İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yayımlanan “İstanbul Bülteni” dergisi, Şehir Hatları Genel Müdürü Sinem Dedetaş ile gerçekleştirmiş olduğu bir söyleşiye yer verdi.
Dedetaş, 564 yıllık tarihiyle dünyanın yaşayan en eski tersanesi olan Haliç Tersanesi’nin denizciliğin yaşadığı üretim odaklı bir müze olarak düzenleneceğini belirtti.
Tersane 100’lerce yıllık geçmişten, günümüze dek gelen işlevlerini sürdürürken; diğer yandan burada açılacak kültür oylumları ve düzenlenecek sosyal etkinlikleriyle kent kültürünün etkin bir parçasına dönüşecek.
Şirket-i Hayriye çok köklü, tarihî bir kurum, Osmanlı’nın ilk anonim şirketi. Böyle bir kuruma ilk kadın genel müdür olarak atanmak nasıl bir duygu?
Biraz tarifi zor, eşsiz bir duygu aslında. Bilmiyorum örneklemek gerekir mi? Ama şöyle bir örnek anlatayım. Japon çiçek sanatı var ya, ikebana. Onun müzesine gittim Tokyo’da, bir ustanın dersine katıldım. Orada 400 yıllık bonzai ağaçları vardı. Ona bakan bir Alman gençle tanıştım, o sırada. Bana, “Üzerimdeki yükü düşünebiliyor musun? 400 senedir bu ağaç yaşıyor. Ben bunu bir yanlış sulasam, yanlış güneşlendirsem bu ağaç çürüyecek ve bundan önceki 400 yıl heba olacak” dedi. O sözler benim aklımda ciddi anlamda yer etti. Aslında tam da aynı duygu. Yani senelerin emeği var burada. Osmanlı
döneminden gelme, üzerine cumhuriyet mirası bir tersane ve bir şirket. Dolayısıyla bu emekleri, varoluş sebeplerini hiç unutmadan üzerine ne katabilirim, bu beni çok heyecanlandırdı. Aslında göreve gelme motivasyonum burada başlıyor diyebilirim.
-169 yıllık bir şirket ve 564 yıllık bir tersane teslim aldınız. Gerçekten çok ağır bir sorumluluk olsa gerek. Peki, nasıl bir yer hayal etmiştiniz ve neyle karşılaştınız?
Şehir Hatları, çok kendine özgü bir şirket. Biraz daha klasik şirket mantığından uzak, hizmet odaklı bir bakışı var. Geldiğimde biraz küçülen bir şirket buldum açıkçası. Şirketin bugüne gelişinde elbette pek çok dalgalanma yaşandı; ama son on yıllarda filoyu yenilememe, vapurları tasfiye etme, bilabedel diğer belediyelere gönderme gibi, küçülmeye yönelik uygulamalar olması üzücü.
Ayrıca biz gelmeden önceki süreçlerde Haliç Tersanesi biraz topluma kapatılmış durumdaydı. Bu alanla ilgili tersanecilik faaliyetine uzak planlamalar yapılmıştı. Tersaneden çıkma süreçleri planlandığı için geldiğimde aslında biraz taşınma havasındaydı. Öncelikle, meseleyi oradan çıkarmamız gerektiğini düşündüm. Sayın Başkanımız Ekrem İmamoğlu ile de müzakere ettik. Şirketin, vapurların bakım masrafları nedeniyle ekonomik olarak taşınmayı kaldıramayacağına karar verdik. Buranın üretim odaklı yaşaması konusunda hemfikir olduk, çalışmalarımıza başladık. Öncelikli olarak burada kalmayı garantiledik.
-Çalışanlarınızın buraya dair bir aidiyet duygusu var diyebilir miyiz?
Elbette, kendimi yönetici olarak en şanslı hissettiğim nokta, çalışanların aidiyet duygusu. Herkesin şirketle ilgili bir fikri vardı; daha iyi nasıl yaparız konusunda fikir söylüyorlardı, hala da söylüyorlar. Burada tersanenin okulundan çıkan ustalarımız da var; emekli olmuş, hâlâ taşeronlar aracılığıyla çalışan emektar insanlar. Eski yeni bütün
çalışanlarımızın Tersane’ye büyük ilgi ve sevgisi olduğunu gördüm. Sevilmeyecek gibi de değil zaten, girdiğiniz anda seviyorsunuz. Tarihî dokunun değişik bir enerjisi var gerçekten, insana geçiyor.
