Denizci Toplum

Yükleniyor...

Denizci Toplum

Denizci Toplum

T ü r k D e n i z c i l i k K ü l t ü r ü H a r e k e t i

“Akış Hikayeleri” Adlı Sergi Çağrısı, Suküre ile İnsan Yaşamının Arakesitindeki Öyküleri Arıyor

İtalyan kolektif ‘Göç Eden Peyzajlar’ (Paesaggi Migranti) ile Dr. Öğretim Üyesi Ebru Bingöl’ün ortak girişimi “Akış Hikayeleri”, su, ırmak, deniz ve göllere ilişkin olarak sanatçıların kendi zihinlerinde ve tinlerinde bıraktığı akış öykülerini dile getirmeye çağıran bir sergi.

Akış Hikayeleri, doğal çevre ve yerel topluluklar arasındaki ilişkiyi yerel ve küresel ölçekte arayarak; bunu sanatsal üretime esin kaynağı sağlamak amacıyla eleştirel bir yaklaşımla dönüştürmeyi amaçlıyor. Etkinlik, ulaşılabilir ve erişmenin zor olduğu coğrafyalarda, doğal çevrede bulunan “su” ile “kişioğlu”nun kurduğu ilişkiyi kayıt altına almayı ve tanık edilen bu durumu biriktirmeyi, bu ilişkinin nasıl yeni bağlar oluşturabileceğini ve oylumlara yüklenen yeni anlamların nasıl gözler önüne serebileceğinin izini sürüyor.

Bu nedenle etkinlik, sanatçıları, yazarları, araştırmacıları, tarihçileri, fotoğraf ve video sanatçılarını, tasarımcıları ve iletişim uzmanlarını; su, ırmak, deniz ve göllere ilişkin dile getirilmemiş akış öykülerini aktarmaya çağırıyor.

Ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

“bizim AKIŞ HİKAYE’miz olan Asi Nehri’nin anlatısı”

Ebru Bingöl, Flavia Vanni, Tuğçe Tezer, Alessandro Carabia ve Alim Koray Cengiz‘den oluşan beş kişilik, farklı dallardan ve yetkinlik alanlarından gelen takımın; kitaplar, makaleler, gezgin notları, mitler, haritalar, fotoğraflar, çizimler, gravürler gibi birçok kaynaktan topladığı, tarihsel bir araştırmaya dayalı ortak çalışmalarını ve çeşitli yaklaşım biçimlerini ortaya koydukları “Asi Irmağının Öyküsü”, doğal çevre ile kurdukları ilişkinin bir belgesi niteliğinde…

Antik bir ırmağın yaşamına ilişkin çoklu medya araçları aracılığıyla ve tarihsel bir anlatı yöntemi ile kurdukları bağı, İrem İnce Keller‘in illustrasyonları ile görselliğe aktarılan öykü, “Asi Hikayesi” başlığı internet sitesinde yer alıyor.

Anlatı şu sorular ile sona eriyor:

Asi nehri gördüğümüzün ötesinde birçok hikayeyi saklamaktadır. Asi, bize birçok hikaye anlatmaktadır. Biz insanlar, bize anlatılanı hatırlıyor muyuz?Anılarımızı suyun akışı gibi gençlere aktarıyor muyuz? Kültürel ve doğal mirasın somut yapılarını korumak, hikayeleri ve anıları korumak için yeterli midir? Değilse, anılar nasıl korunacak, kim koruyacak? “Su gibi olmayı” mı başaracak mıyız yoksa hikayelerimiz için kendi akışımızı mı oluşturacağız?

Türkiye Denizciler Sendikası, Kaptan Prof. Necmettin Akten’in Anısına “Deklanşörler Funda” Başlıklı Bir Fotoğraf Yarışması Düzenliyor

Türkiye Denizciler Sendikası, Türkiye’nin ilk profesör unvanlı kaptanı Kapt. Prof. Necmettin Akten anısında “Deklanşörler Funda” başlıklı bir fotoğraf yarışması düzenliyor.

Yarışma, Türk denizciliğine hem akademik hem mesleki çok değerli katkılar vermiş olan ve Türkiye Denizciler Sendikası‘nda başkan danışmanlığı görevini sürdürürken yaşamdan ayrılan Prof. Dr. Necmettin Akten‘in yaşamını adadığı denizcilik işkolundan görsellerle anmak amacını taşıyor.

Deniz çalışanlarının, ulusal ve uluslararası denizlerdeki çalışma yaşamını betimleyen görsellerin yarışacağı “Deklanşörler Funda” adlı yarışma “Renkli”, “Siyah-Beyaz” ve “Dijital (sayısal)” dallarında düzenleniyor.

