Göteborg Film Şenliği, Bir Sinemaseveri Bir Hafta Boyunca Yalnız Başına Film İzleyeceği Pater Noster Adasındaki Deniz Fenerine Gönderecek
Göteborg Film Şenliği, ilgi çekici bir etkinliği yaşama geçiriyor.
Belirlenecek olan sinemaseverleri, bir hafta boyunca yalnız başlarına film izlemek üzere dış dünyadan ve etkilerinden uzak yerlerde bulunan belirli oylumlara gönderecek. Bunların arasında Pater Nostra Adasındaki bir deniz feneri de bulunuyor.
Pater Noster Adası denizfeneri, İsveç‘in en verimsiz ve en çok rüzgar alan Kuzey Denizindeki takım adalarının en ucunda konumlu bulunuyor. Buraya gönderilecek olan sinemasever, bir hafta boyunca tek başına kalacak ve festivalin kendisine sunacağı 60 yeni filmi seyredecek. Ayrıca, belirlenen bu kişinin adada geçireceği bir haftalık süre boyunca tüm ilgisini film şenliğinde yer alan yapımlara vermesi için; adaya giderken yanına cep telefonu alamayacak ve izlediği filmler ile ilgili olarak her gün bildirimde bulunacak.
Öte yandan film şenliği yönetimi iki kişiye daha benzer gösterimler düzenleyecek. Bu iki kişiden biri, İsveç‘in en büyük arenalarından biri olan Scandinavium‘da, diğeri ise İsveç’in önde gelen sinema salonlarından Draken Cinema‘da tek başına filmleri izleyecek. Festivalin geri kalanı ise, son dönemde düzenlenen pek çok film festivali gibi tamamen dijital ortamda, online gösterimlerle gerçekleşecek.
09 Ocak tarihinde başlayan başvurular, Göteborg Film Şenliği‘nin internetsitesinden gerçekleştiriliyor. Adaylar arasından yapılacak seçim sonucunda belirlenecek olan kazananlar 19 Ocak tarihinde açıklanacak.
(Kaynaklar: cumhuriyet.com.tr, goteborgfilmfestival.se)
Rotterdam Denizcilik Merkezi’nin Küresel Bir Odak Noktası Olması ve Yerel Olarak Dönüştürücü Bir İşlev Üstlenmesi Amaçlanıyor
Mimarlık ofisi Mecanoo tarafından tasarlanan Rotterdam Denizcilik Merkezi yapısı, Rijnhaven’de denizin ortasında inşa ediliyor. Yapının uluslararası denizcilik dünyası için bir odak noktası olması amaçlandığı kadar, bulunduğu yapılı çevre için de dönüştürücü bir görevi üstlenmesi bekleniyor.
Yapı, biçimsel olarak; çevresindeki modernist bir anlayışla tasarlanmış olan mimari yapılardan sahip olduğu organik biçimi ile karşıtlık oluşturuyor. Uluslararası denizcilik dünyasının geçmişini, bugünün ve geleceğini betimleyen, iç içe üç helezondan oluşan yapı, denizcilik işkolu girişimlerinin, deniz bilimlerinin ve kültürel etkinliklerin çatısı altında toplandığı bir merkez olacak. Aynı zamanda halkın kullanımına da açık olacak yapıda, çevredeki liman manzarasının seyredilebileceği, suyun içinde ve dışında zaman geçirilebilecek oylumlar (mekanlar) olacak.
“Rotterdam Denizcilik Merkezi”, Rijnhaven bölgesinin ve Wilhelminaplein’ı Katendrecht’e bağlayan rıhtımlar boyunca su üzerinde bir dolaşım alanı oluşturarak, kıyıdaki yaya yollarına bağlayan iskele yolunun odak noktası olacak.
mecanoo.nl
mecanoo.nl
dezeen.com
Yapının, bir bölümü suyun altında olacak biçimde tasarlanmasının sonucu olarak; yapının kütlesel olarak çevresiyle olan ilişkisi bağlamında ölçek ve boyut olarak büyümeden, geniş bir yapı izlencesine (programına) sahip olması sağlanmış oluyor. Gelgitlerde, su seviyesi 1.5 – 2 metre aşağıya düştüğünde, yapının su altında kalan bu bölümleri dışarıdan görülebilir bir duruma geliyor. Öte yandan su yüzeyinin üzerinde görülebilecek biçimde yukarıya uzanan, yuvarlak biçimdeki ışık menfezleri, dolaylı aydınlatma sağlayarak, sualtında kalan oylumların sergi amacıyla kullanılmasına uygun aydınlık seviyesinin oluşmasına olanak veriyor.
