“Cooking Sections” Ortak Sanat Girişiminin Somon Balığının Üretimi Üzerindeki Karanlık Yönleri Anlattıkları Performansları Turner Ödülü’nde Aday Gösterildi
Daniel Fernández Pascual’dan ve Alon Schwabe’den oluşan ortak sanat girişimi “Cooking Sections”ın Tate Britain’da yer alan performansları, Turner Ödülüne aday gösterildi.
Pascual ve Schwabe, “Somon: Kırmızı Ringa Balığı” başlıklı bu performanslarında somon balığı üretimi üzerindeki karanlık yönleri gözler önüne seriyor.
Bugün açıklanan 2021 Turner Ödül aday listesinde “Birleşik Krallık topraklarında varlığını sürdüren çeşitli toplumlarla yakın ilişkiler kurarak çalışan ve bunu bir süreklilik güderek yapan böylece toplumsal değişimi sanat yoluyla gerçekleştirmek” amacını güden beş ortak sanat girişimi (kolektifi) bulunuyor. Yapılan açıklamaya göre, Turner Ödüllü’nde ilk defa açıklanan aday listesi tamamen sanat ortaklıklarından oluşuyor.
Ödül listesinde bulunan ikili “Cooking Sections”, ekolojik ve jeopolitik sorunları ortaya koyarak, beslendiğimiz yiyeceklerin nereden geldiği üzerinde odaklanıyor. Daniel Fernández Pascual’dan ve Alon Schwabe’den oluşan ikili yakın zamanda Tate İngiltere’de “Somon: Kırmızı Ringa Balığı” başlıklı bir performans yerleştirme gerçekleştirerek “Somon’da bir balık ve renk olarak yapılan aldatıcı gerçekliği” ortaya koymuştu. Tate, bu performansın ardında tün Birleşik Krallık’taki müzelerindeki restoranlarını menülerinde yer alan çiftlik somonlarının kullanıldığı ürünleri kaldırmıştı.
Diğer adaylar arasında “Black Obsidian Sound System (B.O.S.S.)”, “Gentle/Radical”, “Array Collective”, “Project Art Works” yer alıyor.
Her bir ortak sanat girişiminin yapıtlarının yer aldığı sergi, “UK City of Culture 2021” kutlamalarının bir parçası olarak Herbert Sergievi ve Müzesi’nde 29 Eylül 2021 – 12 Ocak 2022 tarihleri arasında düzenlenecek. Kazanan aday 01 Aralık tarihinde Koventry Katedrali’nde düzenlenecek olan ödül töreninde açıklanacak. Seçici Kurulu’un değerlendirmesinin ardında açıklanacak sonuçlarla; kazanan adayın çalışması 25.000 paund ödüle değer görülürken; diğer adaylar, 10.00 paundluk bir para ödülünü elde edecek.
Turner Ödülü Seçici Kurulu; Londra’da konumlu Delfina Vakfı’nın yöneticisi Aaron Cezar, Birmingham’daki Grand Union yerleşkesinin Program yöneticisi Kim McAleese, oyuncu Russell Tovet ve Londra’da bulunan Chisenhale Sergievi’nin yöneticisi Zoe Whitley’den oluşuyor.
(Kaynak: theartnewspaper.com)
Balkanlardaki Irmaklara Zarar Veren Hidroelektrik Santrallerine Karşı Kano Sporcularının Direnişini Anlatan “El Değmemiş”, SALT’ta Çevrimiçi Gösterimde.
Balkanlarda yapılması planlanan hidroelektrik santrallerinin, bu coğrafyadaki ırmaklara vereceği zarara karşı kano sporcularının direnişini anlatan “El Değmemiş” 03-09 Mayıs tarihleri arasında Saltonline’da çevrimiçi olarak izlenebilecek.
Balkan toprakları, barındırdığı yaban yaşam ve bozulmamış ekosistemlerin yanı sıra henüz kirlenmemiş son akarsuların ev sahipliği yapıyor. Bölgede biyoçeşitliliğin kaynağı sayılan sular, kimi soyu tükenmek üzere olan çok sayıda balık ve yumuşakça türünü içeriyor. Ancak bu eldeğmemiş güzellik yapılması planlanan ya da yapım aşamasında olan 2.700’den fazla irili ufaklı hidroelektrik santral sebebiyle büyük tehdit altında bulunuyor.
Salt’ta “Bu son Şansımız mı?” programı çerçevesinde gösterilecek olan 2018 tarihli yapım, Olimpiyat şampiyonu Slovenyalı kürekçi Rok Bozman‘ın önderliğinde yaşama geçirilen “Balkanlar Irmak Savunması” (Balkan River Defence), adlı gönülllü oluşumun, bu bölgenin el değmemiş doğasındaki ırmakları korumak için verdikleri mücadeleyi konu alıyor.
Oluşum, yerel eylemcilere (aktivistlere) destek vererek; ırmakların kullanımına yönelik sürdürülebilir seçenekler sağlayan eğitim ve macera sporlarını yaygınlaştırmaya çaba gösteriyor. Slovenya‘dan Arnavutluk‘a kadar altı ülkenin topraklarını aşan 23 ırmağı, kat eden kürekçileri izleyen yapım, kayıt altına aldığı 36 gün süren bu yolculukla Balkan topraklarındaki son yabani akarsuları ve onların doğasını yok eden barajları görünür kılıyor.
2018 yılından bu yana 33 ülkede gösterimi yapılan yapım, katıldığı 37 film şenliğinin 11’inde ödül kazandı.
“El Değmemiş”i buradan izleyebilirsiniz.
Yapımın Künyesi:
Yönetmenler: Miha Avguštin, Rožle Bregar, Matic Oblak
Uzunluk: 52 Dakika
2018
Deniz Göçmenliği Felaketine Sahne Olan Ve Venedik Bienali’nde “Barca Nostra” Adı İle Sergilenen Tekne, Yaşanan Bu Kazayı Anmak Üzere Hazırlanan Alanda Sergilenmek Üzere Sicilya’ya Geri Döndü
Venedik Bienali’nde sergilenen “Barca Nosta” ile ilgili süregelen uzlaşmazlık sona erdi ve tekne Venedik’ten, Sicilya’da bulunan Agusta kentine geri getirildi. New York Times gazetesi tarafından konuya ilişkin olarak yapılan haberde, teknenin, mavna ve römorkör ile Venedik’ten Sicilya’ya 18 Nisan tarihinde döndüğüne yer verdi.
Teknenin sergilenmesi için 18 Nisan Komitesi’nin ve Kent Konseyi’nin “Anı Bahçesi” yapımına girişmeden önce bakım ve onarım geçirilmesi bekleniyor.
