Okyanuslara Yönelik Sorunlara Dikkat Çekmek Amacıyla Düzenlenen “12. Monako Okyanus Haftası”nda, Okyanuslar Üzerine Söylem Üreten Sanatçılara/Yönetmenlere ve Tasarımcıların Yenilikçi Çalışmalarına Da Yer Veriliyor.
12. Monako Okyanus Haftası, 22 Mart – 28 Mart 2021 tarihleri arasında düzenleniyor.
Etkinlikte, okyanusların var olan durumu üzerine bilim insanlarının ve politika üreticilerin görüşleri, önerileri gündeme getirilerek, çözüm yolları masaya yatırılıyor.
Ayrıca, etkinlikte okyanuslar üzerine söylem üreten sanatçıların, yönetmenlerin ve tasarımcıların da çalışmalarına yer veriliyor.
Monako Hükümetinin desteği ile gerçekleştirilen etkinlik, “Monako Prensi II. Albert Vakfı”, “Monako Oşinografi Enstitüsü”, “Monako Bilim Merkezi” ve “Monako Yat Kulübü” tarafından düzenleniyor. Monako Prensliğinin deniz ekosisteminin korunmasına yönelik çalışmaları, 1911 yılında Oşinografi Enstitüsünün, Monaco Prensi I. Albert tarafından kurulması başlıyor ve ardından 2006 yılında Monako Prensi II. Albert tarafından Monako Vakfı’nın temellerinin atılması ile günümüze kadar kararlıkla sürdürülüyor.
Gezegenimizi ve özellikle okyanusları tehdit eden çevresel sorunlara yönelik farkındalığın arttırılmasını amaçlayan “Monako Okyanus Haftası”, yerel ve uluslararası uzmanları, bilimsel toplulukları, uzmanları, STK’ları ve kamu otoritelerini, Monako prensliğinde bir ara getiriyor. Gündeme alınan konular; özellikle yenilikçilik, araştırma ve mavi ekonominin geliştirilmesi başlıklarını içeriyor. Monako Oşinografi Müzesi konferans Salonunda düzenlenecek etkinlikler, İngilizce ve Fransızca dillerinde gerçekleşecek.
Etkinlikte, okyanuslara ilişkin olarak bilim insanlarının, yöneticilerin, politika üreticilerinin görüşleri dile getirilirken; aynı zamanda tasarımcıların yenilikçi yaklaşımları ve sanatçıların söylemleri de önemli içerikler ile yer alıyor.
-22 Mart/Pazartesi günü Monako Prensi II. Albert Vakfı tarafından düzenlenen Runa Ray‘in “Sürdürülebilir Moda Sanal Müzesi” başlıklı çalışması yer alıyor. Hindistan doğumlu Runa Ray, Moda çevrecisi ve dallararası (disiplinlerarası) bir tasarımcı olarak modayı, eylemci (akticvist) bir yaklaşımla kullanıyor. Tasarımcının üretimleri, sürdürülebilirlik ve moda ve iklim değişikliği ile olan ara kesit içinde biçimleniyor.
-23 Mart/Salı günü “Üç Boyutlu Yazıcılarla Üretilen Yapay Resifler: Biyoçeşitlilik İçin Yenilikçi Araştırma Araçları” sanal ortamda ve canlı olarak gerçekleştirilecek.
-“Okyanusların altındaki sesi keşfetmek”, etkinliği, suyun altındaki sessiz olduğunu düşündüğümüz dünyanın seslerini duymamıza olanak sağlıyor. Etkinlik, 23 Mart/Salı günü sanal ortamda ve canlı olarak gerçekleştirilecek. Öncesinde 8 ve 15 yaşları arasındaki öğrencilerin merak ettikleri soruları sorabilmeleri amacıyla Monako Okyanus Haftası internet sitesinde bulunan formu doldurarak göndermeleri gerekiyor.
-Monako Yat Kulübü tarafından 25 Mart Perşembe günü düzenlenen “La Belle Sınıfı Süperyatlar Çevresel Sempozyumu”, “Yeni Enerji Kaynakları ve Karbon Emisyonları : Yatçılık geleceğine bakıyor” ana teması altında düzenleniyor.
Oturumda şu konular ele alınıyor:
EODev’in CEO’su Jérémie Lagarrigue, “Hidrojen Gelişimine Genel Bakış: Yatçılık Hizmetlerine Bir Çözüm Olabilir mi?”
“Energy Observer”in kurucusu, başkan ve kaptan, Victorien Erussard, “Keşif Yolculuğu ve Yolculuğun Laboratuar Gemisi Üzerine Sunum” başlıklı konuşmada; hidrojen, güneş ve rüzgar enerjisinin kullanıldığı tekne ile 2019 yılında çıktığı yolculuğu anlatacak.
Mike Horn, kendisi ile gerçekleştirilen söyleşide, hidrojen teknolojisi ile donatılan “Panagea” adlı yelkenli tekne ile çıktığı yolculuğa ilişkin deneyimlerini paylaşacak.
“Süperyatların emisyonlarını azaltmak için etki ölçümü” başlıklı sunum SEA Index ve YETI tool tarafından gerçekleştirilecek.
Gazeteci ve belgesel yönetmeni Guillaume Pitron ile “Elektrikli Tahrik Sistemi, Yeşil Teknoloji ve Nadir Metaller” üzerine bir söyleşi gerçekleştirilecek.
-“Sphyrna Odyssey Görev Yolculuğu 2019-2020 Basın Toplantısı” 26 Mart Cuma günü cevrimiçi olarak gerçekleştirilecek.”Sea Proven”, “Marine & Océans Dergisi” ve Tulon Üniversitesi bünyesinde yer alan “Bilgisayar Bilimleri ve Sistemleri Laboratuarı” (Laboratoire d’informatique et systèmes- LIS) tarafından başlatılan “Sphyrna Odyssey Görev Yolculuğu”, 2020 yılında Monako’da sona ermişti.
Eylül 2019 yılında Monako Prensi II. Albert Vakfı’nın, Monako Keşif Topluluğu’nun ve ACCOBAMS’ın ana desteği ile başlatılan proje, Fransa’da ilk defa gerçekleştirilen otonom bir gemi ile okyanus geçişini sağlamak amacını güdüyordu. “Sea Proven” tarafından tasarlanan, bu zamana kadar üretilen en büyük, iki adet OLG (Otonom Laboratuar Gemisi) çok sayıda sensörlerle ve ayrıca 2000 metreye kadar derinlikteki deniz memelilerin seslerini kaydedebilecek son derece duyarlı hidrofonlar ile donatılmıştı.