mecanoo.nl
Yapının; çevresinden, altından, üzerinden ve içinden geçen çok katmanlı dolaşım alanları, yapının biçimlenmesinde ve yapı izlencesinin (programının) oluşmasında başat bir öğe olarak rol oynuyor. Pavilyonlarının çevresinde dolaşan bu zarif kurdele, farklı izlence bileşenleri arasındaki etkileşimi güçlü bir canlılıkla sağlıyor.
mecanoo.nl
Yakın bir gelecekte Rijnhaven, suyun daha sık kullanılacağı ve buradaki limanın farklı etkinlik türlerine olanak verebilecek biçimde yeniden planlanacağı baştan başa bir dönüşüme geçirecek. Bu yeniden yapım süreci, liman çevresinin silüetini ve buradaki ufuk çizgisini tamamen değiştirecek olmasına karşı yapı izlencesini daha da güçlendirecek. Limandaki bu geliştirme çabalarının merkezinde ise; etkinliklerin ana ekseni olarak işlev görecek ve alan için bir katalizör görevi görecek olan “Rotterdam Denizcilik Merkezi”nin bulunacağı belirtiliyor.
(Kaynak: architectmagazine.com, mecanoo.nl, dezeen.com)
“9. Ulusal Gemi Ve Yat Tasarım Yarışması”nın Sonuçları Açıklandı
Gemi Yat ve Hizmetleri İhracatçıları Birliği tarafından düzenlenen “9. Ulusal Gemi ve Yat Tasarım Yarışması” sonuçları açıklandı.
Bu yıl “Elektrikli Feribot Tasarımı” üzerine yenilikçi düşüncelere yönelik bir arayışla düzenlenen ve 01 Ocak 2020 tarihinde duyurulan yarışmaya, 28 öğrenci 14 tasarım önerisi ile katıldı. Seçiçi Kurul tarafından yapılan değerlendirmede, altı öneri başarılı bulundu. Kazanan katılımcılar, küresel salgın önlemleri nedeni çevrimiçi olarak düzenlenen törende ödüllerini aldı.
Yarışma seçici kurulunun değerlendirmesi sonucunda;
Birincilik ödülüne; “Orkoz” adlı tasarım önerisi ile Onur Kiren, Alperen Kılıç, Oğuzhan Kıt (Yıldız Teknik Üniversitesi)
İkincilik ödülüne; “Akana” adlı tasarım önerisi ile Onurcan Baytok, Sare Nur Çıplakkaya, Alihan Uzun (Yıldız Teknik Üniversitesi)
Üçüncülük ödülüne; “Breathe” adlı tasarım önerisi ile Bekir Kurt, Oğuzhan Hümmet, Ahmet Akülkü, Kemal Furkan Öztürk (İstanbul Teknik Üniversitesi)
Mansiyon ödülüne; “Lotus” adlı tasarım önerisi ile Deniz Tahan (İstanbul Teknik Üniversitesi)
“Gemi Mühendisleri Odası Özel Ödülü”ne; “Fresh” adlı tasarım önerisi ile Can Taşkan (Karadeniz Teknik Üniversitesi)
“Türk Loydu Özel Ödülü”ne ise; “Greenpass” adlı tasarım önerisi ile Abdulsamet Yoldaş (Karadeniz Teknik Üniversitesi) değer görüldü.
Yarışmanın seçici kurulunda; Salih Bostancı (Gemi Mühendisleri Odası), Mehmet Aziz Göksel (Maltepe Üniversitesi), Bekir Şener (Yıldız Teknik Üniversitesi), Ahmet Dursun Alkan (Milli Savunma Üniversitesi Deniz Harp Okulu), Ercan Köse (KTÜ Sürmene Deniz Bilimleri Fakültesi), İsmail Hakkı Helvacıoğlu (İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi Gemi ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği), Ömer Belik (Piri Reis Üniversitesi Mühendislik Fakültesi), Necdet Salgür (Gemi Yat ve Hizmetleri İhracatçıları Birliği), Haluk Suntay (serbest tasarımcı), H. Bülent Şener (serbest tasarımcı), Tanju Kalaycıoğlu (serbest tasarımcı), Yusuf Turhan Soyaslan (Gemi Yat ve Hizmetleri İhracatçıları Birliği), Ercüment Kafalı (Yelkenli Gemide Eğitim Derneği), Mustafa İnsel (akademisyen), Cem Melikoğlu (Türk Loydu) yer aldı.