Yarışma Seçici Kurulu’nda; Türkan Akten (Onursal Üye – Necmettin Akten’in Eşi), Necdet Öksüz (Türkiye Denizciler Sendikası Temsilcisi), Prof. Ozan Bilgiseren (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fotoğraf Bölümü Öğretim Üyesi), Tarık Tekgözli (Gazeteci-Yazar), Mehmet Özer (Fotoğrafçı) yer alıyor.
Yarışmaya son başvuru tarihi 23 Eylül 2020.
Katılım koşullarıyla ilgili ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
Kısaca Kaptan Necmettin Akten’in Yaşam Öyküsü
Necmettin Akten 1942 Yılında İzmit‘te doğdu. İlk ve orta öğrenimini İzmit‘te tamamladı. Daha sonra Yüksek Denizcilik Okulu‘nun Güverte Bölümü‘nü 1965 yılında bitirdi. Türk ve yabancı bayraklı ticaret gemilerinde zabitlik, 2. kaptanlık ve kaptanlık yaptı.

İngiltere‘de University of Wales, Institute of Science and Technology‘de navigasyon ihtisası yaptı. Yurda dönüşünde Yüksek Denizcilik Okulu’nda öğretim üyesi olarak göreve başladı. Buradaki görevi sırasında 1973-1974 öğretim döneminde Norveç hükümetinin bursunu kazanarak Det Norske Shipping Akademi‘de deniz işletmeciliği ihtisası yaptı. 1975 yılında aynı yüksek okulun Ulaştırma-İşletme Bölümü’nü kurdu ve ilk bölüm başkanlığı görevini yürüttü. 1979-1982 döneminde de Güverte Bölüm Başkanlığı yaptı. Bu arada 1987-1991 döneminde İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme İktisadı Enstitüsü bünyesinde açılan Deniz İşletmeciliği programında öğretim üyesi olarak görev aldı.

1990-1993 yılları arasında ayı enstitüde Deniz İşletmeciliği bilim dalında yüksek lisans öğrenimi gördü. 1993-1997 döneminde İ.Ü Fen Bilimleri Enstitüsü Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği Anabilim Dalı’nda doktora öğrenimini tamamlayarak 1997 tarihinde Doktor unvanını aldı, 1999 tarihinde Gemi Yönetim Mühendisliği Anabilim Dalı’nda Doçent oldu ve 2006 yılında Profesörlüğe atandı.

Piri Reis konusundaki çalışmalarından ötürü 1972’de İngiltere Kraliyet Navigasyon Enstitüsü üyeliğine seçildi. Halen The Nautical Institute üyesidir. Ayrıca bu enstitünün Türkiye Kurucu Branş Başkanı olarak görev yaptı. İstanbul Üniversitesi’ndeki görevine başlamadan önce Türk Uzakyol Gemi Kaptanları Derneği’nde 1992-1994 yılları arasında başkanlık yaptı.

İstanbul Deniz Otobüsleri projesinde – başından itibaren uygun gemi tipinin belirlenmesi, gemilerin ve kapasitelerinin seçimi ve İDO‘nun kurulması dahil – Albatros A.Ş Genel Müdürü sıfatıyla 1984-87 yıllarında etkin görev aldı.

(Kaynaklar: deklansorlerfunda.com, denizcilikdergisi.com, tds.org.tr)

Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu Tarafından “Mavide Kal” Başlıklı Çevrimiçi Sualtı Video Yarışması Düzenleniyor

Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu tarafından “Mavide Kal” başlıklı çevrimiçi sualtı video yarışması düzenleniyor. Yarışma, “Film”, “Kısa Film” ve “Düzenlenmemiş Film” olmak üzere üç ana dalda gerçekleştirilecek.

Yalnızca Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının katılabildiği yarışmada, katılımcılardan CMAS 2 yıldız ve denkliğinde dalış brövesi zorunlu tutuluyor. Yarışmacıların her üç dala da bir yapım ile katılabildikleri video sualtı çekimlerinin, Türkiye denizlerinde gerçekleştirilmesi gerekiyor. Tatlı su da yapılan videolar yarışma dışı tutuluyor.

Sualtı yaşamının korunması ana ilke olması nedeniyle, yarışmacı yapıtlar arasında sualtı yaşamına zarar verildiğine ya da doğanın kirletilmiş olduğuna yönelik bir belirti varsa; bu, kanıtlanamaz olsa bile video yarışma dışı bırakılacak. Ayrıca, telif hakkı ödememiş; görüntüler, görseller, müzik ya da ses dosyaları da yarışmacıların, yarışma dışı bırakılmasına neden olacak önemli değerlendirme ölçütleri arasında yer alıyor.

Katılımcılar tarafından, yarışma başvurusu ve görüntü gönderimi “çevrimiçi” olarak yapılacak. Son başvuru tarihi 28 Eylül 2020

Film Dalı

Yapıtların, en az 1.5 dakika en fazla 3 dakika uzunluğunda olacağı bu dalda, videoda kullanılan başlık ve kapanış da içinde olmak üzere sualtı dışından elde edilen görseller ve canlandırmaların oranı %30’dan fazla olmayacak.

Kısa Film Dalı

“Kısa Film”de yer alacak katılımcı yapıtların uzunluğunun, en çok 60 saniye olma zorunluluğu bulunuyor. Tüm görüntülerinde sualtından olması gereken bu dalda, kara görüntüleri kullanılmayacak.

