( Skop‘tan alıntılanan yazı, Kabataş Martı Projesi: İstanbul’un Dubaileştirilmesi ve Mimarın Etiği başlığı ile yayınlanmıştır.)
Kabataş Martı Projesi: İstanbul’un Dubaileştirilmesi ve Mimarın Etiği
Yazar: Cihan Uzunçarşılı Baysal
Kentsel Mekânın Dubaileştirilmesi
Dubaileşme ya da Dubaileştirilme[1] literatüre çok yakınlarda giren bir kavram. Bir zamanların mütevazı balıkçı kasabası ve kaçakçıların sığınağı Dubai’nin, Körfez sermayesi tarafından keşfiyle, gösterinin ve imajın ölçütünün şirazesinden çıktığı, tüketim çılgınlığının tavan yaptığı bir yapay cennete, bir küresel kent ikonuna dönüştürülüşünü tanımlıyor. Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Basra Körfezi boyunca yer alan Dubai’nin kavurucu iklimi gibi burnunun dibindeki savaş bölgeleri de cazibesine halel getirmiyor ve yepyeni bir kentsel marka olarak pazara çıkıyor. İş bitirici, girişimci Emir’i ya da daha doğru bir tanımlamayla kentini pazarlayan CEO’su, Muhammed el-Maktum’un becerikli ellerindeki Dubai, küresel sermayeyi cezbetmeyi başararak hayal mühendisliği kentleşmesinin ve gösteri toplumunun en başarılı örneği oluyor; öyle ki kapitalizmin bir diğer arzu nesnesi, çölde yoktan var edilen Las Vegas kentine bile nal toplattırıyor![2]
Mike Davis, “Dubai’de Kum, Korku ve Para” adlı makalesinde[3] kente ait ilk izlenimini uçaktan aktarır: “Uçağınız alçalmaya başlarken, cama yapışıp kalırsınız. Aşağıdaki manzara olağanüstü şaşırtıcıdır”. Hilaller içinde palmiyeler formundaki yapay adalar ve buralardan yükselen eğlence parkları, lüks oteller ile alışveriş merkezlerinden oluşan gökdelenler ormanı, yüksek katlı ikonik binalar, binlerce malikâne, dünyanın en büyük marinası, Ege’den Endülüs’e, Piramitlerden Coloseum’a replika kentler, anıtlar… Konukları görsel bir şenlik karşılar. Göz şenliği, kızgın çölde, kar yağdırıp kayak yaptıracak kadar çılgın projelerle devam eder; yeter ki cebinizde bol paranız olsun![4]
Gösterinin hemen her alanı ele geçirdiği çağımızda, kitle iletişim araçlarındaki teknolojik gelişmelerden beslenen medya ve sosyal medya vasıtasıyla imajın üstünlüğü yüceltilmekte ve küreselleştirilmekte. Bu çerçevede, mimarlığın da imaj/gösteri tarafından ele geçirilişine şahit olmaktayız. Yerelin kimliğiyle ilgisiz, mekânla bağlamı olmayan, bölgenin tarihinden ve kültüründen kopuk, gerçeklikten uzak, salt gösteri toplumunun arzu ve taleplerine göre şekillendirilmiş, imajı öne çıkartan kentsel mekânlar inşa edilmekte. Mimari, yerelin kimliğini ya da mekânın içeriğinin özgünlüğünü/otantikliğini sunmak yerine fantezilere ve planlama kaprislerine indirgenirken, çok yıldızlı mimarlar da hayal mühendisliği yaparak yapay cennetler, ikonik mekânlar ve binalar inşa etmekteler. David Harvey, bir mülakatında, 1960’larda mimarların çoğunun kendilerini “urbanist” saydıklarından salt binaları değil kenti ve kentsel bağlamı da göz önünde tuttuklarını anlatır. Oysa günümüzde, mimarlığın başına gelen şeylerden biri –ki Harvey bundan üzüntü duymaktadır– bir zamanlar kentsellikle ilgilenen mimarların şimdi artık sadece mimari projelerin özelliklerine odaklanmaları ve binaların inşaatıyla ilgilenerek bunların birer parçası oldukları kentsel bağlamı unutmalarıdır.[5]