(Kaynak: mimarizm.com)
DeBris’in Tarafından Tasarlanan Giyilebilir Atıklardan Oluşan “Beach Coutre” Avustralya Ulusal Deniz Müzesi’nde Açıldı.
Marina DeBris’in dünyanın farklı yerlerindeki deniz kıyılarından topladığı çöpleri dönüştürerek tasarladığı, giyilebilir atıklardan oluşan “Beach Coutre” başlıklı seçki, Avustralya Ulusal Deniz Müzesi’nde…
Çalışmaların Avustralya‘da sürdüren sanatçının yapıtları, “Trashion” (Kavram, Moda (Fashion) ve Çöp (Trash) sözcüklerinden türetiliyor) akımı içerisinde kabul ediliyor. DeBris‘in bu akım içinde yer alan diğer sanatçılardan yada üretimlerden ayıran özel nokta ise; çalışmalarını dünya okyanuslarındaki ve denizlerindeki kirlenmeye yönelik dikkat çekme bağlamı çevresinde gerçekleştiriyor olması. DeBris, bu konudaki sanatsal üretimine yöneliş nedeni belirtirken; “Kıyılardaki atıkları sanata dönüştürmek düşüncesi, bende; ürettiğimiz bu çöp yığınının bizlerin başına dert olarak döndüğünün ayırdına vardığım 2009 yılında başladı.” diyor.
DeBris‘in “Beach Courte” adlı bu seçkisi, sanatçının Avustralya-Sidney‘den ve Amerika-Los Angeles‘tan topladığı, çoğunlukla sahip oldukları biçimlerin sunabileceği güzelduyusal (estetik) olanaklar gözardı edilen atıklardan oluşuyor. Giyilebilir hale getirilmiş bu atıklara DeBris‘in biçim ve içerik ilişkisi bağlamındaki yaklaşımı ilk başta garip olarak algılanabilmesine karşın aslında ilgi çekici hatta eğlenceli olduğu bile söylenebilecek bir moda estetiğini görünür kılıyor.
Sergiye eşlik eden “Huzursuz Edici Dükkan” adı verilen satış bölümü ise; deniz dalgalarıyla kıyılara sürüklenmiş çöpler arasında toplanarak, özenle paketlenmiş, günlük yaşamda asla gereksinim duyulmayacak nesneleri içeriyor.
s
19 Aralık’ta açılan sergi, 18 Nisan 2021 tarihine kadar Avustralya Ulusal Deniz Müzesi‘nde sanat izleyicilerin karşısında olacak.
(Kaynak: sea.museum)
Denizcilik Arkeolojisi Dergisi’nin 13. Sayısında “Batık Gemi Konservasyonu”nu Konu Alınıyor
Türkiye Sualtı Arkeolojisi Vakfı tarafından yayınlanan Denizcilik Arkeolojisi Dergisi‘nin 13. sayısında, başta İsveç Savaş Gemisi “Vasa” olmak üzere dünyadan örneklerle “Batık Gemi Konservasyonu”nu ele alınıyor.
Büyük kütlelerden oluşan gemi batıklarının koruma süreçlerinin doğru ilerleyebilmesi için tam donanımlı laboratuarların, gerekli bilgi birikiminin, deneyimli çalışanların varolma zorunluluğu ayrıca yeterli finansal desteğin sağlanması; bu koruma alanının dünyadaki örneklerinin ve koruma süreçlerinin değerlendirilmesini gerekli kılıyor. Özellikle Türk denizlerinin sualtı arkeolojisi alanında, dünyada sahip olduğu öncü konum nedeniyle, “Denizcilik Arkeolojisi Dergisi”, bu konuyu 13. sayısında gündeme getiriyor.
Derginin ilk sayfalarında yer verilen makale, Uppsala Üniversitesi Müzesi‘nde görev yapan korumacı Emma Hocker‘a ait. Hocker, 2018 yılında yayımlanan “Preserving Vasa” adlı yapıtının bir özeti olan “Kimyasal ve Fiziksel Dayanıklılığa Doğru: İsveç Savaş Gemisi Vasa‘nın Koruma ve Araştırma Çalışmalarına Dair Bir Özet” adlı makale, Stockholm Limanı‘nda daha ilk seferine çıkamadan 1628 yılında limanda batan Vasa’da sürdürülen koruma sürecini konu alıyor.
