Hauser & Wirth, Isla Del Rey’de Bulunan Eski Donanma Hastanesi Yapısını İki yıl Süren Restorasyon Projesinin Ardından Yeni Sanat Merkezi Olarak Açtı.
İsviçreli sergievi Hauser & Wirth, Minorka’daki Isla Del Rey’de bulunan eski donanma hastanesine ait yapıyı, iki yıl süren projelendirme sürecinin ardından yeni sanat merkezi olarak açtı.
Arjantinli mimar Luis Laplace‘ın gözetiminde sürdürülen; tarihe ve dokuya duyarlı bir koruma projesinin ardından yeniden işlevlendirilen 18. yüzyıl döneminin mimari üslup özelliklerini taşıyan donanma hastanesi binası, toplamda sekiz adet sergileme alanı, sergi evi satış alanı ve yeme içme mekanlarını içerecek biçimde planlanarak; yaklaşık 1500 metrekarelik bir sergi alanına dönüştürüldü.
İlk olarak İngiliz Donanması tarafından 1711 yılında kurulan hastane, güney batıya bakan U planına sahip. Yapı, küçük ölçekli bir meydanı ve burada yer alan bir şapeli çevreliyor. Hastane yapısı, destek birimlerine barındıran başka ek binalara da sahip. Hastane yapısının kullanılmaz duruma gelmesinin ardından, 2005 yılında gönüllü yurttaşların öncülüğünde “l’Illa del Rei Vakfı” kurularak, hastane yapısının, buradaki doğal örtünün korunması için girişimlere başlandı.
15 yıl boyunca yapıyı ayakta tutmak için gerçekleştirilen bu gönüllü girişimlerin kendisini çok etkilediğini belirten Hauser & Wirth sergievinin kurucusu Manuela Wirth, “Buradaki kültürel mirası ve çevreyi koruma konusunda gösterilen çaba bizleri derinden etkiledi. Bu yapının yeni muhafızları olarak, bu gönüllüler arasına katılmaktan büyük bir onur duyuyoruz” üstlendikleri toplumsal sorumluluğu dile getiriyor.
.
Laplace tarafından gerçekleştirilen restorasyon projesinin, yağmur sularının toplanması, zemin sulama için suyun yeniden kullanılabilir duruma getirmek için su tesisinin oluşturulması, enerji yeterlilik iklim denetim birimlerinin binaya eklenerek; buradaki benzersiz doğal çevreyi korumaya da önem verilecek biçimde oluşturulmasına öncelik verildi.
Öte yandan kullanım esnekliği ve yerel mimari öğeler de tasarımın bir parçası olarak kullanıldı. İç oylumda daha fazla doğal ışık kullanılabilmesi için çatıya ışıklıklar eklenirken; adanın ve limanın bina içinden algılanabilmesi için de yeni pencereler yapıya eklendi.
.
.
.
Eski Donanma hastanesi projesi, geleneksel yapı gereçlerine de yer veriyor. Bunlara arasında geleneksel çatı kiremitleri, kullanılacağı yer için özel olarak üretilmiş terrazo zemin kaplamaları ve yerel taşlar yer alıyor. Ayrıca yapıda var olan ahşap kirişler yeniden elden geçirilerek; tasarlanan yeni ahşap çatı makasları, yapıya dayanımını arttırmak amacıyla eklenmiş.
Mimari uygulamanın sonuçlandırılmasının ardından, yapıyı çevreleyen açık alanların tasarımı peyzaj tasarımcısı Piet Oudolf tarafından gerçekleştirildi ve buraya Louis Bourgeois, Eduardo Chilled ve Franz West başta olmak üzere çok sayıda yontu sanatçısının açık alanlar için ürettiği, Isla del Rey‘in doğal yaşamıyla ve Oudolf‘un tasarladığı bahçe ile etkileşim içinde olan yapıtlar yerleştirildi.