Güneş, rüzgar ve hidrokardon enerjisi ile doldurulabilen bir elektrik motoru ile çalışan, bir tondan daha fazla donanım taşıma kapasitesi bulunan “Sphyrna 55” (17 metre) ve “Sphyrna 70” (21 metre), adlı bu otonom tekneler, çıktıkları bu görev yolculuğunda, karmaşık sualtı biyoakustik görevlerine uyalanabilirliklerini ve Batı Akdeniz sularında karşılaştıkları zorlu kış koşullarına karşı olan dayanıklıklarını kanıtlamış oldular.
Tulon Üniversitesi ve Fransa Üniversite Enstitüsü’nden akustik uzmanı ve Sphyrna Odyssey Görev Yolculuğu’nun bilimsel yöneticisi Profesör Hervé Glotin, Monako Okyanus Haftası’nda, bu yolculuğa ilişkin hazırlanan bilimsel belge üzerine görüşleri, proje takım arkadaşları ile birlikte sunacak.
-26 Mart Cuma günü film yapımcısı Cristiana Bontemps‘in 2014-2019 yılları arasında dört yıl süren gezilerini onu alan “Kutup Bölgesinde Karşılaşmalar” belgeseli, kutup bölgesini ve kutup ayılarını konu alıyor. Belgesel çevrimiçi olarak izlenebilecek.
(Kaynak: monacooceanweek.org)
M. Bailey’in “The Art Newspaper”da Kaleme Aldığı Makale, Van Gogh’un ‘Mavnalar’ Adlı Yapıtını Tarihsel Olarak ve Biçim-İçerik Açısından Değerlendiriyor.
Van Gogh uzmanı Martin Bailey’in, “The Art Newspaper” için kaleme aldığı makalede, Amerikalı tanınmış iş adamı Sheldon Solow‘un koleksiyonunda bulunan Van Gogh’un “Mavnalar”(1888) adlı tablosunu değerlendiriyor.
Yazı, sanatçının Arles kentine ve Ren Irmağı üzerinde küçük ölçekli taşımacılık yapan mavnaları betimlediği tablosunun tarihsel olarak izini sürerken; aynı zamanda yapıtı biçim ve içerik olarak ta inceliyor. Öte yandan yazı, bu tablonun parçası olduğu ve halka kapalı olması nedeniyle çeşitli söylentilere yol açan “Solow Sanat ve Mimarlık Vakfı” koleksiyonunu da masaya yatırıyor.
Martin Bailey – 05 Şubat 2021 -“The Art Newspaper”
New York‘lu gayrimenkul geliştirme uzmanı milyarder Sheldon Solow geçen Kasım ayında yaşamını kaybetmişti. Solow‘un sahibi olduğu Sandro Botticelli‘nin “Madalyon Tutan Genç Adam” (yaklaşık 1475) adlı tablosu, Sotheby’s‘in düzenlediği 28 Ocak tarihindeki müzayedede adı açıklanmayan bir alıcı tarafından 92 milyon dolara satın alınmıştı. Solow ailesi adına kurulan “Solow Sanat ve Mimarlık Vakfı”; Boticelli‘nin bu tablosunun dışında; Matisse, Miró, Lichtenstein, Basquiat ve Van Gogh gibi önemli ressamların yapıtlarını da mülkiyetinde bulunduruyor.
Van Gogh – Mavnalar (Ağustos – Ekim 1888)
Solow‘un koleksiyonunda yer alan Van Gogh’un “Mavnalar” (1888) başlıklı önemli yapıtı, daha önceden 2007 ölen Amerikalı yat yarışcısı ve yazar Carleton Mitchell‘in koleksiyonunda bulunuyordu. Solow, Van Gogh‘un bu tablosunu Mitchell‘den 2005 yılında satın almıştı. Mitchell‘in bu tabloyu sevmesinin başlıca nedeni, kuşkusuz; kendisinin işe, ilk defa Miami‘deki bir gemi yükleme indirme şirketinde başlamış olmasının olduğu düşünülebilir.
Van Gogh‘un, gün batarken; Arles‘te bulunan iskeledeki mavnaların taşıdığı kumu bir an önce boşaltmak için, sağa sola seyirten istifçileri betimlediği tablosunda; güneş, kıpkızıl bir gökyüzünün altında, Ren Irmağının kıyısındaki küçük bir kasaba olan Trinquetaille‘in silüetinin ardında batıyor. Burası Lamartine Meydanı‘ndaki yaşamakta olduğu Sarı Ev’e beş dakikalık bir yürüyüş uzaklığında olması nedeniyle; Van Gogh betimlemek istediği manzaranın karşısında şövalesini tam olarak nereye konumlandıracağını iyi seçmişti.
İlginç biçimde, neredeyse Van Gogh ile aynı zaman diliminde tam da bu nokta, bir iş ziyareti nedeniyle Provence‘ta bulunan ve Arles‘ten geçmekte olan Amerikalı sanatçı Joseph Pennell‘in de ilgisini çekmişti. Penell, Ren Irmağından karşıya bakmak yerine, birazcık daha yükseğe, setin üzerine çıkarak, ırmağın aktığı yöne doğru yüzünü – Arles‘in tarihi merkezine – doğru çevirmiş ve burayı daha geleneksel bir görünüm içinde betimlemişti. Sanatçı “Arles’in Irmaktan Görünümü” başlığını taşıyan bu çizime, “Eylül 1888” tarihini düşmüştür.
Olasılıkladır ki, Van Gogh, “Mavnalar”ı, 1888 yılının Ağustos ve Ekim ayları arasındaki bir tarihte çizmişti. Öte yandan bir zan olmakla beraber; her iki sanatçının, içlerinden birinin orada çizim yapmakta olduğu bir anda, karşılaşmış olma olasılığı da akla yatkın gelmektedir.
Joseph Pennell’in Arles kentinin Ren Irmağından görünümü (Eylül 1888) – görsel, “Century Dergisi”nde basılmıştır (Temmuz 1890)
Penell, oldukça büyük boyutlardaki bir mavnayı (olasılıkla kömür taşıyan) betimlerken, Van Gogh, küçük boyutlardaki kum taşıyan bir mavnaları, yapıtına taşımıştı.
Van Gogh, izlenimci anlayış çerçevesinde resim yapmasına karşın, bu yapıtta seçtiği renklerin tonlarının ve doymuşluklarının çok daha keskin olduğu görülüyor. Çabuk değişen gün ışığını ve buradaki görünüme olan etkisini yakalayabilmek için Van Gogh, bu resmi çizerken aceleci davranmak zorunda kalmış olmalıdır. Zaten büyük olasılıkla, resmi tamamlamak için kullandığı son fırça vuruşlarında da artık karanlık iyiden iyiye çökmüş olmalı.
