Denizci Toplum

Yükleniyor...

Denizci Toplum

Denizci Toplum

T ü r k D e n i z c i l i k K ü l t ü r ü H a r e k e t i

Bezdan: Tüm Dünyada Sualtı Arkeolojisinin Kuruluş Yeri Olarak Türk Karasuları Kabul Ediliyor

Sualtı arkeolojisi uzmanı arkeolog Mehmet Bezdan,  Türkiye’nin su altı arkeolojisi alanındaki konumuna ve yapılan çalışmalarla ilgili olarak değerlendirmelerde bulundu.

Bezdan, 1960’larda doğan su altı arkeolojisinin kuruluş yeri olarak Türkiye’nin tüm dünyada kabul edildiğini belirterek, “Su altı arkeolojisini Türkiyesiz anlatmak çok da doğru olmaz. Bu tam olarak, Türkiye’nin alanda su altı arkeolojisine ev sahipliği yapması sonucunda neticelenen ve 1960’ta dünyanın ilk bilimsel su altı kazısının bizim karasularımızda gerçekleştiği bir disiplin. Dolayısıyla su altı arkeolojisi eşittir Türkiye diyebiliriz.” dedi

Sualtı arkeolojisi

1982 yılında tüm dünyadan önemli bilim insanlarının  Türkiye’ye gelerek  Avrupa Konseyi çalışmasında su altı arkeolojisi üzerine Bodrum’da eğitim aldığını anımsatan Bezdan, bu eğitimi alanların, ülkelerine döndüklerinde su altı arkeolojisinin öncüsü ya da artık ikinci, üçüncü kuşakları eğiten “hocaların hocası” konumuna geldiğini anlattı.

Bezdan, “Dolayısıyla hem batıklarımız (gemi enkazı) hem batıklarımızın kazılması ve bunların müzelerde sergilenmesi hem de dünyada su altı arkeolojisinin eğitimi anlamındaki en önemli ülkenin Türkiye olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.” dedi.

Sualtı arkeolojisinin Türkiye’deki kültür turizmi içindeki yeri

Dünyanın pek çok noktasında artık kültür turizmi denilen bir olgunun başladığını, pek çok insanın tatil ve seyahat programlarını bunlara göre planladığını belirten Bezdan, su altı arkeolojisinin Türk kültür turizmine de katkı sağladığını şöyle dile getirdi:

Dolayısıyla bu programlar çerçevesinde harcama yapıyorlar. Bu aşamada tabii ki Türkiye’nin kültür turizminde su altı arkeolojisinin çok önemli bir payı var. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin çok önemli payı var. İstanbul’da da çok önemli iki müzenin varlığını pek çok insan biliyordur. Bir tanesi Rahmi M. Koç Müzesi, diğeri de Beşiktaş’taki Deniz Kuvvetleri’ne ait olan Deniz Müzesi. Her ikisinde de özel eserler var ve ciddi sayıda ziyaretçiye ev sahipliği yapıyorlar. Bu iki müze, kültür turizminin İstanbul’daki önemli noktaları. Aynı zamanda Yenikapı’da kazılan yaklaşık 37 adet batığın gelecek birkaç yıl içerisinde nihayete kavuşacağı müzeyle beraber zannediyorum ki orada çok önemli bir alan oluşturulacak ve İstanbul, dolayısıyla Türkiye için yeni bir turizm noktası eklenecek.”

Sualtı arkeolojisinin sözlü tarihini aktaran bir kitap : “Derinlerdeki Portreler”

Türkiye Su Altı Arkeolojisi Vakfı’nın bir yayını olan “Derinlerdeki Portreler”  üç yıl süren çalışma sonucu ortaya çıkan ve dünyanın en önemli müze ve kütüphanelerinde kabul gören bir yapıt. Kitap şu ana kadar ABD Kongre Kütüphanesi, Smithsonian Enstitüsü Kütüphanesi, Princeton, Harvard, Stanford, Columbia, Cornell, Michigan, California Chicago, Sorbonne Üniversiteleri, Boston Public ve Louvre Müzesi Kütüphanesi‘ne kabul edildi.

Su altı arkeolojisinin tarihini 20 önemli söyleşiyle ele alan kitabı Bezdan “su altı arkeolojisinin sözlü tarihidir” sözleriyle betimliyor.