Öte yandan, bu şekilde bağlamından kopuk bir kent inşasının şahikası olan Dubai, başta Ortadoğu ve Asya kentleri olmak üzere diğer kentler açısından varılması gereken bir hedef ve amaç olmuştur. Küresel bir markaya dönüşmüş Dubai’deki gibi ‘en yüksek, en uzun, en büyük, en dikkat çekici, en heyecan verici, en…binaları/mekânları/altyapı projelerini’ inşa etmeye çalışan kentler Dubai gibi olmak için birbirleriyle yarışmaktalar. Böylece, neoliberalizmin kentleşmesinde, Dubai örneği diğer kentleri etkileyerek ele geçirmekte, kendine benzetmekte, kısaca Dubaileştirmektedir. Bu durumda, Dubai’de ya da Dubaileştirilmiş mekânlarda var olmak hem her yerde hem de hiçbir yerde olmak anlamına gelmektedir. Mekânın ruhunun, özgünlüğünün imaj tarafından katledilişine ve bu katliamda mimarın failliğine şahit olmaktayız.
Zurnanın zırt dediği yere gelirsek… Böyle bir yapay cennet nelerin üzerini örtmektedir? İkonik imajın ardında saklanan gerçeklikler nelerdir? Guy Debord, Gösteri Toplumu adlı eserinde tüketim toplumunu eleştirir. Debord’a göre, gösteri, kendini asla sorgulanamayacak ulaşılmaz bir gerçeklik olarak sunar ve böylece görünenin iyi olduğunu dayatarak kitleleri kolaylıkla boyunduruğu altına alır. Kentsel gelişme modeli olarak salt imajlara, ikonik binalara/mekânlara odaklanan ve görünenin iyi olduğunu/mutluluk getirdiğini dayatan Dubaileşmenin cilalı imajı, aslında, yerel olanın, otantik olanın yok edilişi, çevre ve doğaya verilen geri dönüşsüz zararlar, ikonik kentleşmeye yer açmak için yerel nüfusların ve alt gelir gruplarının zorla tahliyeleri, mülksüzleştirilmeleri, emekçi cinayetleri, toplama kampı misali inşaat şantiyeleri, sosyo-mekânsal olarak ayrışan kentler, kentsel kamusal alanların özelleştirilmeleri, kenti kent yapan niteliklerin kaybı vb. bil cümle acıtıcı gerçeklik barındırır.
Mike Davis’in yukarıda alıntıladığımız makalesinin yer aldığı kitabın ismi Kötücül Cennetler’ dir. David Harvey’in (2008) altını çizdiği üzere, bu kötücül cennetlerde, “Ortadoğu’da Dubai ve Abu Dabi gibi yerlerde, petrol zenginliğinden kaynaklanan artığı mümkün olan en göze çarpan, toplumsal olarak adil olmayan ve çevresel olarak savurgan yollardan silip süpüren, suç açısından saçma değilse de şaşırtıcı büyük-kentleşme projeleri ortaya çıktı”.[6] Harvey bu sözleri 2008 yılında değil bugün söylemiş olsaydı, hiç kuşkusuz listeye İstanbul’u da eklerdi. Kentliler için yaşanabilecek, gelecek nesiller içinse sürdürülebilir bir kent yaratmak yerine, dünyanın en büyük havalimanı, en geniş köprüsü, en büyük dolgu parkı, en uzun denizaltı yürüyüş tüneli gibi en…en… mekânlar ile ikonik binalar inşaatına odaklanmış girişimci merkezî ve yerel yönetimlerimiz, İstanbul’un doğasına, çevresine, tarihine, kültürüne, nüfuslarına geri dönülmez zararlar vererek İstanbul’u el birliğiyle bir kötücül cennete dönüştürmekteler. İstanbul’un Dubaileştirilmesine giden yolu döşeyen, işbirlikçi mimarın, plancının, kurul üyesinin, üniversitenin failliğinin de ayrıca not düşülmesi gerek.