Van Gogh hakkında basında çıkan en erken haberlerden biri Arles‘te yayımlanan, 30 Eylül 1888 tarihli L’Homme de Bronze gazetesinde yer almaktadır. Haberde sanatçıyla ilgili şu sözcükler yer almaktadır: “İzlenimci ressam Bay Vinsent’in, akşamüstü saatlerinde gaz lambası ışığı altında resim yaptığı tarafımıza belirtilmiştir.” Buradan da anlaşılacağı gibi Van Gogh’u burada çalışırken gören meçhul kişi, olasılıkla sanatçıyı şövalesi ile burada resim yaparken görmüştü.
1920’li yıllara dek geri götürülebilecek bir söylentiye göre, Van Gogh gün batımının ardından çalışabilmek için yeterli aydınlığı sağlayabilmek amacıyla, giydiği şapkanın kenarlıklarına mumlar yerleştiriyordu. Fransiko Goya‘nın da, 1790’lı yıllarda kendisini betimlediği tablosunda görüldüğü üzere, benzer bir yöntem uygulamıştır. Ancak kullanım açısından zorluklar doğuran hatta tehlikeli de olan bu yöntem nedeniyle, Van Gogh son zamanlarda bu gaz lambasını, resim yüzeyini, aydınlatmak amacıyla kullanmaya başlamıştı.
Van Gogh – Mavnalar (Ağustos – Ekim 1888) “Thyssen-Bornemisza Ulusal Müzesi” – Madrid
Van Gogh, mavnaları konu aldığı, daha küçük boyutlu bir başka resim daha yapmıştır. Figürlerin dizilimini farklılaştırdığı bu resim, günümüzde Madrid‘teki “Thyssen-Bornemisza Ulusal Müzesi”nde bulunmaktadır.
Van Gogh – “Ren Irmağı Üzerinde Yıldızlı Bir Gece” (Ekim 1888) “Orsay Müzesi” – Paris
Mavnaları betimlediği iki çalışmayı da tamamlamasının ardından; kısa bir süre sonra Van Gogh, en çok sevilen yapıtlarından biri olan “Ren Irmağı Üzerinde Yıldızlı Bir Gece”yi, (1888) yine aynı noktadan tablosuna aktardı. Bir Amerikalının gezi makalesi için hazırladığı yerbetimsel (topografik) görsel ile Van Gogh’un kendi düşgücünde kurguladığı kompozisyon arasında çok büyük bir farklılık olmamasına karşın; burası, aslında Penell’in yukarıda sözü geçen çalışması ile aynı bakış noktası. Bir farkla ki; Van Gogh, tablosunda rıhtımda gezinen iki sevgiliyi ve uzaktaki bir sıra halinde dizilmiş gaz lambalarının yansıması ile görülebilir olan bir çift mavnayı da tablosuna eklemiş. Van Gogh‘un Büyük Ayı Takım Yıldızını da betimlediği bu Ren görünümü, sonrasında daha da tanınmış bir yapıt olan ve günümüzde New York Modern Sanatlar Müzesi koleksiyonunda ye alan “Yıldızlı Gece” tablosunun da bir öncülü olacaktı. Sanatçı, bu tabloyu Saint Remy‘deki akıl hastanesine yerleşmesinin ardından 1889 yılının Haziran ayında boyamıştır.
Van Gogh tarafından mavnaların betimlendiği bu tabloların büyük boyutta olanı, günümüzde “Solow Sanat ve Mimarlık Vakfı”nın mülkiyetinde. Ancak bu tablonunda içinde bulunduğu koleksiyonun kamuoyuna açık olmaması, uzunca bir süredir dikkat çeken bir konu. Hatta bu noktaya dikkat çekebilmek bu yapıtların görülememesine bir az espriyle biraz da yergiyle ele alan bir de internetsitesi bulunuyor.
2005 yılında “Solow Sanat ve Mimarlık Vakfı”, o dönemki değerinin yaklaşık olarak 20 milyon dolar olduğu tahmin edilen “Mavnalar”ın %80’lik bir bölümünün sahibi oldu. 2018 yılına gelindiğinde bu oran 100% arttı ve Van Gogh’un tablosu değerine ikiye katlayarak 40 milyon dolarlık bir değer artışı sağladı.
Vakfın 2018 yılındaki resmi muhasebe kayıtları, kuruluşun yaklaşık olarak 350 milyon dolarlık toplam değere sahip tablo koleksiyonuna sahip olduğunu gösteriyor. Solow‘un sanatçı ve tasarımcı olan dul eşi Mia Fonssagrives, kurulacak özel bir müze ile birlikte koleksiyonda yer alan tabloların sanat izleyicileri tarafından görülebileceğini belirtiyor.
Van Gogh‘un bir diğer tablosunun, L’Allée des Alyscamps (Ekim 1888 tarihli) başlıklı önemli yapıtının da Solow’un, koleksiyonunda, büyük bir olasılıkla bulunduğu düşünülüyor. Yapıt, 2015 yılında Sotheby’s müzayede evi tarafından düzenlenen bir açık arttırmada 66 milyon dolara Bir Asyalı koleksiyonere satılmıştı. Sotheby’s gizli kalmak isteyen alıcıların ve satıcıların adlarını açıklamadığı için; tablonun Solow adı ile olan bağı, şimdilik ancak bir söylenti olarak kalıyor.
Artık bundan sonra yapılması gereken tek şey, Solow‘un ölümünün ardından eşi Fonssagrives‘in sözünü ettiği müzenin kurulması için göstereceği çabayı, başarılı biçimde sonuçlandırmasını ummak kalıyor. Botticelli‘nin Solow‘un koleksiyonunda yer alan tablosu, yakın zamanda düzenlenen bir müzayedede satılarak artık el değiştirmiş olabilir; ancak uzun yıllar kişisel bir koleksiyonun parçası olarak, saklı kalan Van Gogh‘un tablosunu gün ışığına çıkararak, sergilemek, Solow’un anısını onurlandırmak için kuşkusuz en anlamlı tutum olacaktır.
(Kaynak: theartnewspaper.com)
Hokusai’nin “Dev Dalga” Adlı Baskısı, Christie’s Müzayede Evinin Düzenlediği Açık Arttırmada 1.9 Milyon Dolara Satıldı.
Christie’s müzayede evinin Kore ve Japon sanatı üzerine New York’ta Salı günü düzenlediği açık arttırmada 187 lot, toplamda 9.7 milyon dolara satıldı.