Bezdan, bir Türk arkeolog olarak böyle bir kitabın yazılma zorunluluğunun omuzlarına neden bir sorumluluk yüklediğini şöyle aktarıyor:

Bu üstümüze düşen bir görevdi çünkü Türk karasularında başlayan, Türk karasularında gelişen, bilimsel temelleri burada atılan ve daha sonra tüm dünyanın buradaki temeller ışığında geliştirdiği su altı arkeolojisinin sözlü tarihini bizim sularımıza ait bir hikaye… Dünyada su altı arkeolojisine emek veren kişileri, bilimsel araştırmasını gerçekleştiren bilim insanlarını, kazıları suyun onlarca metre altında görüntüleyen fotoğrafçıları, buldukları eserlerin suyun altındaki yerlerini bilim insanlarıyla paylaşan süngercileri ki, tarihe ve ülkelerine saygıları sonsuz şekilde bunu gerçekleştirmişler, çalışmalardan çıkan eserleri müzede sergileyen müzecileri ve arkeolojik çalışmaları finansal olarak destekleyen kişileri, maddi ve manevi destekçileri hepsini bir kitapta toplamaya çalıştık.”

 

(Kaynak: aa.com.tr)

 

 

 

Dünyanın En Varsıl Amfora Koleksiyonuna Sahip M. Aydemir, Bu Birikimi “Amfora ve Deniz Müzesi” Çatısı Altında Türk Denizcilik Kültürüne Kazandırmayı Amaçlıyor.

Mustafa Aydemir, sahip olduğu dünyanın en varsıl amfora koleksiyonunu, gelecekte kurulacak bir “Amfora ve Deniz Müzesi” çatısı altında Türk denizciliğine ve Türk gençlerine kültürel bir kaynak olarak sunmayı amaçlıyor.

Mustafa Aydemir’in, 40 yılı aşkın süreçte oluşturduğu, sayısı 1 milyona ulaşan amfora koleksiyonu, İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne kayıtlı, dünyanın en varsıl amfora koleksiyonu durumunda.

Akdeniz, Karadeniz, Ege ve Marmara Denizlerinden, trolcü ve balıkçı ağlarına takılan amforaların satın alınmasıyla bir araya getirilen bu özel koleksiyon, denizlerdeki arkaik, klasik, Helenistik dönemleriyle Yunan, Roma, Bizans dönemlerini kapsıyor.

Bir “Amfora ve Deniz Müzesi” Kurma Çabası

Aydemir, deniz ile ilgili birikimlerini, Türkiye’nin herhangi bir ilinde kurulacak “Amfora ve Deniz Müzesi“nde değerlendirmek için yıllardır çaba sarf ediyor bunun için finansal kaynak arayışını sürüdürüyor.

Kurulması amaçlanan müzenin, denizcilik kültürünün gelişmesine katkıda bulunması, Türk ve Dünya denizciliği hakkındaki bilgileri gelecek nesillere aktarması amaçlanıyor.

Aydemir

Öte yandan binlerce yıllık bir tarihi kapsayan, dünyanın en büyük özel amfora koleksiyonu rehberliğinde, denizlerin arkaik, klasik, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerini anlatması, antik çağlardan denizcilik serüvenlerini, yaşam kültürlerini, önemli kişi ve olaylarını kronolojik bir sırayla, bilgi-belge-afiş-heykel-rölyef-harita ve maketleri de kullanarak dönemlerine ait orijinal yapıtlarla sunması hedefleniyor.

Aydemir, “Müzenin bel kemiğini, amforalar rehberliğinde deniz tarihine yolculuk olarak belirledik.”

Müzenin de ana temasını oluşturan amforaların önemine değinen Aydemir, “Amforalar, denizlerin sır küpleridir. Çünkü her amfora ait olduğu dönemin, binlerce yıl öncesinin, özellikle Anadolu coğrafyasının kıyılarının deniz tarihini, deniz aşırı ticareti, o dönemki üretimleri bize anlatır. Dolayısıyla müzenin bel kemiğini, amforalar rehberliğinde deniz tarihine yolculuk olarak belirledik.” dedi.