Düzenlenmemiş Film Dalı

Bu dalda yer alacak yapımların en az 30 saniye en fazla 60 saniye olması gerekiyor. Belirtilenden daha kısa ya da daha uzun yapımlar, yarışma dışı bırakılacak. Hiç düzenleme yapılmamış ardışık görüntülerden oluşan 45-60 saniyelik videolar, yarışmaya katılabiliyor. “Düzenlenmemiş Film Dalı”nda diğer yarışma dallarından farklı olarak dijital manipülasyon yapılmasına onay verilmiyor.

“Mavide Kal” sualtı video yarışması için ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Hindistan’da Kullanılan Geleneksel “Kerala Tekne Evi”nin İç Oylumunun Tasarımı, İç Mimarlık Ofisi “FADD Studio” Tarafından Teknenin Var Olan Olanakları Değerlendirilecek Biçimde Gerçekleştirildi.

FADD Studio (Farah ve Dhaval Design), Hindistan-Kuzey Goa’da Çapora Irmağı üzerinde bir tur şirketi tarafından kullanılan üç odalı bir geleneksel kerala tekne evinin iç oylumunun tasarımını gerçekleştirdi.

Değişen hava koşullarına dayanımı ve bakım kolaylığı nedeniyle teknenin iç oylumunda bambunun ve ahşap donatıların üzerinde cilanın kullanılmış olması Fadd Studio‘nun yeni projede kullanılacak malzeme seçiminde alacağı kararlarda belirleyici olmuş.  İç oylum proje önerisinde boyanın ya da bir yapıştırıcı ile uygulanma zorunluluğu bulunan duvar kağıdının ya da başka bir müdahalenin uygulamasının zor olması nedeniyle; tasarımcılar, iç oylumun yeniden elden geçirilmesinde rengin ve kullanılan kumaşların değiştirilmesine karar vermiş.

1.

Alınan bu tasarım karar ile; bambunun ve ahşap yüzeylerin sahip olduğu kendi doğal rengi ve dokusu, yeni iç oylum projesinde doğallığı ve topraksı tonlarıyla iç cephe rengi olarak yer alıyor. Önceden var olan renk tonları, tasarımcıların doymuş renkler yada pastel tonlar arasında özgürce ve yaratıcı bir konsept oluşturmak için seçim yapmasında esneklik sağlamış. Her bir yatak odasında doğanın ana bileşenleri olan “toprak”, “su” ve “ateş” kullanılırken; yemek odasının Çapora ırmağındaki esintinin en fazla duyumsandığı oylum olması nedeniyle, “hava” konseptinin uygulanmasına karar verilmiş.

2.

Doğal elementlerinin yapılarının özünü temel alan projede; iç oylum, el yapımı yorgan, perdeler ve yemek takımları ile donatıldı. “Su Odası”nın soğuk renklerdeki mavi nevresiminde dalgalı bir etkiye sahip bir kumaş kullanılırken, renk olarak; yeşil, sarı ve mavi  suyun zaman zaman aldığı farklı renklere gönderme yapıyor. “Toprak Odası”nın nevresimi, kumulların kıvrımlı çizgilerini ve üzerine serpiştirilmiş yeşil çiçek betimlerini üzerinde taşıyor. “Ateş Odası”nda kullanılan nevresimdeki dokulu kırmızı, okr ve turuncu düşey çizgili kumaşlar alevlerin bir soyutlaması olarak kullanılıyor. Son olarak, lavanta rengi ve gri tonların kullanıldığı Yemek takımı, “hava” etkisini kullanıcılara duyumsatmayı amaçlıyor.

3.

4.

Bu sözü geçen ana yaklaşımların tamamlayıcısı olarak; aydınlatma birimleri, çöp kutuları, havlu askılıkları gibi diğer tüm donatı öğeleri, bulundukları odaların temsil ettikleri doğa elementlerine uygun olması için dikkatlice seçilmiş. Öte yandan bunlara ek olarak; özel olarak hazırlanmış, el ile boyanmış soyut simgeler, oda numaralarının yerine kullanılıyor.

FADD Studio tarafından uygulanan bu iç oylum projesi ile Kerala tekne evinin, oylumsal olanakları ve geleneksel tasarımın güçlü yanları öne çıkarılarak; bir tasarımcının bakış açısı ve duyarlılığı ile kullanıcılar açısından daha çok benimsenebilecek yeni bir tekne oylumu oluşturulmuş.

 

(Kaynak: designboom.com)

Meksika’da Sisal’in Açıklarında Maya Topluluklarını Köle Olarak Taşıyan Bir Geminin Kalıntılarına İlk Kez Ulaşıldı

Meksika’da yapılan su altı araştırmalarında arkeologlar, 1850’li yıllarda Mayaları taşıdığı düşünülen bir köle gemisine ait kalıntılara ilk kez, ulaştı.

Gemi, Kast Savaşı’nda tutsak edilen Mayaları Küba’daki şeker kamışı tarlalarına taşıyordu. Arkeolog Helena Barba Meinecke, Küba‘ya götürülen bu tutsakların yüksek bir ücret karşılığında satıldıklarını ve topraklarına bir daha dönemediklerini belirtti.