(Kaynak: hauserwirth.com, designboom.com)
Sicilya Açıklarında Keşfedilen M.Ö 2. Y.y’a Tarihlenen Batık Geminin, Antik Dönemlerde Akdeniz’deki Uluslararası Deniz Ticareti Üzerine Önemli Veriler Sağlayacağı Düşünülüyor.
İtalya’nın güneyinde, Sicilya kıyılarından açıkta, 1.800 yıllık bir antik Roma gemisi kalıntısı bulundu. Batıkta yürütülecek olan arkeolojik çalışmalarla elde edilecek olan bulguların, Antik dönemlerde Akdeniz havzasındaki uluslararası deniz ticaretine ve toplumsal ilişkilere ilişkin önemli veriler sağlayacağı belirtiliyor.
Palermo açıklarında ‘Calypso Güney’ oşinografik gemisi tarafından bulunan, MÖ 2. yüzyıla tarihlenen antik Roma gemisi, Sicilya Bölgesel Çevre Koruma Ajansı‘na (ARPA – Agenzia Regionale per la Protezione dell’Ambiente) tarafından yapılan açıklamaya göre; Isola delle Femmine yakınlarında, denizin 92 metre derinliğinde yatıyor.
İncelemeler sırasında kullanılan sualtı robotu ile elde edilen ilk görüntülere göre, batık, sefer yaptığı sırada bol miktarda şarap amforası taşımaktaydı. Konuyla ilgili açıklama yapan ARPA Sicilya Direktörü Vincenzo Infantino, “Su altında çekim yaparken bu olağanüstü keşifle karşılaşıldı. Önce bölge başkanı ve deniz yetkililerini haberdar ettik. Daha sonra keşfi netleştirmek ve deniz tabanını analiz etmek için yeniden bölgeye döndük. Çok sayıda amforaya rastladık. Bunun altında daha fazlası da olabilir.” diye konuştu.
Araştırmacılar elde edilen bulguların, Roma devletinin Kuzey Afrika, İspanya, Fransa ve Orta Doğu‘yla gerçekleştirdiği baharat, şarap, zeytin ve diğer ürünlerine yönelik tecim etkinliklerine ışık tutacağını belirtti. Keşfi yöneten bilim insanı Valeria Li Vigni, “Akdeniz, farklı gemi türlerinin eşlik ettiği deniz ticareti ve savaşlarla dolu tarihimizi anlamamız için bize sürekli değerli unsurlar veriyor. Artık gemideki yaşam ve kıyı toplulukları arasındaki ilişkiler hakkında daha çok şey öğreneceğiz” dedi.
(Kaynaklar: ntv.com.tr, tr.euronews.com)
J. Adler’in Periskopların Çalışma İlkelerinden Esinlenerek Gerçekleştirildiği Yontu, Yerleştirildiği Uçurumun Aşağısındaki Okyanus Dalgalarının Görüntüsünü Ufuk Çizgisine Taşıyor.
Avustralyalı yontu sanatçısı Joel Adler’in periskoplarda esinlenerek gerçekleştirdiği yapıt, bulunduğu konumdaki uçurumun dibindeki okyanusun ve dalgalarının görüntüsünü, izleyicilerin, daha önce hiç görmedikleri bir açıyla algılamalarını sağlıyor.
Joel Adler’in ‘Vizör’ adlı yapıtı esas olarak 2019 yılında Bondi Plajında düzenlenen ‘Denizin Kıyısındaki Yontu’ adlı sanat etkinliği için tasarlanmıştı. Etkinliğin sona ermesinin ardından yapıt, şu anda sürekli olarak sergilenmekte olduğu Sidney’deki Vaucluse adlı kıyı kasabasındaki deniz feneri yerleşkesine Woollahra Kent Konseyinin verdiği onay üzerine yerleştirildi.
designboom.com
.
designboom.com
Bu dev ölçekli vizör, 200 kilo ağırlığındaki bir aynayı konsol olarak taşıyan altı ton ağırlığına sahip beton ve çelikten oluşuyor. Yontunun yerleştirildiği yeni konumun gereksinimleri nedeniyle; varolan yüksekliğinin arttırılması zorunluluğuna ek olarak bölgedeki egemen rüzgarların oluşturduğu rüzgar yükünü karşılayabilmesi için, yontuya fazladan üç ton dengeleyici metal gereç eklenmiş.