Japon sanatçı Hokusai’nin ünlü yapıtı, bu arttırmada, beklentinin üzerindeki rakamın üzerine çıkarak, 2002 yılındaki rekorunu aştı.
Katsushika Hokusai‘nin, arka planda Fuji Dağını betimlediği, Tokyo‘lu kayıkçıların dalgalar karşı mücadelesini konu alan 1831 tarihi “Kanagawa Açıklarında Büyük Dalganın Altında“, Japon sanatçının en tanınmış yapıtı ve tüm dünya tarafından bilinirliğe sahip. Hokusai’nin 1800’lü yıllarda görülmeye başlanan dalga konulu baskıları, en ünlü çalışmaları arasında yer alıyor. Bu yapıtların Avrupa sanat piyasalarına girmesi ise; 19. yüzyılların ortalarında olmuştur. Baskının üretildiği bu dönemlerde maddi sıkıntılar içinde bulunan sanatçı, artık çoktan yetmişli yaşlarına ulaşmıştı.
Yapıt, düzenlenen açık arttırmada 1.9 milyon dolara, satılarak; satış öncesi öngörülen en düşük rakam olan 150.000 doları, 10 kat aşmış oldu. Hokusai’nin yapıtı için bir önceki rekor satış rakamı 2002 yılında gerçekleşmişti. “Büyük Dalga”nın da arasında bulunduğu, Fuji Dağının görünümlerini içeren, Fransız sanat simsarı Huguette Berès’in koleksiyonun bir parçası olan kitap, Sotheby’s Paris müzayede evinde 1.47 milyon dolara satılmıştı.
Açık arttırmada Hokusai’nin başka yapıtı daha yer aldı. Sanatçının bir şelaleyi betimlediği, Mino no Kuni Yoro no taki (Mino’daki Yoro Şelalesi) satış öncesi ön görülen en düşük rakam olan, 10.000 doları aşarak 100.000 dolara alıcı buldu.
(Kaynak: artnews.com)
Another print by Hokusai, Mino no Kuni Yoro no taki (The Yoro waterfall in Mino Province), depicting a waterfall, sold for $100,000, 10 times its low estimate of $10,000.
Atilla Alp Bölükbaşı’nın “Mavi Çığlık” Adlı Fotoğraf Sergisi, Bakraç Sanat Galerisi’nde Açıldı.
Atilla Alp Bölükbaşı’nın deniz üzerinde süregelen yaşamı farklı boyutlarıyla aktardığı “Mavi Çığlık” adlı fotoğraf sergisi, Bakraç Sanat Galerisi’nde açıldı.
Bölükbaşı‘nın 47. kişisel fotoğraf sergisi olan “Mavi Çığlık”, farklı zamanlarda çekilmiş, balıkçıların yaşam mücadelesini, denize ve kıyıya ilişkin öğeleri ve deniz canlılarını anlatan 47 adet fotoğraf içeriyor.
“Motorların sesi, ağa takılan balıklar, limanlarda sabahın ilk saatlerinde yaşama gülen balıkçılar her gün ayrı bir hikaye yazarlar ve bizler onların hikayelerini sadece kareleriz. Deniz yaşamının özel atmosferini yansıtmak için ben de yıllarca süren bir emek verdim aslında. ” sözcükleri ile Bölükbaşı, bu serginin özel bir konuya ilişkin uzun bir gözlem sürecinin sonucunda ortaya çıktığını belirterek, “Mavi Çığlık” metaforunun kendisi için anlamını şöyle aktarıyor:
“Her ışık ve zaman içimde titreyen bir heyecandır. Fotoğraf, hele deniz ve kayıklar, içime çektiğim deniz kokusu, uykumu bölen renk çağrısı…Mavi Çığlık aslında benim de çığlığımdır. Bu sergi mavi çığlığa can veren serüveni anlatıyor.“
Sergi, 02 Nisan 2021 tarihine kadar Kozyatağı Bakraç Sanat Galerisi‘nde görülebilir.
(Kaynak: aa.com.tr)
İstiklal Marşı’nın, 100. yılı, GESTAŞ Feribotlarında, Mehmet Akif Ersoy’u ve İstiklal Marşı’nı Konu Alan Tiyatro Oyunları İle Kutlanacak
2021’in “İstiklal Marşı ve Mehmet Akif Ersoy Yılı” olarak belirlenmesi nedeniyle, GESTAŞ Deniz Ulaşım, 12 Mart 2021 tarihinde sefer yapan feribotlarda tiyatro oyunları düzenleyeceğini duyurdu.
İstiklal Marşı‘nın, Ulusal Marş olarak kabul edilişinin 100. yılı nedeniyle gerçekleştirilecek olan kutlama etkinliklerinde, 10 kişiden oluşan tiyatro sanatçıları; Mehmet Akif Ersoy‘u ve İstiklal Marşı’nı konu alan kısa oyunlar sahneleyecek. Tiyatro etkinliği; Lapseki-Gelibolu hattında dört gemide, Çanakkale-Eceabat hattında iki gemide, Kabatepe-Gökçeada hattında karşılıklı birer seferde, Çanakkale iskelesi yolcu salonunda ve “Lapseki” adlı gemide gerçekleştirilecek.
(Kaynak: canakkalehaber.com)
Türk Denizlerinden Toplanan Balıklarla Oluşturulan “Balık Müzesi” Koleksiyonu, Türkiye Adına Önemli Bir Birikimi İçeriyor
İstanbul-Fatih’te bulunan Su Ürünleri Kooperatifi yerleşkesinde bulunan balık müzesinde 450’den fazla balık türü, koruyucu bir sıvı ile dolu olan akvaryumlarda ve kavanozlarda sergileniyor.
Kooperatifin eski başkanı Haydar Deniz tarafından, 1994 yılında temelleri atılan müze, yıllar içinde gelişerek bugünkü varsıl birikime ulaştı. 40 metrekarelik bu küçük müzede, bugün 450’den fazla balık türü sergileniyor. Marmara, Akdeniz, Karadeniz ve Adalar Denizinde tutulmuş balıklar arasında 60’lı yıllarda yakalanmış olan balıklar da yer alıyor.
“Bilinmeyen Ama Aslında Bilinen Bir Müze”
Fatih Su Ürünleri Kooperatifi Başkanı Mustafa Gümüşoğlu, balık müzesinin Dünyada ve Türkiye‘de konuya ilgi duyanlar tarafından tanındığını belirterek; sözlerine, müzenin hem ülkemizde hem de dünyada benzerinin olmadığını ekliyor.