Sayılarının 800 ile 1.100 arasında olduğu düşünülen mültecileri taşıyan balıkçı teknesi, Libya açıklarında bir Portekiz şilebi ile çarpışarak, 18 Nisan 2015 tarihinde, batmış ve bu kazadan yalnızca 28 kişi kurtulmuştu. 2016 yılında İtalyan donanması tarafından battığı noktadan çıkarılan bu kalıntı, Akdeniz‘deki deniz mülteciliğinin varabileceği korkunç boyutların bir göstergesi olarak; hafızalarda bir simgeye dönüşmüştü.
İtalya‘daki resmi makamlar ve yurttaşlar tarafından teknenin batış tarihine gönderme yaparak kurulan 18 Nisan Komitesi, yaşanan bu trajediyi anıtlaştırmak için bir anı bahçesi oluşturma projesi üzerine çalışma sürdürmekteydi.
Venedik Bienali’de Sergilenme Süreci
2019 yılında kent konseyi, tekneyi Venedik‘te sergilenmek isteyen Christophe Büchel‘in bu isteğine onay vermiş ve bir sözleşme imzalamış ve böylece Büchel, balıkçı teknesinden arda kalan tekne gövdesini, Barca Nostra (Bizim Tekne) adı ile 58. Venedik Bienali’de sergilemişti.
Tartışmaların Odağında Bir Tekne
“Barca Nostra”, Venedik Bienali‘nde sergilenmeye başladığından itibaren eleştirmenleri ikiye bölmüştü. Özellikle teknenin sergilendiği alanda herhangi bir tanıtım panosunun olmaması tepki çekmiş, içinde yüzlerce insanın boğularak can verdiği bu paslanmış tekne gövdesi, ziyaretçilerin yanından farkına olmadan geçtikleri ya da gölgesine sığınarak birşeyler yiyip içtikleri tanımsız bir kütleye dönüşmüştü. Her ne kadar kadar Venedik Bienali’nin tanıtım kataloğunda “Barca Nostra”ya ilişkin yer alsa da pahalı olan bu kitapçığı çok az kişinin aldığı göz önünde bulundurulduğunda, teknenin bienaldeki sergilenme biçimi bazı rahatsızlıklara neden olması çok doğaldı.
Öte yandan “Barca Nostr”a, İtalyan politik figürlerinin de yorumları ile de politik gündem de yer almıştı. Aşırı sağcı “Kuzey Ligi Partisi”nden, o dönem hükümetinin başbakan yardımcılığı görevini sürdiren, Matteo Salvini, tekneyi “politik bir propaganda” olarak nitelemişti. Salvini, daha öce de; Akdeniz’de 141 göçmeni kurtaran İtalyan sahil güvenlik gemisi Gregoretti‘nin kendi limanına yanaşmasına izin vermemiş; göçmenler, Gregoretti gemisi içinde günlerce denizde açıkta beklemek zorunda kalmıştı.
2019 Eylül ayında iktidardaki koalisyon hükümetinin çökmesi ve Salvini‘nin yönetimden düşmesinin ardından kültür bakanı Dario Franceschini, teknenin paslanmış gövdesini önünde çektiği sosyal medya videosunda şöyle diyordu; “Akdeniz’de yaşanan bir trajedinin sembolü olan bu tekneyi arkama alarak, bunca nefret söyleminin havalarda uçuştuğu ayların ardından, şunları söylemenin çok uygun olduğunu düşünüyorum: Ülkemizin bizi büyük yapan insanlık ve dayanışma gibi değerleri yeniden keşfetmeye ihtiyacı var.“
Bienalin Ardından
Venedik Bienali yönetimi, etkinliğin sona ermesinin ardından 2019 Kasım ayından itibaren Büchel‘e ve sanatçının birlikte çalıştığı Hauser & Wirth sergievine, yapılan sözleşme de belirtildiği üzere teknenin Agusta Belediyesi‘ne geri götürüleceğine yönelik taahhüdde bağlı kalmaları yönünde çağrıda bulunmuştu. Bu, bir yıllık bir süreci içeren sözleşme, ayrıca” teknenin Venedik‘e götürülmesi ve yeniden Sicilya‘ya geri getirilmesine ilişkin tüm giderlerin sanatçı tarafından karşılanacağı üzerine anlaşmaya varıldığını” yönelik bir madde de içermekteydi.
Ancak “Barca Nostra” projesine yakın bazı kaynaklar tarafından belirtildiği kadarıyla; taşıyıcı arabada oluşan yapısal hasar teknenin yerinden oynatılmasını olanaksızlaştırdığı için, Agusta’ya dönüşünün gecikmesine neden olmuş; bu durumda bazı uyuşmazlıkların patlak vermesine neden olmuştu. Sanatçı, teknenin Venedik’in endüstriyel limanı olan Margera’ya getirildiği sırada taşıyıcı firmadan kaynaklanan zararı, bu firmadan sağlamaya çalışmış, öte yandan bir diğer seçenek olarak bienalin sigorta sözleşmesinden de bu zararı karşılayabileceğini düşünmüş ancak başarılı olamamıştı.
Aralık 2020’de konuyla ilgili olarak konuşan Bienalin 2019 yılı kuratörü Ralph Rugoff, şunları söylemişti. “Bienalin, sanat yapıtlarını getirilmesi için ayırmış olduğu çok sınırlı bir bütçesi bulunuyor ve bu bütçe “Barca Nostra” büyüklüğünde bir teknenin taşınarak getirilmesini karşılayacak bir büyüklüğe sahip değil. Eğer Büchel, sergilemenin ardından teknenin yeniden geri götürüleceğine yönelik olarak bir taahhüdü vermemiş olsa idi; zaten Bieanl’de sergilenmesine izin verilmezdi. Christoph, sürekli olarak; bu tekneyi, Avrupa Birliği’nin göçmen sorunundaki payının vurgulamak için Brüksel’e götürmek istediğinden söz ederdi. Bunu gerçekleştirecek bir yol bulacağından, eminim. Ancak öncelikli olarak; kendisi ve destekçileri tekneyi resmi sahiplerine geri götürme konusundaki sözleşme koşulunu yerine getirmeleri gerekiyor.”
(Kaynaklar: theartnewspaper.com, tr.euronews.com)
Yunanistan’ın, Batı Trakya, Rodos ve İstanköy Adalarındaki Türklere Uyguladığı Kültür Soykırıma Yönelik Basın Açıklaması Gerçekleştirildi
İzmir’de etkinlik gösteren “Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği”, “Rodos İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği”, “Makedonya Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği”, “İzmir Balkan Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği”, “Kosova Rumeli Kültür Sanat Turizm Derneği”, “Bosna Sancak Kültür ve Yardımlaşma Derneği” Yunanistan’ın Türk kimliğine yönelik olarak sürdürmekte olduğu kültürel soykırımı kınayan bir basın açıklaması gerçekleştirdi.
Açıklamada Türk kimliğini yok etme, izlerini silme çabasının içinde; Batı Trakya Türklerinin yanı sıra Rodos ve İstanköy Türklerinin de bulunduğu bildirilerek; Türk devletinin karşılıklı haklar konusundaki yükümlüklerini yerine getirdiği belirtilerek, Yunanistan’ın da, Lozan Antlaşmasıyla ve uluslararası kuruluşlar tarafından korunmaya alınmış bu hakları vermek zorunda olduğu çağrısı yinelendi.