Denizcilik tarihinde gemiler tarafından kullanılan teknolojik arayüzlerden ve doğa-insan arasındaki etkileşimden esinlendiğini belirten Adler’in bu yontusu, yalnızca aşağıdaki okyanusun görüntüsünü değil; aynı zamanda kıyıyı döven dalgaların sesini de izleyicilerin duyabilmesini sağlayarak, büyüleyici bir gösteriye dönüşüyor.
designboom.com
designboom.com
(Kaynak: designboom.com)
T. Şahinoğlu’nun “Birkaç Deniz Hikayesi” Başlıklı Resim Sergisi, Bodrum’da Açıldı.
Tamer Şahinoğlu’nun “Birkaç Deniz Hikayesi” başlıklı resim sergisi, Bodrum’da bulunan Osmanlı Tersanesi Kaymakamlık Sanat Sergievi’nde açıldı.
Sergisinde derin denizlerdeki yaşamı, kıyı kasabalarını ve tersaneleri konu alan sanatçı, sualtında süregelen yaşamın ortak aklının oluşturduğu geometriyi izleyicilerin gözlerinin önünde sererek, doğanın düzen kuruculuğu üzerine bir kere daha düşünmemizi sağlıyor.
1.
.
2.
Sanatçının uzun yıllardan bu yana minyatür sanatından esinlenerek ürettiği illüstrasyonlarından bilinen figüratif anlayışı ve ayrıntıcı yaklaşımı bu sergideki çalışmalarında da izlenebiliyor. “Birkaç Deniz Hikayesinde”, denizi ve buradaki yaşamı, büyük ölçekli tuvaller üzerinde betimleyen Şahinoğlu, sanat izleyicilerinin, ele alınan bu temaları daha yüksek bir algıyla izlemesine olanak sağlıyor.
“Birkaç Deniz Hikayesi”, Milta Bodrum Marina Osmanlı Tersanesi Kaymakamlık Sanat Sergievi‘nde 03 Ağustos 2021 tarihine kadar görülebilecek.
Kısaca Şahinoğlu
1962 yılı Sakarya’da doğan Tamer Şahinoğlu İlk ve ortaokul öğrenimi burada gerçekleştirdi. Yüksek öğrenimini İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde tamamlayan sanatçının yapıtlarını ilk kez ressam Fahir Aksoy‘un dikkatini çekmiştir. 1990 yılında diğer naif ressamlarla birlikte yer aldığı bir karma sergi ile ilk sergisini gerçekleştirmiştir. İbrahim Balaban, Nedim Günsür, Mehmet Pesen gibi ressamların verdikleri manevi destekle resim yapmayı sürdürmüştür.
Sanatçı, günümüzde Bodrum’daki atölyesinde çalışmalarını sürdürmektedir.
(Kaynaklar: antalyanews.com.tr, tamersahinoglu.com)
P. Britton, Tusker Kayalıkları’nda Yaşanan Deniz Kazaları Nedeniyle Yaşamının Kaybedenlerin Anısına Bir Fotoğraf Projesi Hazırlıyor.
İngiltere’nin doğusundaki Bristol Kanalı’nda bulunan tehlikeli Tusker Kayalıkları’nın tarih boyunca çok sayıda deniz kazasına neden olduğu biliniyor. Şimdilerde fotoğraf sanatçısı Peter Britton, yaşamını kaybeden yüzlerce insanın anısını yaşatmak için gemi mezarlığı olarak bilinen bu küçük kayalıklarda bir fotoğraf projesi hazırlıyor.
Porthcrawl‘da bulunan Tusker Kayalığında yaşanan deniz kazalarının tarihi şaşırtacak kadar eskiye gidiyor. Öte yandan burada hala çok sayıda gizli kalmış batık bulunuyor. Bristol Kanalının kuzeyinde yer alan bu kayalıklar, Porthcrawl‘ın kuzey yönüne doğru 4 kilometre açığında Ogmore‘dan ise yaklaşık olarak bir mil açıkta yer alıyor.
