Akkale Antik Kenti’nde Sürdürülen Kazı Çalışmalarında Denizcilerin Kullandığı Bir Hamam Yapısı Ortaya Çıkarıldı.
Antik dönemlerde deniz ticaretinin önemli duraklarından biri olan Akkale Antik Kenti’nde sürdürülen kazılarda, bu kente gelen denizcilerin kullandığı bir hamam ortaya çıkarıldı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın himayesinde Mersin Erdemli ilçesine bağlı Kumkuyu Mahallesi’nde yürütülen kazılar, Mersin Müzesi ve Mersin Üniversitesi (MEÜ) Kilikia Arkeolojisini Araştırma Merkezinin işbirliğiyle üç yıldır sürüdürülüyor.
Kazının bilimsel danışmanlığını yürüten MEÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ümit Aydınoğlu, kazılarda etkileyici bir hamam yapısının ortaya çıkarıldığını belirtti:
“Yerleşimdeki konaklama mekanı, hamam, sarnıçlar ve depolar gibi yapılarla Akkale’nin, deniz ticareti yapan gemiciler için bir konaklama ve ihtiyaçlarını karşılama merkezi olarak faaliyet gösterdiği görülüyor. Hamamın milattan sonra 4 ile 7. yüzyıl arasında yapıldığını tahmin ediyoruz. Hamamın, etrafındaki su sarnıçları ve diğer yapılarla bağını ortaya çıkartmak istiyoruz.“
Akkale’nin geçmiş dönemlerde deniz ticaretinin önemli bir merkezi olduğun belirten Aydınoğlu, denizcilerin kente nasıl yararlandığını şöyle aktardı:
“Akkale’ye gelen gemilerin mürettebatı, limana yanaşıp ikmallerini yaptıktan sonra banyo ihtiyaçlarını burada gideriyorlardı. Aynı zamanda, gemilerin tatlı su ihtiyacını da 7 milyon litre su alma kapasitesine sahip sarnıçtan karşılıyorlardı. Antik hamamda, soğuk ve sıcak su kanalları ile halk arasında göbek taşı denilen yapıların, dinlenme alanlarının ortaya çıkarılmasını hedefliyoruz.”
Aydınoğlu, antik kent yerleşkesinde belirlenen çok sayıda kalıntının buranın bir liman yerleşimi olarak kurulduğunun ve bu gereksinimin çevresinde geliştiğinin kanıtı sayılabileceğini belirtti.
(Kaynak: aa.com.tr)
Macar Kültür Merkezi’nde Açılan “Doğu’ya Açılmak” Sergisi, 19. yüzyılda Tuna Irmağında Buharlı Gemilerle Gerçekleştirilen Ulaşımı Konu Alıyor
Macar Kültür Merkezi’nde açılan “Doğu’ya Açılmak” sergisi Tuna ırmağındaki buharlı gemilerle gerçekleştirilen ulaşımı toplumsal ve kültürel boyutlarıyla ele alıyor.
Sergi, 19. yüzyılda kullanılmaya başlanan buharlı gemilerin Tuna ırmağında yüzyıllardır yelkenle gerçekleştirilen seyahatleri hem biçim hem anlam olarak nasıl değiştirdiğini konu alıyor.
Özellikle 1830’lu yılların başından 1914 yılları arasında varlık gösteren Tuna Irmağı İlk Buharlı Taşımacılık Şirketi – DDSG (Erste Donau-Dampfschiffahrts-Gesellschaf) adlı şirket, Viyana’dan Romanya-Sulina’ya ve İstanbul’a kadar düzenlediği buharlı gemi hatlarıyla önemli bir rol üstlenmişti.
Şirketin Tuna ırmağı üzerinde gerçekleştirdiği tecimsel etkinliği, dönemi içinde günlük yaşamı olduğu kadar uluslararası politikayı, kentsel ve kırsal peyzajda da dönüştürücü etkide bulunarak önemli bir kültürel etkileşim de sağlanmıştı.
“Birlikte Çeşitlilik: Tuna Dalgalarında Kültürlerarası Diyalog” projesinin bir parçası olarak düzenlenen sergi, 01 Şubat 2020 tarihine kadar Macar Kültür Merkezi‘nde ziyaret edilebilecek.