Kabataş Transfer Merkezi Projesi ve Mücadele
Bu bağlamda Kabataş’a yapılacak kanat çırpan martı formundaki dev transfer merkezinin kent düzlemine tercümesi, görselliğin/imajın ön plana çıkartılmasıyla tüketim toplumuna yönelik ikonik kentleşmenin, Dubaileşmenin, kentin çok önemli bir tarihî bölgesini ele geçirmesidir.
Proje kamuoyunca yeni duyulmuş olsa da, doktoralı mimar belediye başkanımız Kadir Topbaş’ın 2008’den bu yana hayaliydi. Bir kısmı deniz doldurularak yapılacak devasa transfer merkezinin çevresinde lokantalar ve kafeler, zemin altında da dükkânlar, sergi ve müze salonları ile 1000 araçlık bir otopark yer alacağından, İBB her ne kadar “AVM yapılmayacak” dese de küçük ölçekli muadilleri vasıtasıyla martının kanatları altından epey rant beklendiği açıktır ve zaten gösterinin ardındaki gerçeklik de tüketim, daha çok tüketim, her vesileyle tüketimdir! Depremini bekleyen kentte dolgu alanların risklerini ya da deniz ekosistemlerine zararlarını açmaya gerek yok ama mesele cilalı imaj ardındaki rant ise gerisi laf-ı güzaf; insan hayatı bile!
Mimar Sinan’ın özel eseri Fındıklı’daki Molla Çelebi Camii’nin kuzey tarafındaki bahçe duvarı sınırı hizasından başlayacak proje, yine önemli bir mimarımız, Balyan’ın Bezmi Alem Valide Sultan Camii’ne uzanarak Dolmabahçe Sarayı’nın silüetini de etki alanı içine alacak. Saaadet Özen’in Magma Baykuş’ta yer alan ilgili yazısıyla devam edersek, “Denizden bakıldığında Dolmabahçe Sarayı’nın siluetinin yanına herhangi bir yapıyı yakıştırabilmek için…yüzlerce kez düşünülmesi… gerekirken”,[7] tepeden inme bir ben yaptım oldu projesinden çıkan devasa martı kuşu bu tarihî bölgeyi ve özellikle Mimar Sinan’ın denizden görünümü eşsiz Molla Çelebi Camii’ni tamamen bloke edeceği gibi, Kabataş’tan görünen tarihî yarımada manzarasına da devasa martı kanatları çakacak.
Projenin hem mimarı hem de yüklenicisi olan Hakan Kıran, boynuzlu ucubesi Haliç Köprüsü ile muhteşem Süleymaniye’nin siluetini katletmemiş, Sinan’ın bir başka önemli eseri Sokullu Mehmet Paşa Camii’ni ve Topkapı Sarayı ve çevresinin eşsiz manzarasını bloke etmemiş gibi şimdi de Aşkabat Havalimanı’ndan esinlenmiş çakma kuş projesiyle Kabataş’ı tarihinden, mekânından, hafızasından kopartarak Dubaileştirecek. Nitekim, projeye karşı itirazlarını yükseltenlere İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) tarafından yollanan notta yer alan “Bu meydanla İstanbul’un marka değerinin arttırılmasına ve uluslararası tanınırlığına katkıda bulunmak da hedeflenmiştir” cümlesi sirkatin söylemedir. İstanbul Kent Savunması’nın (İKS) öne sürdüğü üzere çok mütevazı bir projeyle ve kısa bir süre içinde Kabataş Meydanı ve ulaşım ağı pekâlâ düzenlenebilecekken, amaç ikonik martıyla kentin marka değerini artırmaktır.