.
Kayalıklar, yalnızca 500 metre uzunluğunda olmasına karşın burada yaşanan deniz kazaları yüzünden, yüz yıldan daha uzun bir süre içinde pek çok kişi yaşamının yitirdiği ileri sürülüyor. Bunlardan en büyüğü 1967 yılında kayalıklara çarpan ‘Steep Holm’ adlı bir batığa ait kalıntılar. Öte yandan yine tarihi net olarak belirlenebilenlerden bir diğeri ise; 1882 yılında ‘SS Liban’ adını taşıyan ait batık gemi.
Yaşamını kaybedenleri anmak için bir fotoğraf projesi hazırlayan Peter Britton, fotoğrafçılık alanındaki eski ve yeni teknolojiyi birlikte kullanıyor. Kayalıklardaki belgeleme çalışmalarını ise; en elverişli zaman olan denizi çekildiği anlarda gerçekleştiriyor.
Britton’un yaptığı bu çalışma, belgeleme amaçlı olduğu kadar; aynı zamanda, fotoğraflar ve videolar aracılığıyla, yaşamlarını burada yitirenlerin anısına bir yüksek güzelduyusal (estetik) değeri olan yapıtlar üretmeyi de hedefliyor.
(Kaynak: bbc.com, görseller @peter_britton_’dan alınmıştır.)
Doğu Roma İmparatorluğu Döneminde ‘Sahil Saray’ Niteliği Taşıyan Bukoleon Sarayı, İBB Tarafından Restore Ediliyor.
Doğu Roma İmparatorluğu döneminde, 5. yüzyılda yapıldığı düşünülen, sahil saray niteliğindeki Bukoleon Sarayı, İBB tarafından restore ediliyor.
Bukoleon Sarayı kalıntıları, Marmara Denizi kıyısında, Tarihi Yarımada‘da, Fatih-Küçük Ayasofya Mahallesi’nde Çatladıkapı mevkiinde bulunuyor. Zamanla denizle olan bağlantısı kesilen ve günümüzde ‘çöküntü alanı’na dönüşen ancak yapıldığı dönemde “Sahil saray” niteliği taşıyan yapı, UNESCO‘nun Dünya Mirasları listesinde yer alıyor. Sarayın Latince adı Buccoleonis Majus Palatium olarak kayıtlarda geçiyor.
Orta Bizans Dönemi’ne ait, İmparator II. Theodosios (408-450) tarafından yaptırılan ve bazı bölümleri de İmparator Teofilos zamanında eklenen, günümüze yalnızca kalıntıları ulaşan Bukoleon, İBB‘nin girişimi restore ediliyor. İBB Kültür Varlıkları Daire Başkanı Oktay Özel, sarayda yerleşkesinde yürütülecek olan restorasyonun harabe estetiğini koruyacak biçimde, en az müdahale ile gerçekleştirilmesinin amaçlandığı; arkeolojik kazıların 6-7 ay içinde tamamlanmasını hedeflendiğini belirtti.
.
Özel, Prof. Dr. Füsun Alioğlu, Prof. Dr. Engin Akyürek ve Prof. Dr. Alper İlki‘den danışmanlığı ve yönetiminde sürdürülen restorasyon çalışması ile Bukoleon Sarayı kalıntılarının açık hava müzesi olarak 2022 yılının yaz sonunda açmayı planladıklarını dile getirdi.
(Kaynaklar: sozcu.com.tr, mimdap.org, dunyabulteni.net,arkeolojikhaber.com )
A. Linke’nin Yönetmenliğini Gerçekleştirdiği “Oceanarium” Adlı Belgesel, Lizbon Okyanus Akvaryumu’nun Perde Arkasında İşlemekte Olan Dizgeyi Gözler Önüne Getiriyor.