(Kaynak: isztambul.balassiintezet.hu)
Öncü Rüzgar Sörfü Sporcusu R. Naish’in Yaşam Öyküsünü Konu Alan “En Yüksek Dalga” 23. Estonya Siyah Geceler Film Şenliği’nde
Joe Berlinger’in senaryosunu yazıp, yönetmenliği gerçekleştirdiği “En Yüksek Dalga” (The Longest Wave) dünyanın önemli su sporcularından biri olan Robby Naish‘in yaşam öyküsünü konu alıyor.
Yapım, “23. Estonya Siyah Geceler Film Şenliği” (PÖFF) programında izleyici karşısına çıkıyor.
Kırk yıllık kariyeri boyunca Robby Naish, kürek sörfü, uçurtma sörfü, rüzgar sörfü, salma sörfü (foil boarding) gibi bir zamanların niş olarak görülen spor dallarının küresel boyutta tüm sprorcular tarafından benimsenerek, rağbet görmesinde öncülüğünü yapmış ve bu süreç içinde 26 şampiyonluk rekoru kırmıştır.
Oskar ödüllü film yapımcısı Joe Berlinger, efsane rüzgar sörfçüsü ve öncü su sporcusu Robby Naish ile dünyayı gezmiş ve kendisini yakından tanıyan bir kişi olarak dünyanın en yetenekli sporcularından birinin portresin “En Yüksek Dalga” adlı bu yapımla izleyicinin karşısına yorum katmadan, olduğu gibi çıkarıyor.
2019 tarihi yapım, bir sporcuya sahip olduğu her şeyi yitirmeyi göze alarak bedenin ve zihnin tüm sınırlarını zorlamaya iten düşünceye bir farklı bakış açısı ortaya koyuyor.
23. Estonya Siyah Geceler Film Şenliği‘nde “Estonya Olimpiyat Komitesi Spor Filmleri Programı”nın içinde yer alan yapım, 29 – 30 Kasım 2019 tarihlerinde Apollo Kino Solaris’te gösterilecek.
Film Künyesi:
Tür: Belgesel, Yaşam Öyküsü
Süre: 1 Sa 34 dk
Yönetmen: Joe Berlinger
Senaryo: Joe Berlinger
Oyuncular:
-Laird Hamilton
-Gerry Lopez
-Martin Lenny
(Kaynak: poff.ee)
Dünyanın En Varsıl Amfora Koleksiyonuna Sahip M. Aydemir, Bu Birikimi “Amfora ve Deniz Müzesi” Çatısı Altında Türk Denizcilik Kültürüne Kazandırmayı Amaçlıyor.
Mustafa Aydemir, sahip olduğu dünyanın en varsıl amfora koleksiyonunu, gelecekte kurulacak bir “Amfora ve Deniz Müzesi” çatısı altında Türk denizciliğine ve Türk gençlerine kültürel bir kaynak olarak sunmayı amaçlıyor.
Mustafa Aydemir’in, 40 yılı aşkın süreçte oluşturduğu, sayısı 1 milyona ulaşan amfora koleksiyonu, İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne kayıtlı, dünyanın en varsıl amfora koleksiyonu durumunda.
Akdeniz, Karadeniz, Ege ve Marmara Denizlerinden, trolcü ve balıkçı ağlarına takılan amforaların satın alınmasıyla bir araya getirilen bu özel koleksiyon, denizlerdeki arkaik, klasik, Helenistik dönemleriyle Yunan, Roma, Bizans dönemlerini kapsıyor.
Bir “Amfora ve Deniz Müzesi” Kurma Çabası
Aydemir, deniz ile ilgili birikimlerini, Türkiye’nin herhangi bir ilinde kurulacak “Amfora ve Deniz Müzesi“nde değerlendirmek için yıllardır çaba sarf ediyor bunun için finansal kaynak arayışını sürüdürüyor.
Kurulması amaçlanan müzenin, denizcilik kültürünün gelişmesine katkıda bulunması, Türk ve Dünya denizciliği hakkındaki bilgileri gelecek nesillere aktarması amaçlanıyor.