Bugüne kadar ABD ve çevresinde yapılan araştırmalarda enkaz halinde birkaç Afrika köle gemisi bulunmuştu, ancak şimdiye kadar Mayaları taşıyan hiçbir köle gemisi belirlenememişti. Buharlı gemiye ait kalıntı, ilk kez 2017 yılında Yucatan eyaletinin, bir dönem ünlü limanlarından biri kabul edilen Sisal‘ın yaklaşık dört kilometre uzağında ve yedi metrelik derinlikte yerel bir balıkçı tarafından bulundu.

Ancak, Meksika Ulusal Antropoloji ve Tarih Enstitüsü‘ndeki araştırmacıların arşiv belgeleri üzerindeki çalışmaları sonucunda bu kalıntının “La Unión”a ait olduğu olduğu açıklığa kavuşana kadar; batık geminin kimliği, belirsizliğini uzunca bir süre korudu.

Tutsak “Maya”ları “kargo” adı altında Küba’ya kaşıyan “La Unión” Gemisi

İspanyollar ile köleleştirilmiş yerli halklar arasında 1847-1901 yılları arasında devam eden Kast Savaşı sırasında yakalanan Mayaların, bu gemiyle şeker kamışı tarlalarında çalışmak üzere Küba‘ya götürüldüğü belirtildi. Bu dönemde Meksika‘da kölelik yasal değildi. Ancak bu ve benzer gemileri işletenler, çatışma nedeniyle topraksız kalan Mayaları, genellikle Küba‘da ‘sözleşmeli işçi’ olarak çalışacakları vaadiyle kandırıyordu.

La Unión da bu seferlerden birinde, Eylül 1861’de Havana‘ya gitmek üzere başladığı yolculuğunda kazanlarının patlaması sonucu Sisal açıklarında battı. Bunun sonucunda gemideki 80 mürettebatın yarısı ve taşıdığı 60 yolcu yaşamını yitirdi. La Unión pek çok kez esir ticareti yaparken kayıtlara geçse de, söz konusu son yolculukta gemide herhangi bir Maya olup olmadığı bilinmiyor. Çünkü kayıtları gizlemek isteyen kaçakçılar, Mayaları yolcu değil “kargo” olarak listeliyordu.

Arkeolog Helena Barba Meinecke, pek çok Maya yerleşimcinin genelde Küba‘ya götürüldüğünü ve bir daha dönemediklerini belirtti. Meinecke, “Her bir köle 25 peso karşılığında bir aracıya satılıyordu, Havana’da tekrar satılan kölelerde bu fiyat erkeklerde 160 pesoya, kadınlarda 120 pesoya kadar çıkıyordu” dedi.

(Kaynaklar: 7deniz.net, denizhaber.net, görseller: denizhaber.net)

Rob Sharp, Art Review’da Yayımlanan Makalesinde “Louise Michel” İnsani Yardım Gemisinin ve Mültecilerin, Batılı Basın Kuruluşlarındaki Temsiliyetinde Özünden Nasıl Arındırıldığını Konu Alıyor

Rob Sharp’ın Art Review’da kaleme aldığı “The Ambivalent Victory of ‘Banksy’s Boat’” başlıklı yazısı Derya Yılmaz’ın çevrisi “Banksy’nin Gemisi” başlığı ile e-skop’ta yayımlandı.

Sharp, makalesinde Banksy’nin “Louise Michel” adlı gemisine ilişkin olarak basında yer alan haberlerde, okuyucu sayısı göz önüne alınarak; tanınmış sanatçı Banksy’nın başlıca etken özneymiş gibi sunulduğunu, deniz mültecilerinin insani niteliklerinden arındırılmış belirsiz, iradesiz figürlere indirgendiğine dikkat çekerek; bu haberlerin Batılı kamuoyuna yönelik belirsiz bir destek arayışı içeriğinin bulunduğunun altını çiziyor.

Avrupa Birliği, kıyılarına ulaşan insanlara zulmetmeye devam ediyor. Geçen hafta, Britanyalı sokak sanatçısı Banksy’nin finanse ettiği bir arama kurtarma gemisi, Akdeniz‘de katıldığı bir kurtarma operasyonuyla, tehlike altında olan yüzlerce insana yardım etti. Bu yazının yazıldığı sırada, gemiye alınan insanlar İtalyan sahil güvenliği tarafından tahliye edilip başka gemilere alınmıştı.