Armin Linke’nin yönetmenliğini gerçekleştirdiği “Oceanarium”, adlı belgesel Lizbon Okyanus Akvaryumu’nun perde arkasında, ziyaretçilerin gözlerinden uzak yürütülen yönetsel ve teknolojik dizgeye, izleyicilerin tanıklık etmesini amaçlıyor.
Sanat Mimarlık ve Teknoloji Müzesi – MAAT ve EDP Vakfı tarafından Linke‘ye sipariş edilen, Lizbon Okyanus Akvaryumu‘nun ve Mavi Okyanus Vakfı‘nın bilimsel işbirliği ile yaşama geçirilen belgeselin çekimleri, 07 – 18 Eylül 2020 tarihleri arasında Lizbon Okyanus Akvaryumu’nda gerçekleştirildi.
Linke, belgeselin üzerine kurulduğu yaklaşım biçimi ve çıkış noktası ile ilgili olarak şunları söylüyor: “Moskova yakınlarındaki Star City’deki MİR Uzat İstasyonda yapılan deneme çalışmalarını fotoğraflarken, sık sık düşünürdüm. Burada, kozmonotlar kapalı bir alanda uzun bir zaman diliminde sürdürecekleri yaşam için hazırlık yapmakta ve yerçekiminin olmadığı bir ortamda uzay mekiğinin dış kabuğunda oluşabilecek sorunlara yönelik onarımları gerçekleştirebilmek için su dolu havuzda deneme çalışmalarını sürdürmekteydiler.
Ocenario’da kayda aldıklarımız da bu karmaşık, doğanın yapay bir benzeri olan ortamla karşılaştırılabilir; ancak bu aynı zamanda ilerleme bilgi kavramları çevresinde oluşan modern anlatının gözlemlenmesi ile de ilgili olduğunu da belirtmek gerekiyor. Medya söyleşilerini gözümünüz önüne getirdiğimizde; çoğunlukla astronotların yaşadıkları deneyimler üzerine ağırlık verilse de; perde arkasında olağanüstü bir gayretle emek veren çalışanların olduğu gözden kaçırılıyor.”
“Belgeselin başında havacılıktaki bakım prosedürlerine ve güvenlik denetim listelerine çok benzeyen prosedürlerini ya da bilimsel ve özellikle beklenmedik her türlü değişiklikten sakınılan, dizgenin denetim altına tutulduğu, tıbbi laboratuarları ağırlıklı olarak göstermemizin nedeni de bu. Özellikle, kağıt üzerinde belgelenen denetim listelerini, excel kullanılarak hazırlanmış tabloları, sistemin yaşamasına olanak veren gözetleme ve otomasyon kontrol yazılımlarının ara yüzlerini göstermek istedik.”
.
Linke, akvaryumun mimari yapısına ilişkin olarak şu saptamada bulunuyor: “Akvaryum, Soğuk Savaş Dönemi operasyon odasının işleyiş ilkeleri ile yönetilen, özel yaşam koşullarını yeniden üretildiği ve sürdürülebilirliğinin sağlandığı bir ‘laboratuar’ ile yine çatısı altında özel yazılmış metinlerin, söylenerek yinelendiği; ki bu durumda bu, canlıların yaşam alanları oluyor; bir ‘Barok Opera’ yapısının bileşiminden oluşuyor. Opera Evi’nin mimarisini çok beğeniyorum. ‘Ocenarium’da izleyiciler ana su tankına, tıpkı tiyatroda olduğu gibi; zemin kattaki sandalyelerden ya da daha yukarıdaki galerilerden izleyebilme olanağına sahip olarak iki farklı yükseklikten bakabiliyorlar.”
“Ana su tankını çevreleyen dört farklı iklim düzenleme tankı, bir araya gelerek; opera librettolarının üzerine kurulduğu 5 ana aşamanın birer öğesiymiş gibi davranıyor. Çoklu duyumsal bu ortam içinde farklı yaşam alanları arasında gezinirken; hoparlörlerden farklı doğal sesleri duyabiliyor ve bir yanda da farklı bir iklimsel koşulu hissedebiliyorsunuz. Ancak tüm bunları, tıpkı veriyi bizler için piksellerden oluşan anlamlı bir görselliğe dönüştüren bilgisayarların plastik akrilik ekranlarına bakıyormuş gibi, akrilik bir camın ardından bakarak, yapabiliyorsunuz. İşte, belgesel tam da bu nedenle, bir bilgisayar ekranının görüntüsü ile sona eriyor.”