Öte yandan binlerce yıllık bir tarihi kapsayan, dünyanın en büyük özel amfora koleksiyonu rehberliğinde, denizlerin arkaik, klasik, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerini anlatması, antik çağlardan denizcilik serüvenlerini, yaşam kültürlerini, önemli kişi ve olaylarını kronolojik bir sırayla, bilgi-belge-afiş-heykel-rölyef-harita ve maketleri de kullanarak dönemlerine ait orijinal yapıtlarla sunması hedefleniyor.
Aydemir, “Müzenin bel kemiğini, amforalar rehberliğinde deniz tarihine yolculuk olarak belirledik.”
Müzenin de ana temasını oluşturan amforaların önemine değinen Aydemir, “Amforalar, denizlerin sır küpleridir. Çünkü her amfora ait olduğu dönemin, binlerce yıl öncesinin, özellikle Anadolu coğrafyasının kıyılarının deniz tarihini, deniz aşırı ticareti, o dönemki üretimleri bize anlatır. Dolayısıyla müzenin bel kemiğini, amforalar rehberliğinde deniz tarihine yolculuk olarak belirledik.” dedi.
Aydemir, farklı tiplerdeki amforaların Türkiye kıyılarının ya da adalarının bir dönemine, bir bölgesine, içinde taşıdığı sirke, zeytinyağ, incir, şarap, balık sosu, bal, pekmez gibi bir materyale hitap ettiğini söyledi.
“Amforanın içine girebilen her şey deniz aşırı ticarette söz konusu olmuştur. Onun için bunlar, ticari amforalardır. Biz buradan bütün denizcilik tarihini, üretim biçimlerini okuyabiliyoruz, deniz ticaret yollarını öğrenebiliyoruz, üretimin kapasitesini görebiliyoruz, o dönemin deniz aşırı ticaretten özellikle Anadolu’nun antik kentlerinin ne kadar zenginleştiğini görüyoruz.
Dolayısıyla amfora, sadece bir amfora değildir. Bunlar aynı zamanda o bölgenin, o dönem insanlarının ürettiği değişmez markalardır. Çünkü bir amfora formu değişemez, yüzlerce yıl aynı şekilde devam etmek zorundadır. Çünkü bunlar aynı zamanda hacim ölçüsüdür. İçindeki ürünlerin ne kadar olacağı şehir devletlerinin kanunları ile bellidir. Gümrüğe tabidirler. Bunun için bir amforaya baktığımız zaman üretildiği bölgeyi söyleyebiliriz.“
Kurulacak deniz müzesinde amforaların yanı sıra o dönemleri tanımlayan sikke, cam ve bronz eserler, haritalar ve gemi maketlerinin de yer alacağını aktaran Aydemir, sözlerine şöyle devam etti:
“Amacımız, bu coğrafyanın denizcilik tarihini insanlara anlatabilmek. Denizci nesiller yetiştirmenin birinci kuralı da deniz kültürünü verebilmektir. Deniz kültürü de ancak bu deniz müzelerinde verilir. Biz maalesef deniz müzeleri konusunda dünyanın en fakir ülkesiyiz.
Doğu Akdeniz çanağında yer alıyoruz. Bütün kıyılarımızda dünyanın en eski batıkları var. Dünya su altı arkeoloji bilimi bu kıyılarda gelişti. Biz bu batıklar vasıtasıyla, amforalar kanalıyla denizcilik tarihini günümüze ulaştırmak istiyoruz. Bin yıldan beri bu coğrafyadayız ama maalesef tam anlamıyla denizci bir toplum olamadık. Denizlerin önemini kavrayamadık.”
En eski denizcilik tarihinin Türkiye kıyılarında başladığını vurgulayan Aydemir, “Denizdeki üstünlüğünü kaybeden ülkeler karalarına da sahip çıkamazlar. Biz, koca bir imparatorluğu kaybettik. Niçin? Çünkü deniz kültürüne bir türlü ulaşamadık.” görüşünü dile getirdi.
Kısaca Mustafa Aydemir
1953 yılında Antalya’da doğdu. 1972’de Antalya Lisesi’nden, 1979’da İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi‘nden mezun oldu.