“Herkesin ilgisini çekiyor İstanbul’un, Türkiye’nin birçok yerinden hatta National Geopraphic’ten bile geldiler, burada çekim yaptılar.” diyen Gümüşoğlu sözlerini şöyle sürdürüyor, “Bilinmeyen ama aslında bilinen bir müze. Dünya üzerinde, hiçbir su ürünleri kooperatifinde böyle bir müze ve balık envanteri yok. Bu kadar balık çeşidinin bir arada bulunduğu bir yer, Türkiye Cumhuriyeti’nde de yok. Burası yapılırsa, o anlamda da ilk olacak. Bu kadar balığı bir araya getirmek 30-35 sene.“
Müzede yer alan; Marmara, Akdeniz, Karadeniz ve Adalar Denizinde tutulmuş balıklar arasında 60’lı yıllarda yakalanmış olan balıklar da yer alıyor. Ayrıca sergilenen bu türlerin arasında bilinçsiz avlanma ve çevre kirliliği gibi pek çok nedenden dolayı, denizleri terk etmiş olanlar olduğu gibi soyu tükenmiş balık örnekleri de bulunuyor. Ancak, bu değerli birikimin sergilenebilmesi ve yaşatılarak geleceğe aktarılması için, desteğe gereksinim bulunuyor. Gümüşoğlu müzede bugün var olan durumu şöyle anlatıyor:
“Birçok tür artık kavanozlarda çürümeye başlamış. Bir yerden sonra imha olmuş vaziyete gelecek. Bir an önce buraya bir müdahalede bulunup korunaklı hale getirmek lazım. Kavanozlarının, sularının değişmesi lazım. Bunlar da uzmanların yapacağı işler. Uzmanlar da Su Bilimleri Fakültelerinde. Kavanozların içindeki sular çok özel. Bir an önce müdahale edilmesi lazım” Ancak bu koşullar ile yüzleşen kooperatifin olanakları yetersiz; bu nedenle, Bakanlıktan, İstanbul Valiliğinden ve üniversitelerin su bilimleri fakültelerinden destek bekliyorlar.
“Balık Müzesi” İçin Yeni Bir Yapı Gereksinimi
Gümüşoğlu, balık müzesinin mekansal gelişimini ve var olan mekansal yetersizliği kısaca, şu sözler ile özetliyor: “İlk kurulduğu zamanlar, burada ufak bir oda; derken, limanın üst tarafına yer yapılmıştı. Geçmiş dönem belediyeler de onu yıkıyorlar, o zaman daha güzel ve halka açık gibi bir yerdi burası. Yıkılınca, bugün bu haline kadar kendi imkanlarımızla muhafaza ettik ama tabii yeterli değil.”
Ancak Türkiye’nin önemli bir kültür birikimini taşıyan müzenin daha iyi bir yapıya kavuşması, ülkemizi açısından önemli. Gümüşoğlu bu konuda oluşan beklentiyi şöyle dile getiriyor: “Buranın daha güzel, korunaklı bir hale getirilmesini herkes istiyor. Fatih Su Ürünleri Kooperatifi olarak buna gücümüz bir yere kadar yetiyor. Burası sonuçta bir balıkçı barınağı. İnşallah hayata geçireceğimiz bir proje var. Olursa, burası çok güzel olacak.“
(kaynak: sozcu.com.tr)
Sanat Tarihçisi Uras Kızıl’ın, A. Laitinen’in “Bu Benim Adam” Başlıklı Video Performansını Konu Alan Yazısı, Sanatçının Baltık Denizi’nde İnşa Ettiği Yapay Adayı Ortaya Çıkaran Performansın Düşünsel Temellerini İrdeliyor
Fin sanatçı Antti Laitinen’in Borusan Contemporary’nin koleksiyonunda bulunan “Bu, Benim Adam” (2007) adlı üç kanallı video/performansı üzerine sanat tarihçisi-eleştirmen Uras Kızıl’ın kalem aldığı, değerlendirme yazısı, sanatçının işlerini genel bir çerçeveye oturtarak; Baltık Denizi’nde kum çuvalları ile inşa edilen yapay bir adayı odağına alan performansı ortaya çıkartan düşünsel temelleri ortaya koyuyor.
“Başka Bir Yer / Başka Bir Şimdi” başlıklı bu yazı, ilk olarak 2021 Şubat ayında Borusan Contemporary Blog’da yayınlanmak üzere Borusan Contemporary tarafından sipariş edilmiştir. Yazı, Borusan Contemporary’nin izniyle “Denizci Toplum”da yayınlanmaktadır.
Başka Bir Yer / Başka Bir Şimdii
Uras Kızıl
“Özgürlük, istediğimiz herhangi bir şeyi, her şeyi düşlemek ve yapmak demektir.“ii
Gündüz Vassaf
“Manzara Resminin Dönüşümü” başlıklı yazı dizisinin ikinci metni, Antti Laitinen‘in Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’nda yer alan Bu Benim Adam (It’s My Island) isimli video-performans çalışmasını merkezine alır; metodolojik olarak eylem, süreç ve yüce kavramları üzerinden söz konusu işi tartışmaya açar.
Finlandiya merkezli Antti Laitinen‘in erken dönem çalışmalarına baktığımızda, insan-doğa ilişkisinin/geriliminin sanatçının pratiğini ne denli meşgul ettiği rahatlıkla fark edilir. Doğayı bir sanat nesnesine dönüştürme ve içerisinde çalışılacak bir alan olarak yeniden tesis etme arzusunun ilk izleri, Laitinen‘in erken tarihli Çıplak İhtiyaçlar (Bare Necessities, 2002) işinde görülür. Kariyerinin erken dönem işlerinden biri olmasına rağmen, sonraki çalışmaları için bir izlek teşkil eden Çıplak İhtiyaçlar, doğada tüm zorluklara karşı tek başına olan sanatçının, kıyafet gibi ikincil unsurlardan arındırdığı bedeninin sınırlarını zorlar; doğada olmayı/yaşamayı ilk elden deneyimlediği performans temelli bir çalışmadır.iii Bu çalışma, Laitinen’in sonraki üretimlerinde göreceğimiz performans, “happening” (oluşum), video sanatı ve kavramsal sanat gibi çeşitli pratiklere göndermede bulunması, onlardan izler taşıması, farklı sanat medyumlarını tek bir sürece eklemlemesi ve Bu Benim Adam işini öncelemesi bakımından son derece kritik bir eşikte durur.
Antti Laitinen, It’s My Island / Bu Benim Adam, 2007, Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu.