AB üyesi ülkeler, 2018’den beri, hükümet dışı organizasyonların arama kurtarma faaliyetlerine katılan mürettebat üyeleri aleyhine toplam 40 idari ve cezai işlem başlattı; bunların 10’u sadece geçen yıla ait ve işlemler sonucunda gemilere el konabiliyor. Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı’nın verilerine göre, 2016 yılı ile Temmuz 2020 arasında faal olan arama kurtarma gemilerinin büyük kısmı, hem cezai işlemlerin sonuçlanması beklendiğinden, hem de Avrupa limanlarındaki pandemi yasakları nedeniyle halihazırda faaliyet göstermiyor. Banksy‘nin finanse ettiği kurtarma gemisinin kaptanı Pia Klemp aleyhine de İtalya’da “yasadışı göçe yardımcı olmak” suçlamasıyla dava açıldı. Louise Michel gemisi, 18 Ağustos’ta İspanya’dan yola çıkmış, Guardian gazetesi geminin faaliyetleri hakkında özel dosya yapmıştı.

Hükümetlerin her türlü insani yardım sorumluluğundan el çektiği, temel insan haklarını ayaklar altına aldığı bir siyasi sistemdeki bu dehşet verici işlevsizliğin sonuçlarından biri de, onlar yerine devreye giren hükümet dışı aktörlerin ortaya çıkması. Pembe Louise Michel gemisinin yan tarafına Banksy‘nin en çok alıcı çekecek eserlerinden birinin kopyası boyanmış. Kurtarma faaliyetiyle ilgili haberlerin neredeyse hepsinde Banksy‘nin ismi ve geminin üstündeki eserin fotoğrafı manşette yer alıyor. Konuyla ilgili olarak internette arama yaptığınızda karşınıza çıkan ilk (optimize edilmiş) manşet: “Banksy mültecileri kurtarmak için gemi finanse ediyor” – hem okur sayısı hem de bu sayıyı artıran algoritmalar gözetilerek, sanki Banksy arama kurtarma faaliyetinin öznesiymiş gibi sunulmuş. Bu yalnızca insan hayatıyla veya aktivizmle ilgili etik bir mesele değil: İnsani yardım faaliyetini ve trajediyi fırsatçı bir gösteriye dönüştüren bir ekonomik ve itibarî kâr sistemi var ortada.

“Banksy’nin Gemisi” hakkında okuduğumuz haberlerde, sığınma hakkı arayan insanlar, Lilie Chouliaraki’nin ifadesiyle “son derece müphem figürler” olarak tasvir ediliyor – insani niteliklerinden soyundurulmuş, marjinalleştirilmiş, her türlü faillikten veya kendi seslerinden mahrum bırakılmış olarak:

tüm görünürlük rejimleri, nihayetinde, insani niteliklerden soyundurmaya yönelik sembolik stratejilerin damgasını taşıyor. İster kitleselleştirme, ister kötüleme, ister çocuklaştırma, ister marjinalleştirme veya estetize etme stratejileri söz konusu olsun, Batı’nın kamusal görselleştirme alanlarında mülteciler son derece müphem figürler olarak beliriyor: muhtaç bir beden, aciz bir çocuk, ırksal bir “öteki”, dilsel bir simge veya yürek burkan bir çizim. “Bizler” sürekli bir şeyler yapmaya davet edilirken, mültecilerin kendi faillik potansiyelleri ortaya konmuyor – tehdit görsellerindeki meşum terörist portreleri hariç.”

Bu tür görseller, Avrupalı izleyicileri harekete geçirmeye yönelik belirsiz birer çağrı işlevi  görüyor; haberlerin merkezinde yer alan insanlar hakkında ise hemen hemen hiç bilgi verilmiyor – tıkış tıkış toplanmış, titreyen, can yelekli figürlere indirgeniyorlar. Alan Kurdi’nin ölümü üzerinden beş yıl geçti ve izleyiciler artık Akdeniz’den gelen, haber akışlarında mütemadiyen tekrarlanan bu acı dolu görüntüleri kanıksadı. Medyada mültecilerle ilgili haberlere ilişkin incelemeler, başlarda oluşan empati ve dayanışma duygularının geçici olduğunu, ayrıca bu tür duyguların oluşmasının izleyicilerin mevcut değerlerine bağlı olduğunu gösteriyor.

Başka boyutları hesaba katmaksızın salt Banksy’nin buradaki dahlini eleştirmek, kurtarılan insanların hayatını göz ardı etmek anlamına geleceği gibi, kendini istemeden bu olayların içinde bulan onurlu insanlara da haksızlık olur. Dahası, bugüne dek pek çok toplumsal adalet davasına destek veren Banksy’nin bu konuda karmaşık bir sicili var (Örneğin bkz. İsrail’in Kuruluşunu Hicveden Banksy Filistinliler Tarafından Protesto Edildi, Banksy Gazze’deBanksy’nin Kasvetli Disneyland’iBanksy: Politik Sanatın Uzlaşmacı Yüzü). Fakat bu son hamlenin ikircikli bir zafer olduğu söylenebilir. Bu tür gösterilerin etkisi geçip gider. Haber akışı değiştikten sonra, kurtarılan insanlara ne olduğu meçhul – kimse bunu sormaya tenezzül etmiyor.

 

(Kaynak: e-skop.com)

İspanyol Sanatçı San Miguel, “Ajo Deniz Feneri”nin Cephesini Kantabriya’nın Yerel Varsıllığını Yansıtan Öğelere Yer Vererek Yeniden Düzenledi

İspanyol ressam ve yontu sanatçısı Okuda San Miguel, “Ajo Deniz Feneri”nin cephesini “Sonsuz Kantabriya” adını verdiği çalışması ile yeniden düzenlendi.