1975 yılında Caddebostan’daki Türk Balıkadamları Kulübü‘nden ilk dalgıç brövesini aldı. Bunu, Tecrübeli Derinsu Balıkadamı Brövesi ve dalgıç hocalığı görevleri izledi. Aynı kulüpte, dalış okulu ve teknik komite başkanlığı yaptı. Sualtı Milli Takımı’nda ülkemizi temsil etti.
1977 yılında Teksas Üniversitesi adına Prof. George Bass grubu ile Serçe Limanı Bizans – Fatimi Batığı kazısında çalıştı. Antik batıklara, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları batıklarına daldı.
Mavi Dünya, Sualtı Dünyası ve Deniz Magazin’e denizler, batıklar ve balıklar hakkında uzun yıllar makaleler yazdı. Deniz Magazin’de 1999 – 2003 yılları arasında amforalar konulu yazı dizisini yayınladı.
1995 yılında Antalya-Kemer açıklarında daldığı Fransız Savaş gemisi Paris II batığını,
9 yıl boyunca araştırdı. Bu batığın sırlarını çözerek unutulmuş bir tarihi su yüzüne çıkardı. Ve bunu ”Ben Bir Türk Zabitiyim-Topçu Yüzbaşı Mustafa Ertuğrul” adlı kitapla belgeselleştirdi.
(Kaynak: aa.com.tr, mustafaaydemir.com)
Avustralya Ulusal Deniz Müzesi’ndeki “Elysium Arctic” Sergisi, Olağanüstü Bir Coğrafyayı, Küresel Isınmaya Yönelik Bir Uyarıyla Birlikte Sunuyor
Kutuplara gerçekleştirilen gezinin çarpıcı görsellerini sunan “Elysium Arctic” sergisi Avustralya Ulusal Deniz Müzesi‘nde sürüyor.
Sergi, kutuplardaki vahşi doğanın etkileyici güzelliğini, küresel ısınmanın yarattığı olumsuz etkilere yönelik bir dikkat çekme kaydıyla ortaya koyuyor.
Kaşifler, bilim insanları ve fotoğrafçıların biraraya gelerek oluşturdukları takım, 2015 yılında Svalbard, Grönland ve İzlanda‘ya doğru bir yolculuk düzenledi.
Özgün bir coğrafyaya doğru yapılan bu gezinin amacı, kuzey kutbu bölgesi aysberglerini ve buzullarını, vahşi doğal yaşamının içinde karşılarına çıkan yavru hayvanların insanın tinini (ruhunu) ısıtan davranışlarını, denizin ve karanın etkileyici güzelliklerini bir sanatçının duyarlılığı ile kayıt altına almaktı. Farklı alanlarda çalışan insanlardan oluşan bu takım, burada elde etikleri bu ikonik görüntüleri, “Elysium Arctic” başlığı altında topladılar ve bunu bir sergiye dönüştürdüler.
Micheal Aw tarafından yürütülen bu gezi ve çalışmada sıfırın altındaki iklim koşullarına ve deniz buzları gibi zorluklara göğüs geren Elysium takımı, burada nefes kesen manzaraları, fotoğrafladılar ve video ile görüntüleme olanağı buldular.
Vahşi yaşam fotoğrafçısı, kaşif ve doğa korumacısı Aw, sanatın içinde taşıdığı etkileyebilme gücünden yararlanılarak; oluşturulacak toplumsal bilicin tüm dünya insanlığını küresel sorunlara ve dünyanın tehlike altındaki bölgelerine yönelik olarak harekete geçireceğine inanıyor.
Bu nedenle sergide yer alan olağanüstü güzellikteki görüntüler ve videolar, aynı zamanda küresel iklim değişikliğinin kutup bölgesinde yaratmış olduğu büyük değişimi de gözle önüne seriyor.
Darling Limanı’ndaki Wharf 7 Kültürel Kalıt binasının önünde fotoğraf yerleştirmesi yer alırken, ana müze binasının içinde ise kutup bölgesi ile ilgili olarak 3 boyutlu “Kutupların Harikaları” adlı 3 boyutlu bir film ziyaretçilerin dikkatine sunuluyor.