Fatih’in 500 küsur yıllık tersaneleri üzerine kurulmak istenen Haliçport’tan başlayacak olan soylulaştırma, ticarileştirme, yayasızlaştırma, lüks oteller bölgesine dönüştürülmekte olan Karaköy’de kurvaziyer turizmine yönelik Galataport projesiyle devam ederek Kabataş’ta sonlanacaktır. Fındıklı-Kabataş arası, kentin en keyifli yürüyüş güzergâhlarından, kullanım alanlarından biri daha gasp edilecektir. Emeğin mekânı tersaneler, tarihinden, mekânından, bağlamından kopuk, tamamen ticari ve turistik amaçlı dönme dolaplı, otelli, alışveriş merkezli Haliçport projesi ile Dubaileşirken, Kabataş’taki ikonik martı, İstanbul’un Dubaileştirilmesine kanat çırpacaktır!
İBB’nin İKS üyelerine gönderdiği görselli açıklamada, Kabataş ile Üsküdar arasında İstanbul Boğazı’nın altından geçen 1,9 km uzunluğunda bir yaya geçiş tüneli de bulunmaktadır. Bu yazı kaleme alınırken, Üsküdar’a Harem Otogarı’ndan boşalacak bölgeye, Londra’daki dev dönme dolap London Eye’ın aynısının yapılacağı haberleri basına çıkmıştır. Tek fark, İstanbul Eye, Avrupa’nın “en büyüğü” olacaktır.[8] Böylece, denizin altından yürüyerek İstanbul Eye’a binenler, karşılarındaki devasa bloka bakıp, “İşte martı gördük” diyebilirler! Dünyanın en güzel deniz yollarından birine sahip İstanbul’un sakinleri, denizin üzerinden gitmek ve gerçek martılarla simit paylaşmak yerine hangi akla hizmet denizin altından gitmeyi tercih etsinler? Sözü yine İKS’ye verirsek, buradaki asıl amaç devasa bir yapı ve ek inşaatlar vasıtasıyla rant sağlanmasıdır. Transfer merkezi için bu kadar büyük bir inşaat projesine ihtiyaç yoktur ve bu devasa projenin hiçbir kamu yararı da yoktur.[9]
İstanbul Kent Savunması, projenin ilk duyulduğu günden itibaren detaylara ulaşmayı ve halkı bilgilendirmeyi görev edindi. Gayri şeffaf, anti demokratik, tepeden inme projeye karşı ardı ardına basın açıklamaları yaptı; el ilanları ve broşürlerle projenin tarihî alana, çevreye ve doğaya vereceği zararları ve ayrıca hukuksuzluğunu İstanbullulara aylarca yerinden, Kabataş’tan anlattı. OHAL sürecinde de meydan kapatılana dek Kabataş nöbetlerini kesintisiz devam ettirdi.[10] Burada ilginç olan, OHAL’e ve baskıcı ortama karşın, İstanbulluların koşa koşa imza atmaya gelmeleri; meydanı ve iskelelerini sahiplenmeleriydi. Toplanan 20.000 imza Büyükşehir’e teslim edildi; ancak Gezi ertesinde bir otobüs durağının yerini dahi halka soracağını ilan eden Belediye Başkanı, sözlerini unuttu, halkın taleplerini kaale almadığı gibi iktidarın olağan taktiğini kullanarak iskelelerine, kentine sahip çıkanları provokasyonla suçladı.[11] Girişimci, pazarlayıcı yönetimden aksini beklemek sürpriz olurdu. Peki ya projenin mimarı Hakan Kıran’dan?
Ya da soruyu genel olarak sorarsak, binlerce yıllık geçmişi, tarihi, özgün mekânlarıyla çok özel bir kent olan İstanbul’u İstanbul olmaktan çıkartan/çıkartacak projelerin altında imzası olanların, geriye dönüp baktıklarında nasıl bir vicdan muhasebesi yaptıklarını; ya da böyle bir yüzleşme yapabilme ahlakına sahip olup olmadıklarını sorsak?