Miguel, kendi üslubuna uygun olarak, geometrik anlayışla ele aldığı; yüzeylerini parçalayarak, betimlediği çeşitli türdeki hayvanlardan, kafataslarından ve dinsel ikonografiden oluşan düzenlemeyi, canlı ve çok renkli bir anlayışla görselleştirdi.

Yapıya gerçekleştirilen bu sanatsal müdahale, Santander liman işletmesinin ve Bareyo Kent Keneşinin (Konseyinin) 2020 yılının başlarında almış olduğu bir karar üzerine sanatçıya bu işin verilmesiyle başlıyor. Böylece silindirik gövdesi üzerindeki 70’ten fazla renk türü ile boyanan, Miguel‘in biçim ve desen anlayışını yansıtan 16 metre yüksekliğindeki fener bulunduğu alanda dikkat çekici, ikonik bir yapıya dönüşüyor. Miguel, deniz fenerinin yüzeyinde, kendi memleketi olan Kantabriya‘nın (Cantabria) doğal ve kültürel farklılığını yansıtıyor.

1.

2.

3.

İspanya kıyılarındaki deniz fenerleri arasında bir sanatçı tarafında cephesine müdahale edilmiş tek fener olarak ilgi çekici olmakla birlikte; bu müdahalenin yapılış biçimi. Fenerin ana işlevi olan gemilere yol göstermek ve bir deniz belgisi olmak işlevini arka plana itmeden, bu işlevi saygı ile ele alarak, gerçekleştiriliyor.

Bu konum için bu temanın seçilmesinin başlıca nedenleri; bölgenin sahip olduğu doğal varsıllığın, varolan yerel faunanın ve dokusunun tanıtılma arzusu ve dünya ile bağ kuran çağdaş Kantabriya‘nın kültürel farklılığı konusunda bilinç oluşturmak.

4.

Yapı Ağustos ayında açıldığı günden bu yana büyük bir ilgi toplayarak, bulunduğu yere daha şimdiden yüzbinlerce ilgiliyi çekti.

(Kaynak: designboom.com)

Portekiz Deniz Müzesi, 1954 yılında Snipe Sınıfı Dünya Şampiyonasında Portekiz’e Şampiyonluk Getiren Yarışa, Sitesindeki “Efemeralar” Dizisinde Yer Veriyor.

Portekiz Deniz Müzesi, 1953 yılında Monako’da düzenlenen “Snipe Sınıfı Dünya Şampiyonası”nda kupayı Portekiz’e taşıyan sporcuları ve tarihi yarışı belgeleyen görsellere, müzenin internet sitesindeki “Efemeralar” başlıklı tarih dizisinde,  yarışmanın düzenlendiği yıl dönümünde yer verdi.

5 Eylül 1953 yılında Monako’da düzenlenen Snipe Sınıfı Dünya Şampiyonası’nda Antonio Jose Conde Matins ve Fernando Lima yarıştıkları “Garrancho 9293” adlı snipe sınıfı tekne ile Portekiz adına ilk defa dünya şampiyonluğunu elde ettiler. Düzenlenen beş yarış boyunca istikrarlı bir çizgi izleyen yarış takımı, yarış sonu sınıflandırmada yarıştıkları yelken sınıfında dünya şampiyonluğu elde ederek, farklı uluslardan 15 farklı yelken takımının önüne geçmesi başardı. 

 “Garrancho”yu Donatan Matins ve Lima

Yarışmanın sonucu Portekiz‘de büyük bir coşku ile karşılandı. Basın, Portekizliler ve devletin önde gelen yetkilileri şampiyon yelkencilere büyük bir ilgi gösterdiler ve sporcular, O dönem Portekiz Cumhuriyeti Devlet Başkanı olan General Craveiro Lopes tarafından “Spor Liyakat Madalyası” ile ödüllendirildi. 

        Şampiyonanın Ödül Töreninde Portekiz Yelken Takımına Kupanın Sunulması

Sporcuların Ülkeye Dönüşünde Karşılanması

Portekiz’e, Snipe Dünya Şampiyonluğunu kazandıran yelkenli “Garrancho”, Donanma Müzesi Galeotas Pavilyonu‘nda görülebiliyor.

                  Sergide yer verilen orjinal “Garrancho”

(Kaynak: ccm.marinha.pt)

Mihriye Yalazı, Yunan Armatör Onassis’in Doğduğu Ev İçin Kendisine 3 Milyon Avro Önerilmesine Karşın; Evini Yunanlara Satmadı

Yunan armatör Aristotle Onassis’in doğduğu evin günümüzdeki sahibi olan 85 yaşındaki Mihriye Yalazı, 14 yıl önce Onassis Vakfı’nın kendisine 3 milyon avro önermesine karşın; tarihi evi, Yunanlara satmadı.