Sergi, 01 Nisan 2020 tarihine kadar açık kalacak.
(Kaynak: sea.museum)
Nuh’un Gemisi Olduğu Düşünülen Oluşumun, Toprak Altında Kalan Bölümünde Gemi Karinasına Benzeyen Bir Kütle Olduğu Belirlendi
Nuh’un Gemisi olduğu savlanan oluşumun, toprak altında kalan bölümün görüntülenmesi sonucunda burada gemi karinasına açıkca benzeyen bir kütle olduğu belirlendi.
Türkiye’ye gelen ve bu çalışmayı bağımsız olarak yürüten Amerikalı bilgisayar mühendisi ve arkeolog Andrew Jones, Yeni Zelandalı jeofizikçi, coğrafyacı akademisyen ve aynı zamanda yer altı görüntüleme uzmanı olan John Larsen ile Nuh’un Gemisi’nin üç boyutlu görüntüsünü belirlemeyi başardı.
2014 yılında gerçekleştirilen iki haftalık sürece yayılan ölçümlere ek olarak, 3 yılda tamamlanan araştırma ile yer altında kalan bölge 3 boyutlu olarak oluşturuldu.
Jones, yapılan çalışmanın ardından elde edilen görüntü ile ilgili olarak şunları söyledi:
“Bu görüntü Nuh’un Gemisi’nin yer altında bulunan görüntüsünün gerçek verileridir. Bu görüntüler ne sahtedir ne de bir simülasyondur. Bu görüntü toprağın altında gömülü olan geminin tamamını gösteren gerçek veridir.
Konunun uzmanı her bilim insanı bu çalışmayı yapabilir ve bizim ulaştığımız bu sonuca ulaşabilir. Bu yapı evet bir gemi, ama Nuh’un Gemisi diyebilmek için daha erken. Çok kapsamlı çalışmalar yapmalıyız. Bu da ancak, üniversitelerin ve Türk devletinin desteği ile olabilir.”
Daha Önce de Alanda Çok Sayıda İnceleme Gerçekleştirilmişti
Nuh’un Gemisinin kalıntısı olduğu savlanan bu coğrafi oluşum, ilk kez 11 Eylül 1959 yılında Harita Yüzbaşı İlhan Durupınar tarafından, Doğubeyazıt haritası üzerinde çalışırken keşfedilmişti.
Yapılan keşfin, ulusal ve uluslararası basın kuruluşlarında yer almasının ardından, bu konuda çalışma yapmak amacıyla ilk olarak, 1960 yılında dönemin askeri yönetiminden gerekli izinleri alan Ohio Üniversitesinden fotogrametri ve yer bilimcisi Prof. Dr. Arthur Brandenberger ile Washington Arkeolojik Araştırmalar Enstitüsünden Dr. George Vandeman, ayrıca İsveçli bir gazeteci ile Avrupalı 3 iş insanı, Kiliseler Birliği’nin parasal desteğiyle ülkemize gelmişti.
26 yıl sonra başbakanlık desteğiyle gerçekleştirilen çalışma, Erzurum Atatürk Üniversitesi ve California Üniversitesi tarafından ortaklaşa yürütülmüştü. İnceleme sonucuna hazırlanan 80 sayfalık raporda, “Yer altında bulunan bu gövde için ‘Gemi gövdesi değildir.’ denilemeyecek bulgular elde ettik. Bu yer altındaki kütlenin gemi olma ihtimali yüksektir. Kış gelmeden derinlemesine arkeolojik kazı çalışmalarının bir an önce başlatılması gerekmektedir.” denildi.
Bulunduğu günden bu yana gündemden hiç düşmeyen bu coğrafi oluşum, ileri sürüldüğü gibi kutsal metinlerde yer alan Tufan ile ilgili olup olmadığı teknolojik olanakların yetersizliği nedeniyle sürekli dünya insanlığını aklını kurcalamıştı.
Bu konuda çalışmaları Türk belgeselci Cem Sertesen, Nuh’un Gemisi üzerine hazırlamış olduğu belgesel ile 2017 yılında 9. TRT Belgesel Ödülleri’nde önemli bir başarı kazanmış; sonrasında, elde ettiği birikimi yazdığı iki kitapla okuyucularına aktarmıştı.