-Biraz önce siz de bahsettiniz, Haliç Tersanesi’ne yönelik bir dönüşüm planlaması vardı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Haliç Tersanesi, ekonomik değerlerinden daha çok tarihî misyonu ve dünyanın yaşayan en eski tersanesi olması nedeniyle bizim için çok değerli. Biz de burayı insanların görmesi gerektiği kanaatindeyiz. Önceki planlara tamamen müze anlayışı, bilim merkezi diye bir şey konulmuş; üretim faaliyetlerinin tamamen durdurulması planlanmış. Fakat biz üretim odaklı olarak kamuya açmayı planlıyoruz. Bir taraftan tersanecilik, vapur bakımlarımız devam edecek, diğer taraftan farklı kültürel ve sosyal etkinliklere evsahipliği yapılacak. Bu çok değerli, dünyada olmayan bir şey; yaşayan en eski tersaneden bahsediyoruz. Bunun turizme de, kendi denizciliğimize de ciddi katkısı olacağını düşünüyorum. Kültür Varlıklarını Koruma Daire Başkanlığımız ve BİMTAŞ ile ortak bir masa kurduk, binaların tekrar fonksiyonlandırılması noktasında çalışıyoruz. Burayı eskiden olduğu gibi denizciliğin yaşadığı, canlandığı, üretildiği ve insanlara aktarıldığı bir yer olarak planlamaya çalışıyoruz.
-Nasıl bir fonksiyon kazandırılacak? Gezenler neler görecek?
Müze, sergi ve konferans alanları düşünüyoruz; denizcilikle ilgili temalar olacak. Ortak kullanım alanları, insanların gezebileceği rotalar oluşturmayı hedefliyoruz.
-Ziyaretçiler üretim yapılan alanları da görebilecekler mi?
Bizim burada 1700 – 1800’lü yıllardan kalma üç tane taş havuzumuz var ve hala eski sistemle çalışıyorlar. Su tahliyesi daha önce hayvanlarla yapılırken, daha sonra buhar makineleri ve en son elektriğe geçme gibi değişiklikler var; ama havuzun çalışma prensibi değişmiyor. O dönemden kalma bir havuzlama faaliyeti var ortada. Hem kendi denizciliğimiz hem de dünya denizciliği için çok değerli, son derece dikkat çekici bir şey. Bu yaşayan müzeyi insanlara açmak istiyoruz.
-Bu çalışmalar için ne kadar bir süre öngörüyorsunuz?
70 bin metrekarelik alanın içinde görülmeye değer tescilli binalarımız var; bir kısmı devam edecek durumda, bir kısmının bakımdan geçirilmesi gerekiyor. Makine parkurlarımız aynı şekilde düzenlemeler istiyor. Bu alanı komple revizyona sokmak aslında 4-5 senelik bir proje gibi gözüküyor. O yüzden bölerek yapmayı planladık. İlk alanımızda bir ahşap atölyemiz var. Projeleri, restorasyon çalışmaları başlamış; ama tamamlanmamış. Burası sergi salonu olarak kullanılabilir. Birinci havuzumuz da bu ilk bölgemizde bulunuyor. Tüm bu çalışmalar sonrasında, aynen eskisinde olduğu gibi yaşayan bir müze hayata geçireceğiz.
-İstanbul gibi denize bu kadar kıyısı olan bir şehirde, deniz ulaşımı hak ettiği yerde değil. Bu konuya nasıl bakıyorsunuz?
Bence de değil. Deniz etkin kullanılmıyor, bunun birtakım sebepleri var; bu bir politikanın sonucu. Tek başına Şehir Hatları’nın haydi artık denizi kullanalım diyebileceği bir konu değil. Aslında tamamen kurguyla ilgili; toplu taşımayı denizden planlamadığınızda, önceliklendirmediğinizde, ne yazık ki sonuç bu oluyor. Deniz aktarma aracı olarak kullanılıyor. Yeni dönemde bütün bakışın denize göre planlanmasıyla ilgili ciddi çalışmalarımız var. Raylı sistem bir ana hat; ama ikinci ana hat olarak denizi kullanıp, karayı da bundan beslemek gibi düşüncelerimiz var.
-Şu anda deniz ulaşımının toplu taşımadaki payı nedir?
Yüzde 2,4 civarında.
-Peki, bir yakın plan hedefiniz var mı?
Başkanımız, yüzde 10 hedefini koydu. Bunun gerçekleşmesi için bütün imkânları seferber etmek durumundayız. Bu, ciddi bir hedef tabii. Detaylı hat analizleri yapıyoruz.
-Önümüzdeki süreçte Şehir Hatları’nda elektrikli vapurlar olacak mı?
Evet, kesinlikle. Olmazsa olmaz diyorum; çünkü küresel ısınma gibi bir sorunumuz var. Çevreci çalışmalar başlattık, elektrikli sistemlere geçilmesini planlıyoruz. Ancak kapsamlı bir çalışma gerektiriyor; iskeleler, bağlama alanları, şarj istasyonları ve sefer
sürelerinin birlikte düşünülmesi gerekiyor.
-Paşabahçe Vapuru’nun yeniden denizle buluşacağı haberi, başta Adalılar olmak üzere İstanbulluları çok mutlu etti. İstanbullular Paşabahçe’ye ne zaman kavuşabilecekler?
Kendi hâline bırakılmaktan dolayı vapur hayli kötü durumda. Ama biz o silüeti çok seviyoruz, tescilli de bir vapur. Teknik olarak Paşabahçe’nin kondisyonuna, elektrikliye dönüp dönemeyeceğine, seyir sahasının buna uygun olup olmadığına bakacağız. Vapurun sac işçiliği olacak, elektronik aksamı komple yenilenecek, boya, raspa yapılacak.