Yunan armatör Aristotle Onassis‘in Manisa‘nın Akhisar ilçesindeki doğduğu ev olarak bilinen Hashoca Mahallesi 10 Sokak No: 43’te bulunan üç katlı tarihi yapı, 1972 yılında Akhisarlı işadamı Cemal Yalazı tarafından satın alındı. 1980 ihtilalinde Zeytinliova Belediye Başkanlığı görevlerini yürütmüş olan Cemal Yalazı‘nın 2004 yılında yaşamını yitirmesinin ardından evde tek başına yaşamaya başlayan Yalazı şunları söyledi, “Üç kızım, bir oğlum var. Benim yaşadığım ev herkesin bildiği Onassis’in doğduğu yer olan tarihi bina. Eşim Cemal Yalazı bu evi 1972 yılında aldı ve evin tapusunu da benim üzerime yaptı. Bizim burada çok güzel günlerimiz geçti. Bir gün Yunan armatör Onassis adına kurulan vakıf yöneticileri evi görmek istediler. Evi görmeye korumalarla gelmişlerdi. Gelenler arasında vakıf yöneticilerinin yanı sıra Yunanistan konsolosluğundan yetkililer de varmış. Evi Onassis Vakfı’nın değerlendirmek istediğini söylediler. Evi satın almak için 3 milyon euro teklif ettiler. Bu para karşısında çok şaşırdık” dedi.

1.

Dünyaca ünlü armatörün adına kurulan Onassis Vakfı heyetinin vakıf adına evi satın almak amacıyla yaptıkları bu öneriyi Yalazı, “Yunan bayrağı dalgalanamaz” diyerek geri çevirdi.

Öneri karşısında şaşıran ve durumu aile arasında konuştuklarını anlatan Mihriye Yalazı, bir Türk askerinin konuşmasıyla evi satmamaya karar verdiklerini söyledi. Yalazı, “O tarihlerde Akhisar’da Garnizon Komutanı olan Cüneyt Kavuncu ziyaretimize geldi. Vatan sevdalısı, Atatürkçü, milliyetçi bir Türk askeri olan Kavuncu, bu evi satmanın vatanı satmakla eşdeğer olduğunu, burada Yunanistan bayrağının dalgalanacağını, Akhisar Askerlik Şubesi’ndeki Türk bayrağı ile Yunan bayrağının aynı sokakta bulunmasının her Türk’ü yaralayacağını anlattı. Ben bu sözlerle burada Yunan bayrağının dalgalanmasını kabul edemeyeceğimi anladım. Eşim ile mutlu günler geçirdiğimiz bu evi Onassis Vakfı’na satmama kararı aldım” dedi.

2.

Yalazı: Burasının bir Atatürk müzesi yanında, Akhisarlı şehitlerimizin eşyalarının sergilendiği bir yer olması beni sevindirir

Yalazı, Yunanlara satmadığı evi ile ilgili olarak gelecek için başka düşüncelerini olduğunu şu sözcüklerle ile belirtiyor. “Çok önemli verilen bir para karşısında aldığım bu karara tüm çocuklarım  ve yakınlarım  saygı ile karşıladılar. Ülkemizin ve tüm vatandaşlarımızın şartları belli. Çocuklarım, eşleri ve 9 torunumu da göz önüne almam gerektiğine inanıyorum. Gönül isterdi ki şartı bir bağış yapabileyim. Fakat ailemi de düşünmek mecburiyetindeyim. Aklımdan geçen en önemli proje burasının bir Atatürk müzesi yanında, Akhisarlı şehitlerimizin eşyalarının sergilendiği bir yer olması ve halkın görmesi ve ziyarete açılmasının sağlanması beni ve tüm aile fertlerini sevindirir. Türkiye’de böyle çok önemli vakıflar ve sivil toplum örgütleri var. Günün şartlarına göre ve yapılacak bir protokolle elde edebilirler. Örneğin  yerel yönetimin desteği ile aynı amaçla da değerlendirilebilir. Bildiğim kadarı ile Akhisar ve Ticaret ve Sanayi odası yıllar önce Deve Damı mevkiinde  buna benzen fakat bakımsız ve restore edilmesi lazım bir tarihi evi aldılar. Kültür Evi yapacaklarını  öğrendim. Allah inşallah gönlümden geçtiği gibi değerlendirilir diye dua ediyorum.”

Kısaca Aristotle Onassis

20. yüzyılın en tanınmış Yunan armatörü Aristotle Onassis 1906 yılında doğdu, İzmir ve Manisa‘nın Akhisar ilçelerinde yaşadı. Ticaretle uğraştı, dünyanın sayılı varsıllarından biri oldu. Göç ettiği Arjantin‘de başladığı tütün ticaretiyle kısa zamanda finansal olarak oldukça iyi bir konuma geldi. 1925 yılında Yunan ve Arjantin vatandaşlığını elde etti; aynı zamanda Yunanistan‘ın Arjantin Başkonsolosu oldu. Varsıllığı ve yaptığı evlilikleriyle ünlü olan Yunan armatör Onassis, dönemin en çok konuşulan adlarından biri oldu.