Yapılan açıklamanın ardında dernek yetkilileri tarafından Yunanistan İzmir Konsolosluğu önüne siyah çelenk bırakıldı.
Basın Açıklaması:
“Türk-Yunan İlişkilerinde en önemli sorunlardan biri, Yunanistan’da yaşamakta olan Türk azınlığının durumudur. Yunanistan’ın Türk azınlığına karşı takındığı tutum, her iki ülkenin ilişkilerini doğrudan etkilemektedir.
Yunanistan, Türk azınlığın maddi ve manevi değerlerine yönelik kültürel soykırım politikası uygulamaktadır.
Aslında 1923’lerden sonra Batı Trakya’da Türk sözcüğünün her yerde geçmesini isteyen ve sağlayan Yunanistan’ın kendisi idi. Belediye doğum evraklarında, okul diplomalarında, azınlık okullarının tabelalarında ve derneklerin adlarında Türk sözcüğü geçiyordu. Albaylar cuntası döneminde bile devam eden dernek çalışmaları Yunanistan’ın AB’ne 1981’de üye olduktan sonra durdurulmuştu. Yunanistan’ın Batı Trakya Türklerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce karar altına alınan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”nin (AİHS) belirtilen haklarını yerine getirmediği de bilinmektedir.
Günümüzde Yunanistan, Batı Trakya Türklerinin yanı sıra Rodos ve İstanköy Türklerinin de Türk olduğunu kabul etmiyor ve bir kültürel soykırım uyguluyor. Örneğin kültürel kimlikleriyle örgütlenmelerini engelleyen yasa ve baskılar var, Türk çocuklarının çift dillilik temelinde en azından ilköğretim düzeyinde Türkçe öğrenme hakkı, bir başka deyişle anadil eğitimi hakkı ellerinden alınmış durumda, adalarda Osmanlı Türklerinden kalan kültürel eserlerin korunmasına, bakım ve onarımına Yunan hükümetlerince izin verilmiyor, yıkılmaları isteniyor, Türk vakıf malları haraç-mezat satılıyor. “Türk” azınlık, topluluklar da ve tanımadığı kimselere “Türk” olduklarının ifade etmekten korkuyor.
Yunanistan’ın şöyle bir yanılgısı, daha doğrusu bildiği halde görmezlikten geldiği ve yerine getirmek istemediği bir değerlendirmesi var.
Yunanistan, Lozan Antlaşması imzalandığı zaman adalar İtalyan işgali altında olduğu için, Antlaşmanın 45. Maddesinin sadece Batı Trakya Türklerinin kültürel kimliği ile bağlantılı olduğunu, Rodos ve İstanköy Türklerini bağlamadığı dile getiriliyor.
Bununla birlikte Batı Trakya Türkleri dahil Rodos ve İstanköy Türklerinin; 1913 Atina Antlaşmasına bağlı 3 numaralı protokol, 10 Ağustos 1920 Yunan Sevr Antlaşması, 30 Ocak 1923 Mübadele Sözleşmesi, Lozan Antlaşmasının 37.-45. maddeleri, 1926 Atina ve 1930 ve 1933 Ankara Antlaşmaları ve 1947 Paris Antlaşması gibi Uluslararası Antlaşmalarla Belirlenmiş Hakları vardır.
Bu antlaşmalara ek olarak Birleşmiş Milletlerin UAD (Uluslararası Adalet Divanı)’nın 1978 tarihli kararında da, “ülke topraklarının statüsü” kavramının, antlaşmanın yapıldığı sıradaki toprakları değil, ülkenin sonradan edindiği toprakları da kapsayacak şekilde yorumlanması gerektiğini belirtilmiş bulunmaktadır.
Bütün bu gerçekler gün ışığında olmasına karşılık, 15 Nisan 2021 tarihinde Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu ile Yunan mevkidaşı Nikos Dendias’ın Ankara’daki görüşmesinin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında, Dendias Batı Trakya’da yaşamakta olan Türkleri, Türk olarak kabul etmediğini bildirdi.
Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu da Dendias’ın söylemini kınadı ve şunları söyledi:
“Türkiye’de biz Rum Ortodoks azınlığı kabul ediyoruz ama siz Türküm diyen Türklere hayır Türk değilsin demeniz ne insanidir, ne de demokratiktir. Bize insan hakları dersi vermeye kalkıyorsunuz ama Türk azınlığına Türk ismini kullanmasına müsaade etmiyorsunuz. Bugün herkes Türkiye’de ne olduğunu rahatlıkla ifade edebiliyor.“
Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu’nun açıklamasına yürekten katılıyor ve Yunanistan Türklerinin Türk kültürel kimliğini kabul etmeyen Yunan bakan Nikos Dendias’a gerçekleri görmeye davet ediyoruz.
Yunanistan, kendi ülkesinde yaşamakta olan azınlıkların Lozan Antlaşması başta olmak üzere birçok ikili antlaşma yanında Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Antlaşmalar ve de Yunanistan Anayasası’nda güvence altına alınmış sosyal ve kültürel haklarını vermek zorundadır, bu antlaşmalara ve kendi anayasasına imzasını atmıştır. Yunanistan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce Batı Trakya Türkleri için alınan kararları da yerine getirmelidir.
“Yunanistan, Batı Trakya Türklerinin yanı sıra Rodos ve İstanköy Türklerinin de Türk Kültürel Kimliğini Kabul Etmelidir” diyoruz.
Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı – Rodos,İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği (ROİSDER) Başkanı
Mümin Durmuş – Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği İzmir Şubesi Başkanı
İlhami Yıldız – Makedonya Göçmenleri Kültür ve Dayanışma Derneği Genel Başkanı
Abdurrahim Nursoy – İzmir Bal-Göç Genel Başkanı
İbrahim Şengöz – Kosova Rumeli Kültür Sanat Turizm Derneği Başkanı
Abdullah Gül – Bosna Sancak Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı
(Kaynak: rodosistankoyturkleri.org.tr, gundemgazetesi.com)
Christie’s Tarafından Düzenlenecek Açık Arttırmada Van Gogh’un “Trinquetaille Köprüsü” İçin 25 Milyon Dolarlık Bir Satış Değeri Öngörülüyor.
Christie’s müzayede evi tarafından New York’ta 13 Mayıs tarihinde düzenlenecek, 20. yüzyıl dönemi sanat yapıtlarını içeren açık arttırmada Van Gogh’un 1888 tarihli “Trinquetaille Köprüsü” adlı tablosu da yer alacak.
Yapıtı için, yaklaşık olarak 25 milyon dolar ile 35 milyon dolar arasında bir satış rakamı öngörülüyor.