Konuyla ilgili olarak Sertesen şunları söyledi.
“Nuh’un Gemisi’nin içini çok merak ediyorum. Yer altındaki gemi görüntüsünün içinde neler var? Çünkü bilim insanları geminin üç katını tespit ettiklerini söyledi.
Bilim insanlarının bir kısmı da ‘Sakın dokunulmasın, bölgede heyelan devam ediyor.’ diyor. Öncelikle bu şeklin heyelandan korunması lazım. Çünkü şekil bozulursa, işin esprisi kalmıyor. Oraya vurulacak her kazma, her kürek, bunun kalbine saplanacak hançerdir.“
(Kaynak: aa.com.tr)
Anchorage Müzesi’nde Açılan “Somon Ve Alaskalılar” Sergisi, Alaskalılar İçin Önemli Bir Kaynak Olan Somon’u Kültürel Boyutuyla Ele Alıyor.
Anchorage Müzesi’nde Alaska bölgesinin ekonomik olduğu kadar kültürel olarak da değerli bir doğal kaynağı durumundaki Somon balığı üzerine “Somon Ve Alaskalılar” başlıklı bir multi-medya sergisi düzenleniyor.
Amerika’nın kuzey bölgesini sanat, tasarım, tarih, kültür ve bilim ile tanıtmayı amaçlayan, Alaska’nın en büyük müzesi olan Anchorage Müzesi’nde açılan sergi, Alaska’daki somon kültürünü ve bu kültürün görünür olduğu çeşitli biçimleri ele alıyor.
Bu bölgedeki ekonomik etkinliklerin ve yaşam biçiminin tam içinde yer alan bir doğal kaynak olan Somonla burada yaşayanların kurduğu ilişkiler; kişisel boyutu olan ve insan duygularla bütünleşecek kadar içiçe geçmiş bir özelliğe sahip.
Sergi “Somon Projesi” (The Salmon Project) ile birlikte düzenleniyor. Siyaset dışı bir girişim olan bu proje, tüm Alaskalıları bir araya getirerek bir bilinç düzeyi yaratmak ve bu bölgenin bu değerli kaynağını ekonomik, kültürel, toplumsal ve kültürel yönleri ile sürdürülebilir olmayı amaçlıyor.
Sergi 19 Ocak 2020 tarihine kadar Anchorage Müzesi’nde.
(Kaynak: anchoragemuseum.org)
L. Erlich’in “Havuz”u, Buenos Aires Latin Amerika Sanat Müzesi – MALBA’da
Leandro Erlich‘in, 49. Venedik Bienali’nde (2001) ilk defa izleyici karşısına çıkan ve dünyada yankı bulan çalışması, “Havuz” (La Pileta) Arjantin’de bulunan Buenos Aires Latin Amerikan Sanat Müzesi‘nde ilk defa sergileniyor.
Serginin küratörlüğünü gerçekleştiren Dan Cameron, sanatçının çalışması ile ilgili olarak şunları söylüyor: “Havuzun dibine doğru baktığınızda boğulmakta olmadığını bildiğiniz insanlara bakıyor olmak ile havuzun dibindeyken size bakanların boğulmakta olmadığınızı görüyor oldukları gerçeği; La Pileta’yı bu büyülü deneyimi ilk defa yaşayanlara hiç etki etmiyor. O anda her iki taraf da bir facia ile karşı karşıya kalmış gibi davranıyor. Burada bize sunulan kendi çaresizliğimiz ya da zalimliğimiz ile eğleniyor olduğumuz gerçeği“
“La pileta“, Erlich‘in diğer yerleştirmeleri, 2009 tarihli Metro (Subway) ve 2014 tarihli Anılar İskelesi (Puerto de Memoria) ile birlikte MALBA’da 02.02.2020 tarihine kadar sergilenecek.
