir toplantıya konuk oldu ve Türk makamlarından gördüğü yakın ilgiyi övgüyle dile getirdi.
Görlitz, Abora-IV gemisinin, 15-20 Eylül’de tamamlanması öngörülen Akdeniz turunun ardından antik çağlarda Mısırlıların uğrak yeri olan Antik Patara Limanı’nda sergilenmesi koşuluyla, Türk makamlarına hediye etmeyi arzu ettiğini belirtterek; Abora-IV projesinin tüm evrelerini kapsayan metinler, görseller ve videolar eşliğinde bir sergi açılmasını da önerdi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından da onaylanan bu öneri ile Abora-IV Patara Antik Limanı’nda kalıcı olarak sergilenerek, Türkiye’nin tanıtımına ve AB İletişim Stratejisi kapsamındaki çalışmalara katkıda bulunacak.
(Kaynaklar: aa.com.tr, arkeolojikhaber.com, görsel: arkeolojikhaber.com)