Batışından 333 yıl sonra, 1961 yılında sualtından çıkarılan gemiye, konservasyon işlemi uygulanmış ve 1988 yılında gemi Stockholm’un merkezinde inşa edilen Vasa Müzesi’nde sergilenmeye başlamıştı. Yaklaşık olarak on yıl sonra ahşabın yüzeyinde oluşan asidik tuz yayılmasını önlemek için bir dizi yeni araştırma ve uygulama çalışmaları başlatılmıştı. Makale, son 20 yılda Vasa’yı korumak amacıyla alınan bu konservasyon önlemlerini özet olarak aktarıyor.
Dergideki diğer makaleler, dünyada gerçekleştirilen çeşitli koruma deneyimlerini şu konu başlıkları altında ele alıyor:
“Atalarımızın Omuzlarında Yükselmek – Bir Altyapı ve Bir Bakış Açısı. Danimarka’da Suya Doymuş Arkeolojik Gemi Batıklarının Konservasyon Çalışmalarıyla Geçen Elli Yıl” – Anette Hjelm Petersen, Kristiane Strætkvern
“Oslo Limanı‘ndaki 16. Yüzyıla Ait Gemi Batıkları. Konservasyon, Rekonstrüksiyon ve Sergileme Süreçleri Sırasında Yaşanan Güçlükler ve Yapılan Seçimler” – Hilde Vangstad, Tori Falck, Monica Hovdan ve Pål Thome
“Ma’agan Mikhael Gemisinin Kazısı ve Konservasyonu” – Deborah Cvikel
“Oberstimm/Bavyera‘dan Teknelerin Konservasyonu” – Markus Wittköpper
“Suya Doymuş Ahşap Konservasyonunda Sülfür Sorunu” – A. Gökçe Kılıç
“Suya Doymuş Ahşapta Gerçekleştirilen Temel Analiz Uygulamaları” – Namık Kılıç
Denizcilik Arkeoojisi Dergisinin 13. sayısına buradan ulaşabilirsiniz
İkinci Dünya Savaşı’nda Alman Naziler Tarafından Kullanılan Bir Enigma Şifreleme Makinesi Baltık Denizi’nde Bulundu
İkinci Dünya Savaşı’nda Alman Naziler tarafından kullanılan Enigma şifreleme makinası, WWF – Doğal Hayatı Koruma Vakfı adına Baltık Denizi üzerinde bulunan Gelting Körfezi‘nde, hayalet ağları arayan dalgıçlar tarafından bulundu.
Bilindiği üzere hayalet ağlar, balıkçılar tarafından çeşitli nedenlerden ötürü denizde başıboş bırakılan ağlar olmaları nedeniyle, deniz canlılarının yaşamını tehdit ediyor ve her yıl, pek çok deniz canlısı, bu ağlar nedeniyle yaşamını kaybediyor.
Baş dalgıç Florian Huber, Enigma‘nın nasıl bulunduğuna ilişkin yaptığı açıklamada; hayalet ağların belirlenmesi üzerine yaptıkları dalışta, takım arkadaşının, suyun dibinde hayalet balık ağlarına takılmış bir daktilo olduğunu gördüğünü söylediğini belirtiyor. Bunun tarihi değer taşıyan bir nesne olduğunu anlamalarının ardından ise; Huber, hemen yetkilileri bilgilendirdiklerini söylüyor.
Deniz tarihçisi Jann Witt, Hitler‘in U-Botlar‘ında dört rotorlu, daha karmaşık yapıda Enigmalar kullandığından; üç rotorlu bu Enigma‘nın batmış bir denizaltından gelme ihtimalinin düşük olduğunu ve bir Alman savaş gemisinden savaşın son günlerinde denize atılmış olabileceğini söylüyor.
Enigma, İkinci Dünya Savaşı‘nda Alman Nazi ordu birimleri arasındaki iletilerin aktarımında kullanılıyordu ve Enigma’nın ürettiği, o dönem müttefikler açısından çözülmesi neredeyse olanaksız olan bu şifrelenmiş iletiler, Nazilere karşı savaşan ordulara büyük kayıplar verdiriyordu.