Yapımın Künyesi:
Yönetmen: Armin Linke
Kamera: Giulia Bruno, Armin Linke
Ses Tasarımı: Giuseppe Ielasi
Uzunluk: 43 dakika
2021
(Kaynak: ext.maat.pt)
Robin Rhode’un, Voorlinden Müzesi’nde Açılan Sergisine Giden Süreci Belgeleyen Videolar Arasında, Sanatçı’nın Grek Söylencelerinde Sözü Geçen Deniz İhtiyarı Proteus’a Gönderme Yaptığı Aynı Adlı Çalışmasına da Yer Veriliyor.
Güney Afrikalı sanatçı Robin Rhode‘un Hollanda‘daki ilk kişisel sergisine yer veren Voorlinden Müzesi, sanatçının 21 yıllık sanat yolculuğunu, düzenlenen sergi ile kutluyor.
Müzenin sergiye doğru giden sürecin ve sanatçının öne çıkan yapıtlarının aktarıldığı videolara arasında; Robin’in Grek söylencelerindeki deniz ihtiyarı Proteus’a gönderme yaptığı aynı adlı çalışmasına da yer veriliyor.
Robin’in geçen bu 20 yıl boyunca; müziğe, şiire, sanata ve tarihe yapılan göndermelerle dolu olan ve bir imza gibi kendisinden güçlü izler taşıyan kapsamlı yapıtları, sokak sanatı, desen, yontu, performans, film ve fotoğraftan oluşan farklı sanat dallarının birada yorumlanmasıyla belirgin bir duruma geliyor. Sanatçı üzerine eğildiği bu anlatım biçimlerinden hangisi olursa olsun, tüm çalışmaları mutlaka bir çizimle başlıyor. Ancak sanatçı, özellikle duvar yüzeylerini, usunda betimlediği düşsel dünyayı, geçici müdahaleler ile birlikte kurguladığı bir kanvas gibi kullanıyor.
Voorlinden Müzesi internet sayfasında yer verdiği kısa videolarla; izleyicileri Robin’in stüdyosuna götürerek, sergiye doğru yaklaşılan sürece tanıklık etmesini de sağlıyor. Böylece, sanatçının en gözde çalışmalarını ve kendisine esin sağlayan kaynakları aktarıyor. Yer verilen videolara arasında Robin‘in 2000 tarihli Grek söylencelerinde (mitolojisinde) sözü geçen Proteus‘a gönderme yaptığı aynı adlı çalışması da yer alıyor.
‘Mitoloji Sözlüğü’nde Proteus’tan söz eden Azra Erhat, bu deniz ihtiyarının Mısır‘da Nil Irmağının ağzındaki Pharos Adasına yerleşmiş bir tanrı olduğunu söyleyerek; görevinin Poseidon‘un fok balıklarına ve öbür deniz yaratıklarına bekçilik etmek olduğunu belirtir.
Kısaca Robin Rhode
Robin Rhode, 1976 yılında Cape Town‘da doğdu ve sonrasında Johannesburg‘taki Technikon Witwatersrand (şimdi Johannesburg Üniversitesi) ve ‘Güney Afrika Film Okulu’nda Televizyon ve Dramatik Sanatlar Bölümü’nde öğrenim gördü. 2002 yılında bugün yaşadığı ve çalıştığı Berlin‘e taşındı. Gerçekleştirdiği yapıtlar; başta Paris‘teki ‘Pompidou Müzesi’nin, New York‘taki ‘Modern Sanat Müzesi’nin ve Johannesburg‘taki ‘Johannesburg Sanat Sergievi’nin koleksiyonlarında yer alıyor.