Aydemir, farklı tiplerdeki amforaların Türkiye kıyılarının ya da adalarının bir dönemine, bir bölgesine, içinde taşıdığı sirke, zeytinyağ, incir, şarap, balık sosu, bal, pekmez gibi bir materyale hitap ettiğini söyledi.

Amforanın içine girebilen her şey deniz aşırı ticarette söz konusu olmuştur. Onun için bunlar, ticari amforalardır. Biz buradan bütün denizcilik tarihini, üretim biçimlerini okuyabiliyoruz, deniz ticaret yollarını öğrenebiliyoruz, üretimin kapasitesini görebiliyoruz, o dönemin deniz aşırı ticaretten özellikle Anadolu’nun antik kentlerinin ne kadar zenginleştiğini görüyoruz.

Dolayısıyla amfora, sadece bir amfora değildir. Bunlar aynı zamanda o bölgenin, o dönem insanlarının ürettiği değişmez markalardır. Çünkü bir amfora formu değişemez, yüzlerce yıl aynı şekilde devam etmek zorundadır. Çünkü bunlar aynı zamanda hacim ölçüsüdür. İçindeki ürünlerin ne kadar olacağı şehir devletlerinin kanunları ile bellidir. Gümrüğe tabidirler. Bunun için bir amforaya baktığımız zaman üretildiği bölgeyi söyleyebiliriz.

Amfora

Kurulacak deniz müzesinde amforaların yanı sıra o dönemleri tanımlayan sikke, cam ve bronz eserler, haritalar ve gemi maketlerinin de yer alacağını aktaran Aydemir, sözlerine şöyle devam etti:

Amacımız, bu coğrafyanın denizcilik tarihini insanlara anlatabilmek. Denizci nesiller yetiştirmenin birinci kuralı da deniz kültürünü verebilmektir. Deniz kültürü de ancak bu deniz müzelerinde verilir. Biz maalesef deniz müzeleri konusunda dünyanın en fakir ülkesiyiz.

Doğu Akdeniz çanağında yer alıyoruz. Bütün kıyılarımızda dünyanın en eski batıkları var. Dünya su altı arkeoloji bilimi bu kıyılarda gelişti. Biz bu batıklar vasıtasıyla, amforalar kanalıyla denizcilik tarihini günümüze ulaştırmak istiyoruz. Bin yıldan beri bu coğrafyadayız ama maalesef tam anlamıyla denizci bir toplum olamadık. Denizlerin önemini kavrayamadık.”

En eski denizcilik tarihinin Türkiye kıyılarında başladığını vurgulayan Aydemir, “Denizdeki üstünlüğünü kaybeden ülkeler karalarına da sahip çıkamazlar. Biz, koca bir imparatorluğu kaybettik. Niçin? Çünkü deniz kültürüne bir türlü ulaşamadık.” görüşünü dile getirdi.

Kısaca Mustafa Aydemir 

1953 yılında Antalya’da doğdu. 1972’de Antalya Lisesi’nden, 1979’da İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi‘nden mezun oldu.

 1975 yılında Caddebostan’daki Türk Balıkadamları Kulübü‘nden ilk dalgıç brövesini aldı. Bunu, Tecrübeli Derinsu Balıkadamı Brövesi ve dalgıç hocalığı görevleri izledi. Aynı kulüpte, dalış okulu ve teknik komite başkanlığı yaptı. Sualtı Milli Takımı’nda ülkemizi temsil etti.

1977 yılında Teksas Üniversitesi adına Prof. George Bass grubu ile Serçe Limanı Bizans – Fatimi Batığı kazısında çalıştı. Antik batıklara, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları batıklarına daldı.

Mavi Dünya, Sualtı Dünyası ve Deniz Magazin’e denizler, batıklar ve balıklar hakkında uzun yıllar makaleler yazdı. Deniz Magazin’de 1999 – 2003 yılları arasında amforalar konulu yazı dizisini yayınladı.

1995 yılında Antalya-Kemer açıklarında daldığı Fransız Savaş gemisi Paris II batığını,
9 yıl boyunca araştırdı. Bu batığın sırlarını çözerek unutulmuş bir tarihi su yüzüne çıkardı. Ve bunu ”Ben Bir Türk Zabitiyim-Topçu Yüzbaşı Mustafa Ertuğrul” adlı kitapla belgeselleştirdi.

 

(Kaynak: aa.com.tr, mustafaaydemir.com)