64 x 79 santimetre boyutlarındaki “Trinquetaille Köprüsü” Van Gogh‘un önemli yapıtlar ortaya koyduğu Arles Dönemindeki az sayıdaki manzara resimlerinden biri. Sanatçının, köprüyü kendisine özgü fırça vuruşları ve paletindeki sıcak renkler kullanarak, betimlediği tablo, Van Gogh‘un 1890 yılında 37 yaşında kendi yaşamında son vermeden önceki son yapıtlardan biri olarak biliniyor. Sanatçının ölümünün ardından yapıt, Van Gogh‘un erkek kardeşi Theo‘nun dul eşinin mülkiyetine geçmişti.
Yapıt, Christie’s müzayedesinde son görüldüğü tarih olan Kasım 2004 yılında, 11.2 milyon dolara – ön görülen 12 milyon dolar değerin altında – satılmıştı. Ancak bunun öncesinde 1999 Kasım ayında yine Christie’s‘te 15.4 milyon dolarlık bir değer ile el değiştirmişti. Tablo, son olarak 2016 yılında Oslo‘daki “Munch Müzesi”nde, Van Gogh‘u ve Edvard Munch‘u konu alan bir etkinlik nedeniyle sergilenmiş, sonrasında bu etkinlik, Amsterdam‘daki “Van Gogh Müzesi”ne taşınarak, burada da sanat izleyicilerinin karşısına çıkmıştı.
(Kaynak: artnews.com)
Ayağa Kaldırılma Çalışmaları Süren 2000 Yaşındaki Neron Deniz Feneri’ne Ait Olan Antik Taşlar, “Taş Hastanesi” Olarak Adlandırılan İşliklerde Özenle Onarımdan Geçiriliyor.
Roma İmparatoru Neron’un Patara’da yaptırdığı 2 bin yıllık antik deniz fenerinin yeniden ayağa kaldırılması için yapılan çalışmalar sürüyor.
Deniz fenerinin yakın çevresinde yer alan yıkıntıda bulunan, 2 bin 595 adet antik taş, alanda kurulan “taş hastanesi” olarak tanımlanan işliklerde, birer birer elden geçiriliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın 2020’yi “Patara Yılı” olarak duyurmasının ardından 2 bin yıllık deniz fenerinin yeniden ayağa kaldırılması için çalışma başlatılmıştı.
Vinçler yardımıyla yerinden kaldırılan taşlar, taş hastanesine alınarak, burada saf su ile yıkanarak temizleniyor. Ardından, İstanbul Teknik Üniversitesi ile birlikte yürütülen onarım çalışması kapsamında; bu taşlara 3 boyutlu optik tarama yapılarak, deprem simülasyonu gerçekleştiriliyor ve ultrason taramasından geçirilerek, statik durumu ve kullanılacak güçlendirme malzemesi belirleniyor
Böylece taşların üzerinde yüzyılların oluşturduğu çatlaklar, uygulanan enjeksiyon ile güçlendiriliyor, kırıklar ise özel olarak hazırlanmış bir karışımla, yapıştırılıyor ve yerlerine yerleştirilmek üzere taş hastanesinden çıkarılıyor.
Patara Antik Kenti kazısı Başkanı Prof. Dr. Havva İşkan Işık, yapının ağırlığının 2 bin tonun üzerinde olması nedeniyle, taşların büyük bir yüke dayanmak zorunda kaldığını, bu nedenle taş hastanesinde yapılan çalışmaların çok önemli olduğunu belirtiyor. Yapılacak küçük bir hatanın ilerleyen aşamalarda fener yükseldikçe büyük sorunlara yol açabileceğini anlatan Işık, “Taş hastanesinde milim milim çalışıyoruz. Hata yapmadan ilerliyoruz. Fener, Antalya ve Türkiye için önemli bir simge olacak. Bu nedenle aşırı dikkatli davranıyoruz.” diyor.
Sözlerini sürdüren Işık, deniz fenerinin tamamlanmasını ardından Türkiye‘ye uluslararası anlamada katacağı kültürel katkıyı, şöyle dile getiriyor:
“Fenerin ışığı yüzyıllar sonra yeniden yandığı zaman simgesel olarak ülkemizin kültürel ve arkeolojik mirasına çok pozitif bir ışık düşmüş olacak. Fener ayağa kalktığında uluslararası deniz fenerleri sistemi içerisinde anılmaya başlayacağını umuyorum. Dünyada deniz fenerleri tüm ülkelerde özel bir ilgi alanıdır. Roma İmparatorluğu’nun en bilinen imparatorlarından Neron’un yaptığı deniz fenerinin ışığını görmek bütün dünyayı heyecanlandıracaktır. Tanıtım açısından çok önemli.”
(Kaynak: aa.com.tr)
Hyungsun Kim’in “Haenyo – Jeju Adasının Deniz Kadınları” Adlı Fotoğraf Sergisi, Güney Kore’de Geleneksel Yöntemlerle Dalgıçlık Yapan Kadınları Konu Alıyor.
Güney Koreli Fotoğrafçı, Hyungsun Kim’in Jeju Adasında, geleneksel yöntemlerle dalgıçlık yapan kadınları görselleştirdiği; “Haenyo – Jeju Adasının Deniz Kadınları” adlı fotoğraf sergisi, Avustralya Ulusal Deniz Müzesi’nde.
Reklam fotoğrafçısı Hyungsun Kim, Jeju Adasındaki dalgıç kadınların yaptığı işe büyük hayranlık duyması nedeniyle, bu adaya giderek 2021-2014 yıları arasında bu kadınları fotoğraflamış; bu nedenle, aslında Kim‘in fotoğrafları, “Haenyo” olarak bilinen kadın dalgıçlar topluluğuna aslında bir övgü niteliği taşıyor.
Bu kadınlar, Güney Kore‘nin güneyinde yer alan Jeju Adası‘nın çevredeki deniz alanında çeşitli su ürünlerini toplayarak yaşamlarını kazanıyorlar. Günümüzde yaş ortalaması 60’ın üzerinde ve hatta bazıları artık 80’li yaşlara dayanmış durumda. Haenyo‘ların neredeyse tüm yaşamları; buz gibi soğuk ya da sıcak, durgun ya da hırçın dalgalı denizlerde; deniz kabuğu, deniz hıyarı, deniz kestanesi, deniz kulağı ve deniz yosunu toplayarak geçmiş.
.
.
Haenyo‘ların şnorkel ya da hava tüpü kullanmamaları nedeniyle büyük bir fiziksel dayanım gerektiren bu iş, aynı zamanda pek çok tehlikeyi de barındırıyor. 20 metre derinliğe inen bu kadın dalgıçlar nefeslerini iki dakikaya kadar tutabiliyorlar ve çoğunlukla bu dalış süreleri saatlerce sürebiliyor. Genç kadınlar “Sanggyu”n (üst düzey) aşamasına gelebilmek için yaşlı haenyo’ların gözetiminde eğitim görüyor ve deneyim kazanıyorlar. Bugün, Jeju‘da resmi olarak kayıtlı 4900 haenyo var ancak bunların yaklaşık olarak 2.500’ünün işlerini yapmayı sürdürdükleri biliniyor.