Sanatçı ve Borusan Contemporary’nin izniyle.
2007 tarihli Bu Benim Adam da Antti Laitinen‘in doğayla girişilen mücadeleyi sanatsal bir eylem olarak açımladığı işlerine örnektir. İşin tetikleyici unsuru, kuşkusuz, adından da anlaşılacağı üzere Laitinen’in Baltık Denizi üzerinde yapay bir ada inşa etme düşüncesinden ileri gelir. Laitinen, kıyı şeridinden aldığı kum dolu torbaları bir ada oluşturacak şekilde denizin ortasına yerleştirir. Bu süreç, ada kıyıdan görünene kadar devam eder. Bu noktada Baltık Denizi‘nin dondurucu soğuğunu ve bölgenin dalgalı yapısını özellikle göz önünde bulundurmak gerekir.iv Tüm elverişsiz ve yıpratıcı koşullara, şiddetli dalgaların engellemesine rağmen Laitinen, tahayyülündeki adayı inşa eder. Laitinen‘in bu performatif eylemi, 19. yüzyıl İngiliz Romantik ressamlarından William Turner‘ın dalgalı denizlere adeta fırlatılmış görünen gemi kompozisyonlarından birini resmedebilmek için kendisini fırtınalı bir denizde -ölüm riskine rağmen- saatlerce gemi direğine bağlatmasını akla getirir.v Bu türden bir eylem bedenin sınırlarının sonuna kadar zorlanması anlamına gelebileceği gibi, yapılan işin/eylemin doğanın içerisinden bizzat kavranması için bir girişim olarak da değerlendirilebilir. Dalgalı deniz tarafından yutulabilme olasılığına rağmen üç ay boyunca aralıksız şekilde aynı noktadan alınan kum torbalarıyla gerçekleşen inşa süreci, hem tekerrür eden bir performans hem de deneyimin sürece aktarımı olarak yorumlanabilir.
Bu Benim Adam, işini manzara resmine yakınlaştıran etmen, adanın inşa sürecinde videoya alınan ve sonrasında fotoğraflanan görüntülerin manzaraya içkin oluşudur. Manzaranın eyleme dökülmüş hali, dalgalı deniz resminin güncel temsili olarak okunabilir. Tüm süreç boyunca videoya alınan görüntüler, izleyiciye genişletilmiş bir manzaranın tezahürü olarak sunulur. Nitekim, manzaranın erken dönem etimolojik tanımlaması da “doğa manzarasının genişletilmiş bir görünümünü temsil eden resim”e göndermede bulunur.vi Özellikle 19. yüzyıl Kuzey Romantizmi‘yle birlikte manzaranın estetik bağlamı geleneksel güzellik anlayışından sıyrılır ve resim dış dünyanın görülen gerçekliğinin bir kopyası olmayı yavaş yavaş reddeder. Manzarayı ele alma biçimindeki bu değişim Arazi Sanatı‘yla (Land Art) birlikte çeşitlenir; manzaranın tanımı farklılaşır. Arazi Sanatı, en temelinde genişletilmiş, büyük boyutlu bir manzara resmini imler. Sanatın nesnesi de, yapıldığı yer de bizatihi doğa olur. Laitinen’in işleri için de durum bundan farksızdır. Sanatçı, kariyerinin erken döneminde, bir stüdyosu olmadığı için doğaya gittiğini, doğada sanat üretmek için sınırsız kaynak olduğunu söyler.vii Dışsal bir temsil sunmak yerine, tıpkı Turner anektodunda olduğu gibi içeride olmayı yeğler. Bu durum aynı zamanda öznenin konumunda yaşanan bir değişime, yani sanatçının dış dünyayı algılayışındaki dönüşüme işaret eder. Bu algılama biçimi bir tür yeniden yorumlama ya da yeniden tanımlama olarak ifade edilebilir. Denizin ortasına bir ada inşa etme fikri romantik bir jest olarak okunabileceği gibi, verili/bilinen gerçekliğin yeni baştan kurgulanması anlamına da gelebilir. Donna Haraway‘in “spekülatif anlatı” önermesinde olduğu gibi, Laitinen de ada fikriyle kendi anlatısını ve hikâyesini yazar. Bu anlatının içerisindeki ada başka canlılar için bir uğrak noktası olur. Kuşların gidecekleri yere varmadan önce soluklanacakları bir istasyon halini alır.
Bu Benim Adam videosu, kara çizgisinin olmadığı, kadrajda yalnızca uçsuz bucaksız bir deniz ve gökyüzünün yer aldığı bir görüntüyle açılır. Karanın olmadığı bir perspektifte mekân sonsuza doğru uzatılırken, söz konusu sonsuzluk, izleyicinin gözünü uzaklara ve mutlak boşluğa yönlendirir. Bu türden bir eğilim, Caspar David Friedrich‘in Deniz Üzerinde Gün Doğumu resminde olduğu gibi denizin her şeyi soğuran bir element olarak tasvir edildiği, Robert Rosenblum‘un ifadesiyle “hiçlik imajlarını” anımsatır.viii Öte yandan, denizin üzerinde sonsuzluğa uzanan kasvetli ve puslu gökyüzü, “yüce” kavramı bağlamında, izleyiciye ister istemez tedirgin edici bir estetik hazzı duyumsatır. Bunda Kant‘ın tabiriyle “dinamik yüce”nin, yani dalgalı denizin statik bir yapısallıktan ziyade manzarada bir dinamizm yaratıyor olmasının payı yüksektir. Denizin kimi zaman olağanca dingin ve huzur verici sakinliğine rağmen izleyici, söz konusu nedenlerden ötürü huzursuzluk hissine kapılabilir. Bu da doğanın öteki yüzünü açık eden, Werner Herzog‘un tabiriyle evrende/doğada bir ahenk olmaması, doğanın insanlıktan çok daha güçlü ve acımasız olması fikrinde saklıdır.ix En nihayetinde Laitinen‘in “insan yapımı” adası zamanla yok olmaya mahkumdur.
Bu Benim Adam, triptik bir düzende, üç ayrı videoyla inşa sürecinin farklı anlarını izleyicinin deneyimine sunar. Sanatçının doğa ve dünyayla kurduğu iletişimin yanı sıra kendi kimliğini keşfetme arzusu, bu performans sırasında izleyici tarafından temaşa edilir. Yapılan eylemin bir çıktı olarak kayıt altına alınması, fotoğraf ve videonun olanaklarıyla belgelenmesi ise Laitinen’in işinin farklı bağlamlarda okunmasına olanak tanır.