Enigma, restorasyon çalışmaları için Schloss Gottorf Arkeoloji Müzesi yetkililerine teslim edildi.
(Kaynaklar: en24news.com, arkeofili.com)
Sahip Olduğu 45 M. Derinlikle Dünyanın En Derin Dalış Havuzu Olan “Deepspot” Polonya’da Açıldı.
Dünyanın en derin dalış havuzu “Deepspot”, Polonya’nın başkenti Varşova’nın güneyinde bulunan Mszczonow kentinde açıldı.
Derin dalış için bir havuzun yaklaşık olarak 30 metrelik bir derinliği sağlama koşulu bulurken; sahip olduğu 45 metrelik bir derinliği ile Deepspot, İtalya‘daki “Y-40” derin dalış havuzundan 5 metre, Belçika‘daki “Nemo 33″ten 12 metre daha derin bir havuz olarak şu anda zirveye oturmuş durumda. “Deepspot”, tüplü ya da serbest dalış tutkunlarının, temiz, ılık sularda ve güvenli koşullar altında dalma konusundaki arayışlarını karşılamak için Aerotunel tarafından planlanmış. Şirket asıl olarak kapalı oylumlarda serbest atlama deneyimleri yaşamak isteyenler için tasarlanan rüzgar tünellerini üretiyor. Yapımı iki yıl süren yerleşkenin yapım için yaklaşık olarak 10.6 milyon dolar harcandığı belirtiliyor. Öğrenim ve çalışma amaçlı olarak yapılmasına karşın, her aşamadan dalgıç “Deepspot”a kabul ediliyor. Yeni başlayanların, burada ilk dalış deneyimlerini gerçekleştirebilme ya da eğitim alabilme olanakları bulunurken; deneyimli dalgıçlar, “Deepspot”u deneyimleyebiliyor ve ayrıca yeni eğitimler alarak dalış konusundaki uzmanlıklarını ilerletebiliyor.
“Deepspot” şu anda dünyadaki en derin dalış havuzu ve burayı doldurmak için 8.000 metre küp suyunu gerekli olduğu belirtiliyor. Bu, 25 metre uzunluğundaki standart bir havuzun 27 katına denk geliyor. Proje, “mavi delik” adı verilen ve tabanı 45 metre derinliğe ulaşan su çukurunu, içinde küçük bir batığın ve maya uygarlığını çağrıştıran dev ölçüler sahip yüksek kabartma tekniği ile yapılmış bir insan yüz yontusun bulunduğu ilgi çekici bir dizi sualtı mağarasını keşfetme olanağı sunuyor.
Kendisini henüz dalmaya hazır hissetmeyenler, havuzun içinden geçen bir tünel aracılığıyla çevrelerini saran dev su kütlesi içinde adeta hava asılı kalmış gibi yüzen dalgıçları izleyebiliyorlar. Yerleşke, konferans salonu, eğitim sınıfları ve 5 metre derinliğinde sualtı manzarasına sahip olan bir de otel olmak üzere başka işlevleri de bünyesinde barındırıyor.
Her ne kadar “Deepspot” şu anda dünyanın en derin dalış havuzu unvanına sahip olsa da, İngiltere‘de yapımı süren “Blue Abyss”un 50 metrelik dalış rekorunu aşması bekleniyor.
(Kaynak: designboom.com)
Kortez Denizinde Yaşayan Bir Mutur Türü İçin Verilen Mücadeleyi Anlatan “Gölgelerin Denizi” Adlı Belgesel, 10. Avrupa İnsan Hakları Film Günleri’nde
Yönetmenliğini Richard Ladkani’nin gerçekleştirdiği “Gölgelerin Denizi” adlı belgesel, 10. Avrupa Birliği İnsan Hakları Film Günleri programında yer alıyor.
Yapım, Meksika’daki Kortez Denizinde yaşayan ve soyu tükenme tehlikesi ile karşı karşıya kalan bir mutur türünü korumak amacıyla; bilim insanlarının, aktivistlerin, gazetecilerin ve devlet görevlilerinin verdikleri mücadeleyi ekrana taşıyor.
Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, “10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü” etkinlikleri çerçevesinde, insan hakları konusunda farkındalık yaratmak amacıyla “AB İnsan Hakları Film Günleri” ve AB “İnsan Hakları Kısa Film Yarışması” düzenliyor. 2011 yılından bu yana her yıl düzenlenen etkinlik, bu yıl 10-20 Aralık tarihleri arasında çevrimiçi olarak gerçekleştirilecek.
17 uzun dört kısa metrajlı yapımın yer aldığı gösterim programında yönetmenliğini Richard Ladkani‘nin “Gölgelerin Denizi” (2019) adlı belgesel yapımı da yer alıyor. Belgeselin ilk gösterimi, 2019 yılındaki Sun Dance Film Şenliği‘nde gerçekleşmişti.
Gölgelerin Denizi
Meksika‘daki Kortez Denizinde hükümet yetkilileri ve çevre korumacı örgütler, uyuşturucu kaçakçılarına ve Çinli suç örgütlerine karşı bir savaşım veriyorlar. Savaşın nedeni ise “deniz kokaini” olarak adlandırılan, Totoaba balığından elde edilen organel olan: hava kesesi.
Çinliler, geçen bir kaç yıldan bu yana, milyon dolarlık bir karaborsanın oluşmasına neden olan, bu organın mucizevi bir iyileştirme gücü olduğuna inanıyorlar. Yerel balıkçılara yüksek miktarlardaki parayı kolay yoldan kazanma konusunda yapılan vaadler, bu insanları Meksikalı acımasız uyuşturucu patronlarının kucağına itiyor. Totoaba’nın kaçakçılığını yürüten suç örgütünün El Chapo’su olarak bilinen lideri, balıkçıların içinde yer aldığı, bir ağı yürütüyor, ayrıca polisin ve ordunun içinden çok sayıda devlet görevlisini de kurduğu rüşvet çarkı ile denetimi altında tutuyor.
Jak Kusto‘nun (Jacques Cousteau) “Denizlerin Akvaryumu” olarak tanımladığı Kortez Denizi, bu nedenle, galsama ağı ile Totaba balığı yakalamak için, yasadışı avcılık yapan binlerce balıkçı teknesinin saldırısına uğramış durumda. Tüm bu olaylardan en çok etkilenen ise yunusgiller familyası içindeki en küçük tür olan Vakitalar (Körfez muturları) yalnızca Kortez Denizinde bulunuyorlar ve bugüne dek bu mutur türünü korumak için alınmaya çalışılan tüm önlemler, gözünü para bürümüş insanların hırslarına yenik düştü. Topyekün bir müdahale kararı alınmaz ise, sayısı 15’ten daha az kalan bu türün, gelecek 20 ay içinde tamamen yok olması, gerçekleşmesi çok olası bir durum olarak karşımızda duruyor.
Kararlı bir planlama ile son kalan Vakita‘ların yakalanarak, bir koruma havuzunda yaşatılması ve soyun sürmesi için gebe kalmalarının sağlanması, şu anda düşünülebilecek son umut olarak görülüyor. Daha önce böyle bir girişimde şimdi kadar hiç bulunulmaması nedeniyle, Vakita‘ların, bir tür tutsaklık olan, böyle yaşam koşulları içinde yaşamlarını sürdürüp sürdüremeyeceklerine ilişkin bir deneyim de bulunmuyor.
Bu arada, Deniz Çobanı (Sea Shepperd) Koruma Örgütü‘nden eylemciler, olası tehlikeli durumu hafifletebilmek için yasadışı galsama ağlarını, bu sulardan, millerce açığa doğru çekip, uzaklaştırmak için olabildiğince hızlı davranmaya çalışıyorlar. Böylece hem bu ağlara takılmış ama hala yaşayan deniz canlılarını kurtarabilmek için bir umut doğuyor, hem de ağları parçalayarak, kullanılmaz duruma getiriyorlar. Ayrıca bu çabalara öfke duyan balıkçıların saldırgan tutumlarına karşı da; korunmak amacıyla, Meksika Donanması desteğine başvuruyorlar.
Korumacı örgütlerin üyeleri, bu son derece güzel olan ekosistemi korumak için savaşırken; araştırmacı gazeteciler ve gizli istihbarat görevlileri de bu yasadışı tecimi oluşmasına neden olan satıcıları ve kaçakçıları belirlemeye çalışıyor. Suç ağının çökermek için gerekli kanıtları elde etmek, bunları toplamak ve mahkemeye sunabilmek; uyuşturucu kartellerine ve Çinli suç örgütlerinin içine sızmak ta dahil olmak üzere çok tehlikeli bir çalışmayı gerektiriyor.