.
.
.
Sanatçı Hyungsun Kim, bu kadınları, günümüze ulaşan antik dalış tekniklerin bir simgesi olmaktan öte bir anlayışla görselleştirmeyi amaçlamış. Sürdükleri zor yaşam biçimini izleri tepeden tırnağa üstlerinde okunan bu kadın dalgıçlar, denizden çıktıktan hemen sonra kıyıda sonsuz fon kullanılarak oluşturulan basit bir stüdyoda sanatçı tarafından fotoğraflanmışlar.
“Haenyo – Jeju Adasının Deniz Kadınları” başlıklı sergi, 13 Haziran 2021 tarihine kadar Avustralya Ulusal Deniz Müzesi‘nde olacak.
(Kaynak: sea.museum, designersparty.com)
Timurtaş Onan, Galeri Ark’ta Açılan Fotoğraf Sergisinde, Haliç Tersanesi’ndeki ve Cami Altı Tersanesi’ndeki “Terk Edilmiş”liğin İzlerini Sürüyor.
Fotoğraf sanatçısı Timurtaş Onan’ın ‘Terk Edilmiş/Abandoned’ başlıklı fotoğraf sergisi, Galeri Ark’ta açıldı. Onan, sergisinde Haliç Tersanesi’ndeki ve Cami Altı Tersanesi’ndeki terk edilmişliğin geride bıraktığı izleri, sürüyor.
(Haberde yer verilen görseller, sanatçının izniyle yayınlanmaktadır.)
Yapıtlarında özgün yerlerin ruhunu algılama ve bunu aktarma yeteneğiyle dikkat çeken sanatçı, İstanbul’da mekanlar ve insanlar üzerine gerçekleştirdiği çalışmalarıyla tanınıyor. Onan, bu defa ‘Terk Edilmiş” başlığını taşıyan bu fotoğraf dizisi ile, bir zamanlar gemi üretim ve bakım etkinliklerinin merkezi iken; zaman içinde, deniz taşımacılığı yerine karayoluna önem verilmesiyle, bakımsız halde bırakılan tersaneleri objektifine alıyor.
Sanatçı, eşsiz atmosferi çok az kişi tarafından bilinen, İstanbul’un artık neredeyse kullanılmayan iki tersanesi; 1455’de inşa edilen, dünyanın ikinci en eski tersanesi olan Haliç Tersanesi’nde ve yine döneminin önemli tersaneleri arasında sayılan Cami Altı Tersanesi’nde keşfe çıkıyor.
Sanatçı, boş, terk edilmiş tersane oylumlarında yaşadığı deneyimi, şu sözcüklerle dile getiriyor:
“Merakla, beklentiyle ve hayal gücümüzle bakarak, alışılmadık formların ve belirgin kontrastların olduğu bir dünyaya giriyoruz. Gerçek dünya, böylesine keskin siyah ve katıksız beyaz tonlarda görüntüler sahneler mi; emin değilim. Muhtemelen, doğadaki renk kullanımı, bu etkileyici tonları baltalıyordur. Buradaki tonlar ise geçmişin siyah-beyaz sinema filmlerini anımsatarak bir drama etkisi bırakıyor…
Acaba neredeyiz? Hangi esrarengiz ya da özel dünya buraya benzeyebilir? Bu görüntülerin dünyasına girersek bizi neler bekler?
Beyaz ışık pencere camlarının parmaklıklarının arasından, uçsuz bucaksız, sessiz ve karanlık mekanların içine doğru şiddetli huzmeler ve gölgelerle yolunu buluyor. Gölgeler aralıklardan sızan daha da parlak ışıklarla birlikte ışık parçacıklarını çevreliyor.
Cam, metal ve ahşap bir arada gizemli dokular oluşturmuş. Etrafta artık kullanılmayan makine parçacıklarını fark ediyoruz. Buğulu camların arasından görünen ağaçların tüyümsü biçimleri metal çubukların sert çizgilerini belirginleştiriyor.
Derlemedeki anlatımlar çağrışımlarıyla bizi bu yer hakkında meraklandırırken, görüntüler form, çizgi,ve ışığın üzerinde yoğun bir meditasyon olmaktan da fazlasını sunmaktadır.
Fotoğraflar bizi gölgenin biçimle, ışığın yüzey ve açılarla olan etkileşimi üzerinde düşündürüyor. Tüm bunlar, görüntülere gerçekliği bilindik yerlere ve objelere dayanmayan türde kompozisyonlar ve soyutlamalar kazandırıyor. Bu fotoğraflar, sanatçının sevdiği heykel ve soyut resim gibi diğer sanat formlarının birer uzantısı.“
.
.
.
.
Timurtaş Onan’ın “Terk Edilmiş/Abandoned” Adlı Sergisi, 11.05.2021 tarihine kadar Galeri Ark’ta görülebilir.
Mehmet Tütüncü Tarafından Kaleme Alınan “Barbaros Hayreddin Paşa’nın Türbesi Zeus Tapınağı Mı İdi” Başlıklı Makale, Beşiktaş’ta Bulunan Türbe Yapısını Yeni Bir Gözle Değerlendirmemizi Sağlıyor.
Mehmet Tütüncü’nün “International Jounal of Turkolog’de yayınlanan “Barbaros Hayreddin Paşa’nın Türbesi Zeus Tapınağı mı idi” başlıklı yazısı, büyük Türk denizcisinin Beşiktaş’taki türbe yapısına yeni bir bakış açısı ile değerlendirmemizi sağlıyor.
Tütüncü, Beşiktaş’ta bulunan Sinan Paşa Camii’nin Barbaros Hayreddin Paşa’nın türbesinden 10 yıl sonra yapılmasına karşın, kıble yönünün tam olarak Barbaros’un türbesine denk gelecek biçimde yapıldığını; böylece, Osmanlı denizcilerinin sefere çıkacakları zaman namazlarında kıble olarak hem Kabe’ye yönelmekte olduklarını hem de Hayreddin Paşa’nın naaşına ve anısına yönelerek ona saygı ve selam durduklarını belirtiyor.
Öte yandan Tütüncü, Doğu Roma İmparatorluğu döneminde burada yer alan Aziz Mamas manastırının bulunduğu alana yapıldığını, bu manastırdan kalan ve bölgenin Diplokionion olarak adlandırılmasına neden olan “çifte sütunlar”ın 1509 depreminde yıkılmasının ardından Barbaros’un isteğiyle türbesinin yapımında kullanıldığı belirlemesinde bulunuyor.
BARBAROS HAYREDDIN PAŞA’NIN TÜRBESİ ZEUS TAPINAĞI MI İDİ?