Kaynakça
i Metnin başlığı, ilhamını Donna Haraway’in Başka Bir Şimdi bulmak argümanından alır. Haraway, “başka bir şimdi” bulabilmek için düzenli bir görüş üretmek gerektiğini savunur. Donna Haraway, Başka Bir Yer, Güçsal Pusar, Metis Yayınları, İstanbul 2009, s. 120
ii Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü, İletişim Yayınları, İstanbul, 2018, s. 160
iii Antti Laitinen’in ormandaki deneyimi tam dört gün boyunca sürer.
iv Baltık Denizi, 19. yüzyıl Kuzey Avrupa Romantik ressamlarının resimlerine sıklıkla konu olmuştur. Söz konusu dönemin en iyi bilinen örnekleri ise Alman sanatçı Caspar David Friedrich imzalıdır.
v Lawrance Gowing, Turner: Imagination and Reality, Museum of Modern Art, London, 1966, s. 45
vi 1600’lerde yapılan bu tanımlamaya göre, İngilizcede “manzara” anlamına gelen “Landscape” sözcüğünün kökeni Hollanda’ya dayanmaktadır. Sözcük, 17. yüzyılda Hollandacada “bölge” kelimesini de karşılayan “Landschap” kelimesinden evrilmiştir. https://www.etymonline.com/word/landscape
vii 29 Temmuz 2016 tarihli YouTube videosundan. https://www.youtube.com/watch?v=LWepdJMTl7s
viii Robert Rosenblum, Modern Painting and The Northern Romantic Tradition: Friedrich to Rothko, Routledge, 1977, New York, s.10
ix Paul Cronin (Ed.) Herzog on Herzog, Faber and Faber, New York, 2002, s. 163-164
Kısaca Uras Kızıl
İstanbul merkezli sanat tarihçi, eleştirmen ve araştırmacıdır.
Kızıl, 2015 tarihinde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nden dereceyle mezun oldu. 2014 yılında Erasmus programıyla Berlin Freie Universität‘ta eğitim gördü. Dönüşünde 19. Yüzyıl Resminde Romantik Düşünce ve Romantizm adlı lisans tezini yazdı. 2018 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünden Romantizm’in 20. Yüzyıl Sanatına Etkileri başlıklı teziyle mezun oldu. Yüksek lisans tezi İTÜ BAP tarafından desteklendi. Kızıl, İstanbul Teknik Üniversitesi‘nde doktora çalışmalarını sürdürmektedir.
2018-2020 tarihleri arasında “Galeri Nev İstanbul”un arşiv sorumlusu olarak çalışan Kızıl‘ın makaleleri 2015 tarihinden itibaren “Sanat Dünyamız” başta olmak üzere “e-skop”, “Manifold”, “Argonotlar”, “K24” gibi süreli yayınlarda, sergi kataloglarında ve kitaplarda yayımlanmaktadır.
AICA üyesi olan Kızıl, Kültür Üniversitesi Sanat Yönetimi bölümünde ders vermektedir.
(Yazarın özgeçmişi, borusancontemporary.com’dan alınmıştır.)
İKSV’nin Yayınladığı Bir Çağrı Niteliği Taşıyan “Ekolojik Dönüşüm İçin Kültür Sanat” Adlı Belge, Dünyadan Sanat Çevrelerinin Geliştirdikleri Yaratıcı Düşüncelere Yer Verirken, Türkiye’den 16. İstanbul Bienalini Örnek Olarak Gösteriyor
İKSV’nin kültür politikaları çalışmaları kapsamında Doç. Dr. Hande Paker tarafından hazırlanan “Ekolojik Dönüşüm İçin Kültür Sanat” başlıklı belge, gezegenimizin bugününü ve geleceğini tehdit eden ekolojik krize karşı kültür-sanat çevrelerinin ekolojik kriz üzerine eğilmesini ve çözümler üretmesini ve harekete geçmesi için ortak kuramsal bir zemin oluşturmayı amaçlıyor.
İklim değişimine bağlı olarak denizlerde ve okyanuslarda yaşanan olumsuzlukları gündeme getiren belge, dünyadaki çevreci etkinliklere değinirken; Türk kültür-sanat çevrelerinin bu konudaki duyarlılığına 16. İstanbul Bienalini örnek olarak veriyor.
Belge, çevre sorunlarına yönelik olarak toplum bilimlerin elde ettiği birikimi ve çevre hareketlerinin bugüne kadar edindiği deneyimleri, gezegenimizin sahip olduğu sınırları; iklim adaleti süzgecinden geçirerek, kültür-sanat aktörleri için ortaya koyuyor.
Böylece Türk kültür-sanat dünyasının dikkatini ekolojik krize çekmeyi amaçlarken; bir yanda da sürdürülebilir bir gezegen için kültür-sanatın dönüştürücü etkisi üzerine düşünce üretiyor.
Belgede, sürdürülebilirlik kavramının ortaya çıkışı, yaygınlaşması ve görünümlerine ilişkin tartışmalar ele alınıyor. Hollanda‘daki ve İngiltere‘deki çeşitli kuruluşlarla yürütülen alan araştırmasından yola çıkarak, kültür-sanat alanında ekolojik dönüşüm için yapılabilecekler ve iklim hareketinin bu yolda esin verdiği yeni anlayışlar ve uygulama biçimleri inceleniyor. Bu bağlamda kültür ve sanatın sürdürülebilirlikle ilişkilendirilmesi iki ana boyut üzerinden tartışılıyor: “ekolojik ayak izini küçültmek” ve özellikle küresel ortaklıklar olarak tanımlanan (belgede küresel müşterek sözcüğü kullanılıyor) atmosfer, ormanlar, biyoçeşitlilik ve özellikle denizler, okyanuslar, varolan balık stokları başta olmak üzere yaşamsal kaynaklardaki olumsuz görünüme yönelik olarak; “sanatsal üretkenliğin gücünü kullanarak ekolojik dönüşüm için geniş kitleleri harekete geçirecek yeni anlatılar” oluşturmak.
Sanatçıların, Okyanus Ekosistemlerindeki Olumsuz Yöndeki Değişime Yönelik Gerçekleştirdikleri Eylemler
Bu anlamda dünyada sanatçıların, kamuoyu oluşturmak üzere yaptıkları etkinlikler arasında özellikle okyanuslardaki değişimleri alan Lotte van den Berg ile Daan’t Sas‘ın “Hiç Modern Olmadık” (We Have Never Been Modern) başlıklı işi, Vatten (Wadden) Denizine yerleştirilen cam bir küple iklim krizine ve krizin Hollanda‘yı etkileyecek sonuçlarından biri olan deniz seviyesinin yükselmesine dikkat çekerek konuyla ilgili farkındalık yaratma amacını güdüyor.