Çok heyecanlı bir süreç tabii. Hem Adalılardan hem İstanbul halkından ciddi reaksiyonlar oldu. Geri kazanılması konusunda kampanyalar başlatmışlardı. Bu konuda bize büyük moral ve motivasyon desteği oldular. Yapılan işin yerini bulması çok güzel.
-Çalışmaları tamamlandığında Adalar’a mı sefer yapacak?
Kesin karar vermedik. Somut olmayan kültür varlıklarının sergilendiği bir yüzen müze şeklinde de düzenleyebiliriz. Bir taraftan toplu taşımaya hizmet ederken bir müzeyi barındırsa çok güzel olur diye düşündük. Kendisi zaten tescilli bir müze. Ama filomuzda yer alacak. Zaten fazla vapurumuz da yok. Bir de zamanının en hızlı vapuru zaten.
-Şu an elimizdeki en eski vapur mu olacak?
Yaşça en eski, ama en yeni vapurumuz olacak.
-Adalar’da deniz ulaşımının 24 saat olması, Adalıları çok mutlu etmiş olsa gerek
Çok mutlu etti. Bence çok net ihtiyaçtı zaten. O bağlantıyı sağlamak Şehir Hatları’nın görevi olduğu için bir görevimizi yerine getirmiş gibi hissediyoruz.
-Moda Vapuru yenileme çalışmaları devam ediyor. Koltuk renklerinin belirlenmesinde vatandaşların fikrine başvurdunuz. Nasıl dönüşler aldınız?
Çok olumlu dönüşler geldi. Bunların hepsini yönetimimize destek olarak görüyorum. İnsan olarak fikrimizin sorulması umutlandırıyor, keyiflendiriyor. Hizmet ettiğimiz
insanlar vapurun esas sahipleri. Onların ne istediği, karar verme noktasında bizim işimizi kolaylaştıran bir şey. Şu anda belediyemizin üst yönetiminin vizyonunun tamamen bu olması bizi rahatlatıyor.
-İskelelerdeki kültür sanat faaliyetleri çok dikkat çekmeye başladı, yoğun ilgi olduğu görülüyor. Vatandaşların bu noktada ne tür talepleri var?
Bizde şu anda ikili bir çalışma var. İskelelerimizdeki etkinlikleri Kültür A.Ş düzenliyor. Biz uzun zamandır vapurda canlı müzik yapıyoruz. Kuzguncuk İskelemizde, İKSV ile KADAR tiyatro oyununu sahneliyoruz. Tiyatro, gösteri, kukla gibi iş birliklerimiz var. Canlı müzik haricinde vapurda kukla gösterisine de başlayacağız. Sanata her zaman açığız. İstanbul yaşasın, canlansın; biz bunun denizci tarafı olarak bir parçası olalım istiyoruz. Benim ayrıca çocuklarla ilgili, oyun kurmak gibi fikirlerim var.
-Nasıl bir oyundan bahsediyoruz?
Hazine avları tarzı şeyler olur ya. Şu anda henüz proje aşamasındayız. Olsa çok güzel olur diye düşündüğüm bir fikir. Bir iskeleden diğer iskeleye tanımların yapıldığı; bilmece, bulmaca çözerek, geze geze herhangi bir objenin bulunmaya çalışıldığı bir oyun. Bu şekilde biraz da oyunla birlikte insanlara denizi sevdirmek amacındayız. Vapurlarda çocuklar için bir şey yok; akıllı oyun alanları kurmak istiyorum. Maalesef çocuklar şu anda evde, okulda, daha çok içeriye mahkûmlar. Bunu biraz dışa döndürme noktasında deniz etkili olacaktır. Vapurla geçerken kuşların nasıl uçtuğuna şahit olacak; tarihî yapıları, estetiği görecek, belki fikir üretecekler.
Çocukları dinlemeyi çok seviyorum, çok farklı fikirler çıkıyor. Hiçbir şey olmasa bile en
azından dışarı çıkıp doğayı görecekler; tabletlerinden, telefonlarından başlarını kaldıracaklar. Ben İstanbul’dayım diyebilmelerini istiyorum.
-Mehtaplı Geceleri eski hâliyle yaşatmayı düşünüyor musunuz?
Elbette, Boğaz turlarını daha keyifli hâle getirmek istiyoruz; müzikle, ikramlarla, bilet fiyatlarında bazı düzenlemelerle ve hizmet kalitesini artırarak bunu yapabiliriz. Keyifse bunu gerçekten keyifli hale getirebiliriz.
-İstanbulluların talepleri konusunda çok hassassınız. Sizin onlardan bir beklentiniz var mı?
Vapurlarımıza sahip çıkmalarını bekliyoruz. Denizin içinde olmakla denizi izlemek çok farklıdır. Vapurda hiçbir engel olmadan İstanbul silüetini izleyebiliyorsunuz. Bu nedenle vatandaşlarımızı bu keyfi yaşamaya; çaylarını yudumlarken Boğaz havası almaya davet ediyoruz.