Kurduğu imparatorluğun varisi olarak gördüğü oğlu Aleksandros Onassis‘in, 1973’te kendi kullandığı uçağın düşmesiyle yaşamını yitirdi. Onassis, 1975’te kas erimesi hastalığı ile yaşadığı “hızlı” hayata veda etti. Onasis’in “Mutsuz milyoner” olarak tanımlanan kızı Christina da banyosunda ölü bulundu.

Onassis‘in geri bıraktığı büyük serveti, gemileri ve dünyanın her yerindeki sayısız taşınmazları, tek torunu Athena ve Onassis Vakfı tarafından yönetiliyor.

(Kaynaklar: iha.com.tr, akhisarpress.com görseller: manisahaberleri.com)

Antalya’da 18. Yüzyıl Osmanlı Dönemi Savaş Gemisi Batığı Bulundu

Antalya ve Mersin kıyılarında su altı araştırmaları yapan, Akdeniz Üniversitesi Kültür Varlıklarını Koruma ve Onarım Bölüm Başkanı Doç. Dr. Hakan Öniz ve takımı, Antalya’da denizin 40-50 metre derinliğinde yaklaşık olarak 10 santimlik kum örtüsüyle kaplı Osmanlı savaş gemisi batığı buldu.

18. yüzyıl Osmanlı savaş gemisi batığı ile ilgili olarak Doç. Dr. Öniz, şunları söyledi:

Muhtemelen bir savaş gemisi. Antalya’nın batısında, denizin 40 ile 50 metre derinliğinde ulaştık bu batığa. Neredeyse geminin tüm aksamı duruyor. Sanki bir zaman kapsülü gibi batığın üzerinde her şey donmuş gibi. Araştırmalarımızla neredeyse battığı güne ulaşmak mümkündü. Ahşap aksamı, topları, gülleleri dışında o dönemin teknolojisiyle yapılmış yelken donanımı, suyun içinde kumun altında saklı haldeydi. Gemi ortalama 10-20 santimlik kum örtüsüyle kaplıydı. Kum örtüyü araladığımızda, geminin yelken donanımının tüm orijinal haline ulaşmak mümkün oldu. Bizi son derece heyecanlandıran bir batık oldu. Çünkü böyle bir yelken teknolojisine daha önce hiç rastlamamıştık. Kurşun helezonları, halatları, demir aksamı ve ahşap komponentleriyle bir 18. yüzyıl savaş gemisiydi. Gemide çeşitli boyutlarda toplar var. Geminin dengesi de bu toplarla ayarlanmış. Büyük toplar eşit olarak geminin güvertesine dağıtılmış. Muhtemelen İstanbul ya da Çeşme’deki Osmanlı deniz üslerinden yola çıkmış ve Antalya’nın batısında fırtına sırasında bir adacığa çarparak batmış.

1


2

Yenilerle birlikte bugüne kadar yaptıkları araştırmalarda ortaya çıkan batıkların sayısının 300 olduğunu belirten Doç. Dr. Öniz, Antalya ve Mersin kıyılarındaki yeni batıkların denizin 10 ile 50 metre derinliklerinde belirlendiğini söyledi.

2020 yılında, daha önce araştırma yapılmamış bölgelerde su altı robotları, yandan taramalı sonarlar, multibeam sonarlar ve dronlarla en son teknolojiyi kullandıklarını kaydeden Doç. Dr. Öniz, ileri teknoloji sayesinde daha önce inilmemiş derinliklere indiklerini aktardı. Araştırmalarında, denizin 55 metre derinliğine kadar indiklerini söyleyen Öniz, bu nedenle bulunan batıkların da görece daha iyi durumda olduğunu vurguladı.

2020 yılı su altı araştırmalarında Osmanlı batığının yanı sıra yine o dönemde savaş filosunun yanaştığı emniyetli doğal liman da belgelediklerini vurgulayan Öniz, “Bu bölgede denizin 25-50 metre derinliklerinde gemi çapaları bulduk. Ayrıca bakır kazanlar belgeledik. Bu kazanların, gemilerin denizdeyken bakımlarının yapılmasında kullanılan ziftleme kazanları olduğunu düşünüyoruz. Osmanlı döneminde gemiler denizdeyken sağa ya da sola yatırılıp kuruduktan sonra ziftleme yapılıyormuş. Yaptığımız bu çalışmalarda, Osmanlı savaş filolarının denizde her an mobil vaziyette beklediğini anladık. Günümüzden 250-300 yıl önce Osmanlının denizdeki filolarının gerekli durumlarda bakımlarının da denizde yapıldığını anlamış olduk” dedi.

Osmanlı batığının su altı kazı çalışmalarına, Demre Müzesi ile birlikte 2021 yılında başlamayı planladıklarını belirten Doç. Dr. Öniz, yapılan birlikte kazılarla, bu döneme ilişkin ayrıntılı bilgilerin de ortaya çıkacağını söyledi.

(Kaynaklar: denizhaber.net, görsel: londragazete.com, ntv.com.tr)