Mimarın Etiği
Prof. Arif Hasan, Asya Barınma Hakkı Koalisyonu kurucusu, uluslararası ödüllere sahip Pakistanlı bir şehir plancı ve mimar. An Alternative to the World Class City Concept isimli çalışmasında, dünyadaki marka kent gidişatına karşın alternatif bir kent modeli arar ve önerilerini şöyle sıralar:
Kentsel projeler: 1) Bölgenin ekolojisini tahrip etmemeli; 2) Orta-alt ve alt gelir gruplarının ihtiyaç ve çıkarları doğrultusunda olmalı; 3) Kentsel rant yerine sosyal ve çevresel etmenleri dikkate almalı; 4) Somut ve somut olmayan kültürel mirası korumalı. Kendisi, bazı mimari projelerindeki tamir edilemez zararı görerek, 1983’te Hipokrat yemini benzeri bir yemin yaratmış ve hep sadık kalmıştır:
Ekolojiyi ve çevreyi tamir edilemez bir şekilde zarara uğratacak projelerde yer almayacağıma; yoksulluğu artıran, insanları yerlerinden eden ve somut olmayan kültürel miras değerlerini, çok-sınıflı kamusal alanları ve binaları yok eden projeler yapmayacağıma; bunları gerçekleştiren tüm projelere karşı çıkacağıma ve uygulanabilir alternatif projeler geliştireceğime…
Hasan, yaşadığı kent Karaçi’nin geldiği noktayı anlatırken önemli bir gerçeğe de parmak basar: “Eğer kentimdeki diğer 20 önemli mimar daha benzer bir yemin etmiş olsalardı, muhtemelen çok farklı bir kentte yaşıyor olacaktık.”[12]
İstanbul’u İstanbul olmaktan çıkartarak Dubaileştiren projelerin altında imzası olanlardan Arif Hasan olmalarını bekleyebilir miyiz? Hasan’ın vurguladığı üzere, çevre ve insan sevgisinden yoksunların bu ilkeleri gerçekleştirmeleri zordur. Yerel yönetimlerin bol kazançlı projeleri önünde sıraya girmek yerine her biri İstanbul için idam fermanı olan bu projeleri elinin tersiyle itme ahlakını gösterebilecek, Arif Hasan’ın ettiği yemin benzeri bir andı kıblesi kılacak kaç çok yıldızlı mimarımız vardır? Ama o zaman o çok yıldızlı mimarlık ofislerinin ve rant kapılarının kapanma, yanlarında çalışanların ve kendilerinin de işsiz kalma tehlikesi olacaktır değil mi?!
Son Söz
Belleği silinen, ruhunu kaybeden, özgün mekânları, tarihi ve kültürü Dubai’ye koşulan, sahili, ormanı, bostanı, denizi tahrip edilen ve son kertede İstanbul’dan gayri her şeye benzeyecek olan bu kentte “Simit sat onurlu yaşa!” çağrısını İstanbulkırım failleri mimar ve plancılara hatırlatırken, İstanbul’un Arif Hasanlarının da elbet bir gün ortaya çıkacağı inancı ve umuduyla mücadeleye devam!
[1] Dubaization olarak geçmekte. Konuyla ilgili www.dubaization.com Dubai ile ilgili olarak: Yasser Elsheshtawy; Dubai-Behind an Urban Spectacle, Routledge 2013.
[2] Mike Davis ; Daniel Bertrand Monk (ed) Dreamworlds of Neoliberalism-Evil Paradises. Mike Davis; ‘Sand, Fear and Money in Dubai’ 48-69 ; 2007.
[7] Saadet Özen; ‘Kör Kazma Kabataş’ta’; Magma Baykuş; Eylül 2016.