International Journal of Turkology – Nisan 2020
Mehmet Tütüncü
GİRİŞ
Midilli adasında doğup, Akdeniz’i bir Türk denizi yapan temelleri atarak Cezayir ve Tunus gibi bir kıta büyüklüğünde yerleri fethederek Osmanlı Devleti ile birleştiren Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa’nın hayatı bir roman gibidir. Onun hayatı ve vefatı hakkında bazı bilinmezler ve esrarengiz çözülmemiş noktalar hâlâ vardır. Bunun için son yıllarda bu noktaları aydınlatmak için araştırmalar yaparak yayın yolu ile kamuoyu ile paylaşmaya gayret ediyoruz. Bu cümleden olarak araştırmanın konusu da Barbaros Hayreddin Paşa’nın Beşiktaş’da bulunan türbesine dairdir.
Barbaros Hayreddin Paşa’nın Türbesi şu anda İstanabul’un yoğun bir noktası olan otobüs, gemi ve yaya trafiğinin birleştiği Beşiktaş Meydanı’ndadır. Oysa Onun türbesi Osmanlı denizcilerinin merkezi ve kıblesi kabul edilmektedir. Paşa’nın muhtemelen şimdiki Deniz Müzesinin bulunduğu yerde bulunan ve kendi yaptırdığı medrese ile Kaptan Paşa Köşkü de bugün kaybolmuştur.
Barbaros Hayreddin Paşa 1546 yılında vefat eder. Fakat türbesini ölmeden 4 yıl önce yani 1542 yılında tamamlamıştır. Türbesinini hayatteyken yaptırdığı ve yerini kendisinin seçtiği vakfiyesinde yazmaktadır:
“Ve yıne kasaba-i Beşiktaş’ta deve meydanı tabir olunan meydana kendü cesedimişn defnolunması içün
müceddeden bınâ eyledığım türbe-i şerifime ve Vefâtımdan sonra cesedimi Deve Meydanında binâ
eylediğim türbiye defn eyleyeler“
.
1.
Barbaros’un Türbesi Denizciler’in Kıblesi
Türbenin üzerinde bulunan kitabedeki 948 tarihi (1542) ise Hayreddin Paşa tarafından hayatta iken ölümünden 4 yıl önce yapıldığını anlatılmaktadır.
“Hâzâ türbe-i fâtih-i Cezâyir
ve Tunus merhum gazi
Kapudan Hayreddin
Paşa rahmetullāhi aleyh” – sene 948
(27 Nisan 1541 – 17 Nisan 1542)
Bu kitabedeki tarih, Hayreddin Paşa’nın ölüm tarihi değildir. Türbenin kendisi tarafından yapılış tarihidir. Nitekim Barbaros Hayreddin Paşa 1543/44 Yıllarında Fransa seferine çıkmış ve kışı orada geçirmiş ve hatta Reggio Valisinin kızı Maria ile ikinci evliliğini yapmıştır.
Osmanlı kaynaklarında Türbeye dair bilgiler; [1562-63]
.
2.
Evliya Çelebi Seyahatname Cilt kitap 1 s. 127
Kaptan Hayreddin Paşa: Vardar Yenicesi’ndendir, bütün ataları, ama kendisi Midilli Adası içinde dünyaya gelmiş, velvele veren bir levent ve yiğit olup adalarda nice sancaklara vali oldu. 940 [1533-34] senesinde kendisine kaptanlık verildi. Akdeniz’de 3.000 yelken söndürüp nice kere esir olup ve nice kere kaleler fethettiği ayrıntılı başka bir tarihtir, Futuhat-ı Hayreddin Paşa derler. İşin sonunda İstanbul’da vefat etti. Beşiktaş’ta denizler kaptanı iken kara kaptanı olup mezar limanında tekrar dirilme gününe kadar demiratıp yatar.
Ölümüne bu mısra tarih düşmüştür:
“Daldı rahmet denizine kapudan.”
Sene 9705 [1562-63].
E.Ç. “Seyahatname” Cilt Kitap 1, s. 127
.
2.
Barbaros’un Türbesi ve Sinan Paşa Camisi’nin konumu Denizciler’in Kıblesi
Az ilerisindeki Sinanpaşa Camii de, Barbaros’un Türbesi ile aynı havuz içindedir. Sinan Paşa Camii, Barbaros Hayreddin Paşa’nın türbesinden yaklaşık 10 yıl sonra tamamlanmıştır. Fakat Sinan Paşa’nın kendisi burada gömülü değildir. Sinan paşa Camii, tam olarak Barbaros Hayreddin Paşa Türbesi’nin önündedir ve onun mezarı ile Mekke’yi kıble alacak şekilde yapılmıştır.
“Gazavatnamede yazıldığı gibi Nurlu türbesi Beşiktaş’dadır hayatta olan kapudan paşaların makamı burasıdır, zira Osmanlı devletinde ilk kapudan paşa olan odur ve tophane-ı amirelerine düzen veren o idi.“
Bütün deniz seferleri oradan başlar:
“Halihazırda kapudanı deryalar hilat giyecekleri zaman, bunu merhum Hayreddin Paşa’nın medfun olduğu yerde giyerler ve orada dualar ile methiyeler okuyarak ziyafetler çekip, fakir fukarayı yedirirler. Şerefli ruhu şad olsun. Defalarca vahiy ve kerametleri zuhur eden, veli bir gazı ve mücâhid idi. Allah ona rahmet eyelsin.“
Gülru Necipoğlu’nun belirttiği gibi Barbaros Hayreddin Paşanın kahramanlıkları onu hayatında bir evliya figürüne dönüştürmüş ve kutsal sayılan türbesi bir ziyaretgah haline gelmişti.
Sinan Paşa Camii’nin konumu, kıble yönünün tam olarak Barbaros’un türbesine denk gelecek şekilde yapılmıştır. Osmanlı türbe geleneğinde Padişahların başlattığı bir gelenek olarak mihrab önüne mezar veya türbe yapılmaktadır. Fakat Sinan Paşa Camii, türbeden 10 yıl sonra yapılmıştır. Yani caminin banisi ile türbenin banisi aynı kişi değildir. Ayrıca Sinan Paşa Camii’sinin banisi, caminin yanına değilde Üsküdar’da Mihrimah Sultan Camii avlusunda gömülüdür. Ve mezarı açıktır yani türbesizdir. Muhtemelen Sinan Paşa kendisini Barbaros’un yanına defnedilmesini istemiştir. Fakat bu isteği bilmediğimizi başka bir sebebten kabul edilmemiştir. Böylece Barbaros Hayreddin Paşa deniz kıyısında tek türbe olarak kalmıştır. Bu şekilde başka bir kaptanın yaptığı cami onun selefinin türbesini kıble olarak seçmiş ve kendisi ise uzaklara defnedilmiştir. Bu ilahi bir tecelli veya toplumsal bir gelişme olarak kabul edilebilir. Denizciler sefere çıkacakları zaman kıldıkları namazda kıble olarak hem Hayreddin Paşa’nın naaşına ve hatırasına yönelerek ona saygı ve selam durmuşlardır. Hem de müslümanların kıblesi olan Kabe ve Mekke’ye doğru yönelmişlerdir.