2020 yılında düzenlenen “Warming Up Festivali”ndeki ise; kıyı çizgisi üzerinde gerçekleştirilen bir bisiklet etkinliği, iklim değişikliğinin Hollanda‘da yaratacağı deniz seviyesi sorununa dikkat çekmeyi amaçlıyordu.
Sanatçı Olafur Eliasson ve jeolog Minik Rosing tarafından Grönland‘dan kopan buzulların getirilmesiyle oluşturulan kamusal sanat yapıtı, Buz Saati (Ice Watch), 2015 yılında Paris Anlaşması‘nın imzalanması için yürütülen görüşmeler sırasında ortaya çıkmış bir yerleştirmeydi. Yapıt, 2018 yılında Londra‘da Tate Modern Müzesi’nde sergilenmişti. Müzeye getirilen buzullar eriyene kadar ziyaretçileri bu buz kütlelerine dokunarak ve hissederek iklim değişikliğini doğrudan deneyimlediler.
Öte yandan belgede, 16. İstanbul Bienali’nin teması olan “Yedinci Kıta”, Türk kültür-sanat çevrelerinin, çevre sorunlarına yönelik olarak geliştirdikleri duyarlılığın bir uygulaması olarak; örnek gösteriliyor. Bilindiği üzere Yedinci Kıta”, Pasifik Okyanusu’nun ortasındaki devasa atık yığınına popüler bilimde verilen ad…
“Ekolojik Dönüşüm İçin Kültür Sanat” başlıklı belgeye buradan ulaşabilirsiniz.
Kısaca Doç. Dr. Hande Paker
Siyaset sosyolojisi ve politik ekoloji alanlarında çalışan Doç. Dr. Hande Paker, sivil toplum ve devlet ilişkileri biçimleri, yerel ve küresel eksende çevre politikaları, kozmopolit vatandaşlık ve bilhassa çevre sorunları ve iklim krizi üzerine araştırmalar gerçekleştirmiştir. Son dönemde çevre sivil toplum aktörlerinin iklim adaleti ile ilgili faaliyetlerini yerel ve ulus ötesi eylem alanlarına odaklanarak analiz eden çalışmalar yürütmektedir.
McGill Üniversitesi‘nde doktora yapan Hande Paker, yüksek lisans eğitimini McGill Üniversitesi’nde, lisans eğitimini ise Boğaziçi Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Halen Bahçeşehir Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi öğretim üyesidir.
(Kaynak: iksv.org)
Nazi İşgali Altındaki Yunanistan’a, Türk Ulusunun Gönderdiği Gıda Yardımını Taşırken Batan “Kurtuluş Gemisi”, Düzenlenen Etkinlikle Anılacak
Yunanistan’ın işgali sırasında bu ülkeye yardım taşırken Marmara Adasındaki Domuz Burnu’na çarparak 1942 tarihinde batan “Kurtuluş Gemisi”, Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi’nin ve Marmara Adalar Belediyesi’nin işbirliğiyle düzenlenen etkinlikle anılacak.
Alman Nazilerin Yunanistan‘ı işgali sırasında Türk Kızılayı‘na ait olan “Kurtuluş Gemisi”, Yunan halkına yardım taşımıştı. Anadolu‘dan Türk halkının katkılarıyla toplanan gıda yardımını, Pire Limanı‘na ulaştırmak için Yunanistan‘a doğru beşinci seferine çıkan “Kurtuluş Gemisi”, 20 Şubat 1942 günü, Marmara Adası‘ndaki Domuz Burnu‘na çarparak batmıştı.
“Kurtuluş”u Anma Etkinliği
Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi‘nin ve Marmara Adalar Belediyesi‘nin işbirliğiyle düzenlenen “Kurtuluş Gemisi – Yükü İnsanlık Anma Etkinliği” adlı anma programı, 23 Şubat 2021 Salı günü gerçekleştirilecek.
Erdek‘e bağlı İlhan Köy Limanı‘ndan saat 9.00’da denize çıkılarak başlayacak olan program, Marmara Adası Domuz Burnu‘na doğru yapılacak seyrin ardından “Kurtuluş Gemisi” batığının bulunduğu noktaya çelenk bırakılarak sürecek. Anma etkinliklerinde, “Kurtuluş Gemisi” fotoğraf sergisinin ardından “Barışı Taşıyan Gemi Kurtuluş” belgeseli gösterimi yapılacak. Gösterim sonrası yönetmen Erhan Cerrahoğlu ile söyleşi gerçekleştirilecek.
(Kaynak: sabah.com.tr)
Merseyside Deniz Müzesi’nde Açılan, “Gemi’de Yaşam” Sergisi, Liverpool Kentindeki Deniz Yolculuklarının Tarihini Çok Boyutlu Olarak Ele Alıyor
Merseyside Deniz Müzesi’nde açılan “Gemi’de Yaşam” sergisi, İngiltere’nin Liverpool kentindeki deniz yolculuklarının tarihini, mürettebatın ve yolcuların gözünden inceliyor.
Sergi, Liverpool kentinin varsıllığını büyük oranda kaynak yaratan tüccar denizcilerin öykülerine olduğu kadar, tatil amaçlı denizaşırı yolculuk yapan yolcuların gemideki yaşamlarına ilişkin anlatılara, görsel belgelere de yer veriyor.
1700’lü yıllardan günümüze dek; deniz yolculuklarında karşılaşılan tehlikelere, eğlenceli anlara, gemi yolculuklarının çevresinde gelişen yaşam kültürüne ve topluluk bilincine hatta ortaya çıkan boş inançlara (hurafelere) de yer veren sergi, mürettabatın ve yolcuların gemideki yaşamları üzerine önemli bilgileri sunuyor.
İçerik olarak; gemi maketlerine, gemilerde kullanılan çeşitli donanımlara, renkli ve siyah-beyaz belge nitelikli görsellere, “ası”lara (afişlere), gemi mürettabatının üniformalarına ve yolcuların çeşitli etkinliklerde giydikleri giysilere yer veren sergi, izleyicilere gemi yolculuklarını bir tarihsel süreç içinde farklı boyutlarıyla görebilmelerine olanak sağlıyor.
Sergi, öte yandan Liverpool Ulusal Müzesi’nin geniş denizcilik koleksiyonunu ve köle tecimi kayıtlarını barındıran Arşiv Merkezi‘nden belgeleri de içeriyor.
(Kaynak: liverpoolmuseums.org.uk)