(Kaynak: malba.org.ar)
P. Signac’ın Haliç’i Betimlediği “Altın Boynuz” Adlı Yapıtı Sotheby’s Tarafından Düzenlenen Açık Arttırmada 16.2 Milyon Dolara Satıldı
Sotheby’s tarafından geçekleştirilen 209 milyon dolarlık açık arttırmada, Yeni İzlenimci (Empresyonist) Fransız ressam Paul Signac’ın “Altın Boynuz” (La Corne d’Or) adlı yapıtı da 16.2 milyon dolara en yüksek teklifi veren katılımcıya satıldı.
Sotheby’s, sanat piyasasındaki düşüş yönündeki genel algıya karşın; New York’ta 12.11. 2019 tarihinde düzenlenen açık arttırmada toplamda 209 milyon dolarlık “İzlenimci” ve “Modern Sanat” akımları içinde yer alan yapıtların satışını gerçekleştirdi.
Alberto Giacometti, Auguste Rodin, Claude Monet, Edgar Degas, Georges Braque, Picasso, Paul Signac, Rene Magritte, Rufino Tamayo, Tamara de Lempicka’nın yapıtlarının yer aldığı Açık arttırmada 50 lot yer aldı. bunların 8 tanesi satılamazken; geriye kalan 43 lot 1 milyon doların üzerinde alıcı buldu. 3 lot 10 milyon dolar sınırını aşarken; tek bir lot 25 milyon doların üzerinde alıcı buldu.
Claude Monet’nin 20- 30 milyon dolar arasında bir satış öngörüsünde bulunan 1903 tarihli Charing Cross Köprüsü adlı yapıtı, açık artırmaya telefon aracılığıyla katılan ve kimliğinin açıklanmasını istemeyen bir katılımcı tarafından 27.6 milyon dolara satın alındı.
1. Claude Monet – “Charing Cross Köprüsü”
Paul Signac‘ın suyun üzerindeki teknelerle birlikte Haliç’i çok canlı bir biçimde betimlediği (yaklaşık olarak 14 milyon – 18 milyon dolar arasında bir satış öngörüsünde bulunulan) 1907 tarihli Altın Boynuz adlı yapıtı, Sotheby’s Asya’nın yönetim kurulu başkanı Patti Wong‘un telefon üzerinden teklif veren katılımcıya 16.2 milyon dolara satıldı.
2. Paul Signac – “Altın Boynuz”
(Kaynak: artnews.com)
“Abora-IV”, Kalıcı Olarak Sergileneceği “Patara Antik Limanı”na Taşındı
“Abora-IV” gemisi, yeni evi Patara’da
Arkeolog Dr. Dominique Görlitz tarafından tasarlanan ve antik dönemin gemicilik teknikleriyle inşa edilen “Abora-IV” gemisi, Bulgaristan’ın Varna Limanı’ndan 01 Ağustos 2019 tarihinde deniz açılmıştı.
Görlitz, Abora-IV gemisini, Patara Antik Limanı’nda sergilenmesi koşuluyla, Türk makamlarına hediye etmeyi arzu ettiğini belirtmişti. Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri tarafından da onaylanan bu öneriyle, Abora-IV‘in Patara Antik Limanı’nda kalıcı olarak sergilenmesi kararı alınmıştı.
‘Barış ve uluslararası anlayış için yelken açmak‘ sloganıyla Karadeniz’den Akdeniz’e yol alan, 14 metre uzunluğundaki gemi, seyir planlarını tamamlayarak; 20 Eylül’de kaptanın ve mürettebatının törenle karşılandığı Kaş Limanı‘na demirledi.
Teknenin limana aborda olmasının ardından Abora IV, karaya çekildi ve zarar görmemesi için gövde dışında tüm yapısal öğeleri sökülerek; TIR dorsesine yüklendi. Antik liman yerleşkesine taşınmasının ardından, tüm gövdesi yeniden birleştirilecek olan Abora IV, artık yeni evi olan Patara Antik Limanı‘nda sergilenecek.
Taşınma sürecini twitter hesabı üzerinden görseller ve video görüntüleri ile paylaşan Prof. Dr. Havva İşkan Işık, duygularını ‘Abora IV Patara’da başardık. Teşekkürler‘ sözcükleri ile özetledi.
(Kaynak: denizhaber.net, denizcitoplum.com)