.
4.
Pervititch haritasinda Türbenin ve Sinan Paşa Camisi’nin konumu
3.TÜRBE APOLLON TAPINAĞI ve BİZANS SARAYI; Diplokionion temelleri üzerine kuruldu. Hayreddin Paşa, türbesinin deniz kıyısında çok özel ve tarihi bir yerde olduğunun bilincinde olmalıydı. Çünkü bu bölge, Bizans döneminde “çift sütun” manasına gelen Diplokionion olarak adlandırılmıştır. Colum(m)ne (resim 5 ve 6)
Buondelmonte tarafından tasarlanan haritalarda İstanbul’un Beşiktaş tarafında iki sutün gözükmektedir. Daha önceki mesela Paris BNf.fr nüshasında sadece sütunlar ve boş bir arazi gözükürken, daha sonra yapılan Düsseldorf nüshasında daha dolgun bir malzeme ile donatılmış hatta üzerindeki destek sütununda resimler olduğu bile söylenebilir.
.
5.
Çifte Kolomlar
(Christoforo Buondolmonti, İstanbul Panoraması Paris nüshası – Detay)
Düsseldorf nüshası, İstanbul’u ziyaret edip yerinde incelemelerde bulunan birisi tarafından hazırlanmıştır. İstanbul’un fetihden sonra hızlı bir şekilde değiştiğini ve Türk mimarisi ile süslendiğine şahitlik eden birisi tarafından yapılmış olması muhtemeldir.
Burada Tophane’nin yanında, üzerinde bulunan mimari parçalar ve denize inen bir merdiven ya da iskele görülen çifte sütunlar açık olarak belirtilmiştir. Solunda toplar, sağında ise S. Angelo Kilisesi görülmektedir.
.
7.
Çifte Kolomlar
(Christoforo Buondolmonti, İstanbul Panoraması Düsseldorf nüshası – Detay)
Paris nüshasının yazılı metninde, Diplochion ismine rastlamaktayız. Düsseldof nüshasında ise sadece Colune (sütunlar veya kolomlar) yazısı bulunmaktadır.
Diplokion adı verilen bu sütunlar, Patria tarafında anılan ‘zeukta kionia’ (Bağlı sütünlar) olarak isimlendirilmiştir. Bunların daha önce burada bulunan, Mamas Sarayı’nın denize açılan kapılarının artıkları olduğu öne sürülmüştür. Petrus Gyllius, bu sütunların olduğu yerde Rumların Diplokiona, Türklerin ise Bisitaş dedikleri köy bulunduğunu yazmaktadır. (quem Graecı Hodie vocant Dıplocionia, Turci Bisitas).
Burada bulunan Saray 10. yüzyıla kadar Bizans İmparatorunun yazlık sarayı olarak kullanılmıştır. 1201 yılından sonra ise tahttan indirilen ve gözüne mil çekilen İmparator Isakıos II Angelios burada hapis olarak tutulmuştur. Sarayın yanında Aziz Mamas Kilisesi ve bir de Hipodrom bulunmakta imiş.
.
7.
19. Yüzyıl Osmanlı haritasında Hayreddin Paşa İskelesi ve Dolmabahçe Sarayı
Buondelmonti’nin anlatımına göre, sarayın yanında gemilerin uğrak yeri bir liman bulunmaktadır. Petrus Gyllius ise bu sütunların 1509 yılında meydan gelen bir depremde yıkıldıklarını ve Barbaros Hayreddin Paşa’nın türbesinde yapı malzemesi olarak kullanıldığını belirtiyor.
Daha önce hiç Türkçesi yayınlanmamış ve ilk defa burada kelime kelime tercümesini verdiğimiz Gyllius’un anlatımı bize önemli ipuçları vermektedir. Latince Kırmızı harflerle Türkçe tercümesi siyah harflerle dizilmiştir.
“O yerde” In qua plaga longi latíque “Rüstem Paşa” Rostanni Bassa’nın “bahçeleri” horti “ve “Sultanın amirali” regia classi praefecti Aenobarbı (Hayreddin Barbaros) “deniz kıyısındaki mezarı” sepulchrum iuxta littus situm “bulunmakta idi. Bu türbe dairesel“, circumclusum aedicula rotunda “tonozlu bir bina ve çatısı kurşunla kaplı şapelden oluşmakta idi.” in convexum; tegulis plumbeis tectam aediculam “ve dört köşe bir duvarla çevrili serviler ve çınar ağaçları ile kaplı bir bahçe içinde bulunuyordu.” area quadrata circumsepta muris, Platania, & populis adumbrat. “Ve deniz hayatta iken yenemediği büyük korsanı yutmasın diye:” & ne maris fluctus mortuum pyratam Submergant , quem viuum submergere non potuerunt, “deniz kıyısını taşlarla ve Theba mermerinden iki sütunla döşemişlerdir.” cum aliis saxis litus munierunt , turn duabus columnis marmoris thebaei “Bu sütunlar bir depremde yıkılan” teraemotu collapsis, “de Diplokion denilen yerden getirilmişlerdir” quibus stantibus vicinus vicus proximus apellati est Diplocion
& Aenobarbi regia classi praefecti, eiusq: sepulchrum iuxta littus situm, circumclusum aedicula rotunda desinente in convexum; tegulis plumbeis tectam aediculam area quadrata circumsepta muris, Platania, & populis adumbrata: & ne maris fluctus mortuum pyratam Submergant , quem viuum submergere non potuerunt, cum aliis saxis litus munierunt , turn duabus columnis marmoris thebaei teraemotu collapsis, a a quibus stantibus vicinus vicus proximus apellati est Diplocion. Constitunt in maritima planitie, cuius plurima pars
Buondelmonti’nin eski haritalarında Diplokion’un güney tarafında bir dere görülmektedir. Düsseldorf tasvirinde bu dere görünmüyor ise de Tophane’nin solunda bulunan bir değirmen burada bir dere olduğuna işaret etmektedir.
.
8.
Çifte Kolomlar
(Christoforo Buondolmonti, İstanbul Panoraması Düsseldorf nüshası – Detay)
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden 1 ay önce 21-22 Nisan 1453 gecesi 70 adet gemisini Diplokionion’dan yani sütunlardan başlayarak soğuk su (Haliç-Kasımpaşa’ya kadar) 3 mil olarak hesaplanan karadan yürütülmesi emrini vermiştir. Gemiler o zamanlar kolayca yanaşılabilen şimdiki Dolmabahçe Sarayı’nın önünden Gümüşssuyu vadisi boyunca Taksim’e ordan da Dolapdere vadisinden Kasımpaşa’ya indirilmişlerdir.