Yapımın Künyesi:
Yönetmen: Richard Ladkani
Yapımcılar: Walter Köhler, Wolfgang Knöpfler
Müzik: H. Scott Salinas
Uzunluk: 104 dakika
2019
(Kaynaklar: richardladkani.com, avrupa.info.tr, görsel: seafans.net)
“Türkiye Batık Envanteri Projesi: Mavi Miras” Kapsamında Foça’da Yürütülen Sualtı İncelemelerinde 18. Yüzyıla Ait Bir Savaş Gemisi Batığına Ulaşıldı
“Türkiye Batık Envanteri Projesi: Mavi Miras (TUBEP)” kapsamında, Türk bilim insanlarının İzmir’in Foça ilçesi açıklarında yürüttükleri sualtı incelemelerinde, 18. yüzyılda battığı düşünülen bir savaş gemisi, yaklaşık olarak 55 metre derinlikte bulundu.
Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı‘nın sağladığı destekle Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Deniz Bilimleri ve Teknoloji Enstitüsü tarafından yürütülen “Türkiye Batık Envanteri Projesi: Mavi Miras (TUBEP)”, Anadolu kıyılarında geçmiş yüzyıllarda batmış gemilerin ortaya çıkarılmasını ve Akdeniz tarihinde kullanılan gemilerin geçirdiği evrim sürecinin, bulunan yeni batıklar ile izlenebilmesini böylece tarihsel bir bütünlüğün sağlanmasını amaçlanıyor. Projenin bir diğer ayağı ise; antik çağlarda kıyı çizgisinde çok sayıda liman kenti barındıran Adalar Denizi ve Akdeniz coğrafyasındaki sualtı kültür varsıllıklarını gün yüzüne çıkarma amacını taşıyor.
Bu kapsamda Foça‘daki uzaktan kumandalı sualtı robotu kullanarak yapılan sualtı incelemelerinde, yaklaşık 250 yıl önce battığı düşünülen savaş gemisi batığına ulaşıldı.
DEÜ Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Harun Özdaş, bulunan batıkla ilgili olarak şunları söylüyor: “Batığın kabaca, 25 metreye 10 metre genişlikte olduğunu söyleyebiliriz. Ama kalıntılar patlama ve batma esnasında 250-300 metrelik bir alana dağılmış durumda. Bunlar üzerindeki ilk çalışmalarımızı uzaktan kumandalı su altı robotu yani ROV cihazımızla gerçekleştirdik. Çünkü 50-55 metre, dalış için derin sular. Batık üzerinde bir planlama yaptık. Buluntulardan çıkardığımız örnekleri ilgili yerlere teslim ettik. Batığın 18’inci yüzyıla ait olduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki yıl batığın kimliğini daha ayrıntılı araştıracağız. Osmanlı arşivlerini araştıracak ekiplerimiz bu batığa ilişkin verilere ulaşılabilecek mi ona bakacağız.” diyen Özdaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Üzerinde 20 tane bronz ve demir top yer almakta, çok miktarda top güllesi, mutfak kapları, geminin ana karinasına ait parçaları belirledik.” dedi.
Deniz tabanına saçılmış durumdaki, batık gemiye ait, kahverengi hamurlu-boyalı İtalya kökenli mutfak kapları, sürahi, pipo ve ahşap makara parçası su yüzeyine çıkarılarak; Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi‘ne teslim edildi.
Savaş gemisinde hem Osmanlı hem İtalyan kökenli kaplar olduğunu vurgulayan Özdaş, “Belki bir korsan gemisi ya da Osmanlı-İtalya arasındaki bir mücadele sırasında batırılmış bir gemi olma ihtimali var. Denizlerde savaş alanları dışında çok savaş gemisine rastlamıyoruz. Buluntu bize dönemin günlük yaşamı, gemi yapım teknolojisi, askeri mühimmatın dağılımı, kullanım alanları ve şekli gibi çok ayrıntılı bilgileri sağlayacak.” dedi.
Batığın bulunduğu coğrafi konum olarak tam bir “sürpriz” olduğuna dikkati çeken Özdaş, “Osmanlı literatüründe bugüne kadar bölgedeki bir savaşa ilişkin veri bulunmamakta.” derken; DEÜ Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar da yaptığı açıklamada “Batığın detaylarına erişmek çok heyecan verici. O bölgede deniz savaşı olmadığını bildiğimiz halde bir savaş gemisinin tespit edilmesi belki tarihimize ışık tutacak.” diye konuştu.