Sergi, 26 Eylül 2021 tarihine kadar Voorlinden Müzesi’nde izleyicilerin ziyaretine açık olacak.
(Kaynak: voorlinden.nl)
.
İstanbul Trafik Vakfı’na Ait Yediemin Otoparkında Çürümeye Bırakılan Deniz Taksilerin Günümüzdeki Durumu Ulusal Basında Yer Buldu
İstanbul deniz ulaşımını rahatlatacağı ön görülerek yaşama geçirilen deniz taksiler, yaşanan yasal sorunların ardından Haliç kıyısına terk edilmişti. 2020 yılında Haliç’te bulundukları noktadan alınarak; İstanbul Trafik Vakfı’nın Yediemin otoparkına götürülen ve burada çürümeye bırakılan deniz taksilerin günümüzdeki durumları ulusal basında yer buldu.
İstanbul’da ulaşım sorunlarının özellikle deniz ayağını rahatlamak amacıyla tasarlanan deniz taksilerin işletme hakkı İstanbul Şehir Hatları A.Ş tarafından 2011 yılında Teknomar Denizcilik ve Deniz Araçları İşletme A.Ş‘ye verilmişti. 2012’de şirket, 2 milyon 400 bin avro karşılığında Fadıl Akgündüz‘e devroldu. Ancak 2013 yılından sonra süregelen seferler aksamaya başladı ve çalışanlar maaşlarını alamaz duruma geldi. Aynı yıl içinde şirket çalışanları Teknomar Denizcilik A.Ş aleyhine icra davaları açmaya başladı. İşçilerin lehine sonuçlanan yasal girişimlerin ardından diğer alacaklı kurumlar da icra takibi başlattı.
.
.
.
Bu yasal süreç sonucu olarak; 15 adet deniz taksiye haciz geldi ve tüm teknik donanımları sökülen, deniz taksiler Haliç kıyılarında çürümeye bırakıldı. Zaman içinde bakımsızlık ve içinde bulundukları koşullar nedeniyle birçoğu batan taksiler, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ekipleri tarafından 2020 yılının Aralık ayında denizden çıkarıldı ve ardından İstanbul Trafik Vakfı‘nın Yediemin otoparkına götürüldü. O günden günümüze kaderine terk edilen, paslanmaya yüz tutmuş donanımlarıyla, 13 adet deniz taksi artık denizde seyir yapamayacak durumda.
(Kaynaklar: denizhaber.net, virahaber.com, trthaber.com)
Ulusal Deniz Müzesi’ndeki “Sunuş: Denizde Geçen Yaşamlar” Adlı Fotoğraf Sergisi, Denizde Farklı İş Kollarında Görev Alan Çalışanların Yaşamlarını Kendi Çektikleri Görsellerle Ortaya Koyuyor.
Greenwich Kraliyet Müzeleri bünyesinde yer alan Ulusal Deniz Müzesi’nde açılan ‘Sunuş: Denizde Geçen Yaşamlar’, başlıklı fotoğraf sergisi, denizle bağlantılı işkollarında çalışanların yaşamların gözler önüne seriyor.
Küratörlüğünü Laura Boon’un gerçekleştirdiği sergi, denizle ilgili farklı alanlarda görev yapanlar tarafından bizzat çekilen görseller aracılığıyla, çoğunlukla gözardı edilen bu çalışma alanına ışık tutuyor.
Dünyadaki insanların büyük çoğunluğunun; yiyecek, ekosistem hizmetleri, enerji, ve ulaşım gereksinimlerinin karşılanabilmesi için okyanusların sunduklarına bağlı olduğu çok açık. Ancak yine de bu gerçek, çoğunluk tarafından neredeyse ya hiç bilinmiyor ya da görülmüyor. İşte dünyanın farklı yerlerinden çekilen fotoğrafları bir araya getiren bu sergi, Meksika‘daki resiflerden Antarktika‘daki yalıtılmışlığa kadar, dünya denizlerindeki ve farklı coğrafyalardaki çalışanların yaşamlarından kesitleri anlatıyor.