Beşiktaş’ta denize 2 dere karışmaktadır. Bunlar Beşiktaş ve Hasanpaşa deresidir. Eski kaynaklarda burada 12 ayaklı büyük bir köprü bulunduğundan da söz edilmektedir. Bu dereye bakılırsa Diplokion’un Düsseldorf haritasında belirtildiği gibi Hayreddin Paşa’nın türbesinin olduğu yerde bulunmuş olması gerekmektedir.
.
9.
Barbaros Hayreddin Paşa ve Türbesindeki çifte kolomlar hala mevcut
Bizim, Hayreddin Paşa Türbesi olarak lokalize ettiğimiz Diplokion ile Fatih’in gemilerini taşıdığını belirttiği yer arasında 1.200 metrelik bir fark bulunmaktadır. Muhtemelen tarih yazıcıları o zamanlar boş bir alan olan veya sığ bir su olan Dolmabahçe Sarayı’nın bulunduğu yeri belirtmek için buna en yakın olan Diplokionu referans olarak kullanmış olmalıdırlar.
4.NETİCE
Barbaros Hayreddin Paşa çok büyük başarılar elde etmiş önemli bir simadır. Kardeşleri ile küçük bir gemiyle başlattığı yolculuk onu Cezayir’e Sultan ve Akdeniz’de yenilmez bir gazi ve Osmanlı donanmasında denizlerin hakimi yapmıştır. O, bir evliyalık derecesine çıkan tanınırlığının da bilincinde olmalıdır ki, ömrünün son yıllarında türbesini yaptırırken su ve
dalga sesinin duyulabileceği kadar denize yakın bir yer seçmiştir.
.
10.
Şimdi görülmeyen Ihlamur deresi ve Hasan Paşa deresi Hayreddin Paşa’nın türbesinin önünden denize dökülürdü
Burası denizle içiçe dalgaların türbesini okşayabilecek kadar yakındır. Vakfiyesinde ise bizzat kendisinin nezaretinde türbesini yaptırdığı yazmaktadır. Bu türbe, İstanbul’un Pagan devrinde deniz boyunca kutsal sayılan Apollo tapınağı olan, Bizans devrinde ise Hagia Mamas manastırının yerine yapılmıştır. Bu manastırdan ve tapınaktan kalan Diplokonion
adı verilen çifte sütunlar 1509 depreminde yıkıldıktan sonra, kaybolmasını önlemek için buradaki malzemeyi kendi türbesinin yapımında kullanmıştır. Böylece eski kutsal Yunan kenti Tebais’dan getirilen mermerleri Pagan, Hristiyan ve Müslüman öğeleri ve malzemeleri ile birleştirerek Zeus’un oğlu, deniz tanrısı Poseidon gibi kendisini konumlandırmıştır. O, zamanında Poseidon’un 3 uçlu mızrağı ile tasvir edilmiştir ki, Ona batılılar modern zamanların denizler tanrısı Poseidon adını vermiştir. Hayatda iken bu tanımlamaların onun hoşuna gittiği ve İstanbul’da Hagias Mamas Manastırı ve Apollo Tapınağı hikayelerini de dinlemiş olması muhtemeldir ki, mezar yerini ve türbesini seçerken, bu saiklerin etkili ile Diplokonion sütunlarının bulunduğu deniz ayağı veya adasında türbesini kendisi 8 köşeli olarak tasarlamıştır. Daha sonra Osmanlı denizcileri onun bu türbesini bir ziyaretgaha çevirmişler ve ölümünden sonra gazaya giden denizciler, onun türbesini önlerine alarak kıbleye yönelmişlerdir. Daha sonra Kaptan-ı Derya Sinan Paşa ise hemen bu alandaki camisini yaptırırken kıblesi Hayreddin Paşa’nın türbesinin içinden geçirmiştir. Böylece Türk denizcileri sefere çıkarken, yerleşmiş olan adet daha çok kök salmıştır. Bu şekilde öldükten sonrada Hayreddin Paşa’nın türbesi Türk denizciliğinin kıblesi olarak Türk denizcilerine yol göstermeye devam etmiştir.
(Kaynak: academia.edu/mehmet.tütüncü, görsel: restoratürk.com)
Y. Tsuboi Tarafından Metabolist Akımın İlkelerine Göre Tasarlanan “Ashizuri Sualtı Gözlem Kulesi”, Ziyaretçilere Sualtındaki Deniz Yaşamını Gözlemleyebilme Olanağı Sunuyor.
1971 yılında Yoshikatsu Tsuboi tarafından tasarlanan Ashizuri Sualtı Gözlem Kulesi Tatsukushi Deniz Parkının içinde bulunuyor. Japonya’nın en eski 4. sualtı gözlem kulesi olan yapı, ziyaretçilere sualtı canlılarını gözlemleyebilme olanağı sunuyor.
Japon mimarisinin 70’li yıllarda ortaya koyduğu gelecekçi yaklaşımın kusursuz bir örneği olarak değerlendirilen yapı, sahip olduğu canlı-kırmızı renk ile Tatsukushi Deniz Parkının içinde yer alan Ashizuri-Uwakai Doğal Parkının tam merkezinde dikkatleri üzerine çekiyor. Öte yandan sualtı gözlem kulesi, Japon mimarisi ve mühendisliği üzerine yarattığı etki ile de incelenmeye değer bir yapı olarak karşımıza çıkıyor.
24 metre uzunluğunda, deniz üzerinde yükselen köprü ile ulaşılabilen kule, ziyaretçilerine hem deniz, hem de su altı manzarası sunuyor.
.
Kulenin sualtı görünümü sunan bölümüne dönel bir merdiven ile ulaşılıyor. Yalnızca yedi kişinin kullanabileceği bu oylumda (mekanda) ziyaretçiler; tropikal balıkları, renkli mercanları ve ekzotik canlıları seyrederken sualtındaki sesleri de duyabiliyorlar.
Ancak burada gözlemlenen bu canlılar, mevsimeler göre farklılaşıyor. Girella, balon ve kelebek balıkları tüm yıl boyunca görülebilirken; sardalyalar ve uskumrular ancak kış aylarında; gerçekleştirdikleri büyük ölçekli göç hareketleri sırasında görülebiliyor. Baraküdalar, deniz kaplumbağaları ve vatozlar ise; sonbahar mevsiminde görülebiliyor.
.
.
Tsuboi’nin gerçekleştirdiği bu tasarımda 2. Dünya Savaşı sonrası döneminde ortaya çıkan, büyük ölçekli mimari ile biyolojik yaşamı bir araya getirme düşüncesine dayanan olan Metabolizm akımından esinlenmiş. Öte yandan yapının 1970 yılında Osaka‘da gerçekleştirilen Dünya Fuarı için gerçekleştirilen pavilyonlardan ve yine o dönemler içinde düzenlenen Showa Gelecek Şenliği’nden de izler taşıdığı belirtiliyor.
(Kaynaklar: designboom.com, visitkochijapan.com)