Foça‘nın, Osmanlı Dönemi‘nde önemli bir askeri deniz üssü olduğunu belirten Özdaş: “O dönemde birçok savaş için lojistik destek Foça’dan sağlanmış. İzmir bu batıkla beraber savaş tarihi ve gemileri açısından merkeze oturmakta. Çeşme ve Koyun Adası civarında batan gemilere son batığı da eklediğimizde somut olarak bugüne kadar en fazla batık geminin bulunduğu ilimiz. Deniz savaş tarihi açısından ön plana çıkıyor.” dedi.
Mavi Miras Projesi‘ne, Doğu Akdeniz‘de uzun yıllar Türk bayrağı altında önemli araştırmalarda görev almış Koca Piri Reis Gemisi de katkı veriyor.
(Kaynak: aa.com.tr, tinaturk.org, ntv.com.tr)
S. Spielberg’in Jaws Adlı Yapımında Kullanılan Köpekbalığı Modeli, Gerçekleştirilen Onarımın Ardından Akademi Müzesi’ne Yerleştirildi
Steven Spielberg’in yönetmenliğini gerçekleştirdiği, Oskar ödüllü Jaws (1975) adlı yapımda kullanılan köpekbalığı modelinin günümüze ulaşabilen son örneği, Los Angeles’ta açılacak olan Akademi Sinema Müzesi’nde kendisine ayrılan alana yerleştirildi.
Akademi Müzesi koleksiyonundaki en büyük parça olduğu belirtilen Bruce adlı köpekbalığı modeli, müzede sürekli olarak sergilenecek. Bruce, müzenin üçüncü katıda asansörlerin üzerinde kendisine ayrılan yere, 20 Kasım Cuma günü başlayan ve bir hafta süren çalışmaların ardından yerleştirildi. Dünya sinema tarihinde, filmin afişinde yer alan ikonik görüntüsü ile de kendisine yer edinen köpekbalığı, yerleştirildiği bu konumu ile ziyaretçiler daha müzeye giremeden kendisini, dışarıdan, saydam cepheden içeriye doğru bakıp, görebilecekleri gibi; müze içinde de pek çok noktadan görülebilecek.
Akademi Müzesinin yöneticisi Bill Kramer, “2016 yılında bizim mülkiyetimize geçen zamana dek Bruce için uzun bir yaşam yolculuğu oldu. Şimdi onu yeni evinde ağırlıyor olmak kadar; hiç bir şey bizi, bu denli mutlu edemezdi.” diyerek sözlerini şöyle sürdürüyor: ” Ziyaretçilerin sergimizle buluşacağı, Renzo Piano’nun tasarladığı müzeyi görecekleri ve sinema tarihinin en ikonik karakteri ile yüz yüze gelecekleri, müzenin açılış gününü dört gözle bekliyoruz.“
Bruce, müzeden yapılan açıklamaya göre; Jaws‘ta kullanılan köpekbalığı için üretilmiş gerçek kalıptan elde edilmiş dördüncü ve günümüze kadar ulaşabilmiş son örnek. Bruce, esas olarak 1990 yılına kadar Hollywood‘taki Universal Studyoları‘nın mülkiyetinde iken; bu tarihten sonra, Kaliforniya Sun Valley‘deki Adlen Brothers Auto Wrecking film şirketine taşındı. Şirketin kapanmasının ardından firma sahibi Nathan Adlen, Bruce‘u Akademi Müzesi‘ne bağışladı. Modelin, uzun süre açık havada kalmasının bir sonucu olarak fiberglas gövdesinde oluşan aşınma ve yıpranmaları onarmak amacıyla özel efekt ve makyaj sanatçısı Greg Nicotero‘nun gözetiminde gerçekleşen, yedi aylık bir süreye yayılan bakım çalışmalarının ardından, Bruce, ilk gün ki görüntüsüne kavuştu.
Ünlü mimar Renzo Piano tarafından tasarlanan Akademi Müzesi, ilk olarak 2018 yılında açılması planlanmış; ancak sonrasında bu tarih, 30 Nisan 2021 yılına ertelenmişti.
(Kaynaklar: academymuseum.org, usatoday.com)