Sergide, Corey Arnold, Peter Iain Campbell, Octavio Aburto, Jennifer Adler, Michał Krzysztofowicz ve Cezar Gabriel, olmak üzere altı fotoğrafçının yapıtları yer alıyor.
Profesyonel balıkçılık iş kolunda çalışan Corey Arnold, izleyicileri Alaska‘nın uğursuz, balıkçı teknesinin bordasına öfkeyle çarpan hırçın dalgalarına taşırken; bir yandan da teknenin güvertesinde kayıt altına aldığı denizdeki yaşamın eğlenceli anları ile de tüm bu sert koşullarda kalpleri ısıtan ve tebessüm ettiren yanları da gösteriyor.
İskoçya‘ya bağlı olan Kuzey denizinde konumlu bulunan petrol kulelerinde işçilik yapan Peter Iain Campbell, burada çalışan mürettabat arasında sağlam temellere oturmuş yakın arkadaşlıkları betimlerken, bir yandan da ev yaşamı ile endüstriyel bir çevre içindeki iş yaşamının arasında denli büyük fark olduğunu da gösteriyor.
Octavio Aburto‘nun objektifine Meksika kıyıların açıklarında takılan sualtı görünümleri, her hangi bir bağlam çerçevesinin içine oturtulmadan bile, sualtı bitkilerinin oluşturduğu örtünün altında adeta dans eden yaşamın renkli, cıvıl cıvıl bir görünümü olarak keyifle izlenebilir. Ancak Aburto, bununla birlikte görsellerinden, izleyicilere sualtı canlılarının yaşamlarının sağlıklı bir ortam içinde gelişmesi için gereken koşullar ile ekoturizm arasında ne denli kırılgan bir denge olduğunu kanıtlamak için de kullanıyor.
Mesleği nedeniyle yaptığı profesyonel dalışlarda çektiği büyüleyici görselleriyle; Jennifer Adler, ilkim değişikliğinin oluşturduğu tehlikeleri sergiye taşıyor. Sualtı gözlemi yapan ve okyanus tabanından örnekler toplayan deniz biyologlarına ait bir dizi imgeden yararlanarak, sağlıklı bir yapıya sahip okyanuslara yönelik endişeleri ve koruma anlamında neler yapabileceğimizi de gözler önüne seriyor.
Michał Krzysztofowicz, dünyanın en ıssız bölgelerinden birinde konumlu olan İngiliz Antarktika Araştırmaları‘nın Halley- 4 İstasyonunda veri yöneticisi olarak çalışan az sayıdaki denizcinin arasında yer alıyor. Kış boyunca kendileri için yeterli olacak erzak ile burada kalan 13 araştırmacı, yılın sekiz ayını burada, dış dünyaya ait olan her şeyden yalıtılmış olarak geçiriyor. Bu yaşam biçimin iç gerçekliğini Krzysztofowicz, karla kaplı manzaralar, eşi ile uzak kaldıklarında aralarındaki manevi bağı sağlayan oyuncak ayısının fotoğrafları ve içinde bulundukları ıssız doğa parçasını bir an için olsun bölen, erzak getiren helikopterin görünmesiyle yaşanan mutluluğu görselleştirerek, belgeliyor.
Mühendis ve fotoğrafçı olan Cezar Gabriel, görev yaptığı geminin Kovid-19 küresel salgını nedeniyle Brezilya‘ya yanaşmasına izin verilmemesi nedeniyle üç ayı daha denizde geçirmek zorunda kalan denizcilerin, gemi güvertesindeki yaşamlarını sanatsal ve çok boyutlu olarak görselleştiriyor. Özellikle Gabriel, Blowing off Steam başlıklı mürettabatı yüzerken gösteren görsel ile kıyıda uzakta bir noktada bekleyen geminin içinde mahsur kalan gemi adamlarının bu bekleyişini, karadaki yaşama yeniden kavuşma özlemini özetliyor.
(Kaynaklar: rmg.co.uk, culturewhisper.com)