Barselona Deniz Müzesi’nde Açılan “Sessiz Tehdit”, İstilacı Türlerin Akdeniz Ekosistemleri Üzerindeki Etkisini İrdeliyor.
Barselona Deniz Müzesi ve Blanes İleri Araştırmalar Merkezi iş birliğiyle hazırlanan “İstilacı Deniz Türleri: Sessiz Tehdit” başlıklı sergi, bu türlerin Akdeniz’deki deniz ekosistemleri üzerindeki etkisini masaya yatırıyor.
Dünyada her gün yaklaşık olarak 4.000’e yakın türün, denizlerde dolaşım içinde olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte yapılan araştırmalar, bu türlerin %3’ünden daha az bir bölümünün ulaştığı denizlere, kalıcı olarak yerleştiğini ve ‘istilacı’ hale geldiğini göstermektedir. Bu olgu, Akdeniz özelinde ele alındığında, Uluslararası Doğa Koruma Birliği tarafından yapılan açıklamalarda, deniz biyoçeşitliliği üzerinde insan kaynaklı etkinliklerinin oluşturduğu kaybın ardından, ikinci önde gelen nedenin; istilacı türlerin Akdeniz’e girişi olduğu saptamasında bulunulmaktadır. Akdeniz’de Süveyş Kanalı ve Cebelitarık Boğazı olmak üzere iki ana giriş noktası bulunuyor olması; Bu boğazların aynı zamanda istilacı türlerin Akdeniz’e sızmasına neden olduğunu göstermektedir.
Bu dikkatle izlenmesi gereken gerçek, Barselona Deniz Müzesi ve Blanes İleri Araştırmalar Merkezi (CEAB-CSIC) iş birliğiyle hazırlanan “İstilacı Deniz Türleri: Sessiz Tehdit” başlıklı sergiyle masaya yatırılarak, istilacı türlerin yarattığı çok boyutlu sorunların anlaşılmasında önemli bir sayfa açıyor.
Sergide; İstilacı türün ne olduğu, bu türlerin Akdeniz’deki hangi yollarla ulaştığı, deniz ekosistemleri ve/veya ekonomik etkinliklere ne gibi etkilerinin bulunduğu, genel çerçevede iklim değişikliğinin, özel olarak ise; suların ısınmasının etkisinin boyutları, bu tehdidi azaltmak ve deniz biyoçeşitliliğini korumak için ne gibi önlemlerin alınabileceğine yönelik sorulara ve yanıtlarına yer veriliyor.
“İstilacı Deniz Türleri: Sessiz Tehdit”, 08.06.2025 tarihine kadar Barselona Deniz Müzesi’nde görülebilecek
(Kaynak: mmb.cat)
Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi, “Avrupa Yılın Müzesi Ödülü”ne Aday Gösterildi.
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin “Avrupa Yılın Müzesi Ödülü”ne (The European Museum of the Year Award – EMYA) aday gösterildiğini bildirdi.
İlk defa 1977 yılında verilmeye başlanan ve her yıl düzenlenen etkinlikle adaylar arasında dağıtılan Avrupa Yılın Müzesi Ödülü, Avrupa müzelerinde yenilikçiliği ve çok boyutlu mükemmelliği temsil ediyor. Bu yıl Polonya’nın Bialystok şehrinde, 21-25 Mayıs 2025 tarihlerinde gerçekleştirilecek EMYA Yıllık Konferansı’nda, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesinin de tanıtımının yapılarak, 24 Mayıs tarihinde ödül kazanan müzeler açıklanacak.
Ersoy, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, şu ifadeye yer verdi: “Heyecanlıyız. Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzemiz ‘Avrupa Yılın Müzesi Ödülü’ne aday gösterildi. Ellerimizde adeta yeniden hayat bulan bu müzemiz, sualtı hazinelerimiz ile kültürel mirasımızı dünya vitrinine taşıyor.”
Çağdaş müzecilik anlayışıyla gerçekleştirdikleri restorasyon çalışmalarının en güzel örneklerinden biri olan Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nin aynı zamanda tarihe sahip çıkma yönündeki kararlılığının da bir yansıması olduğunu belirten Ersoy, “Adaylığımız ile kültürel mirasımızın uluslararası alandaki değerini bir kez daha taçlandırmış oluyoruz” dedi.
İlk olarak 1995’te Avrupa Yılın Müzesi Ödülleri kapsamında “Özel Övgü Ödülü” kazanan Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi, 2021’de tamamlanan restorasyon projesi kapsamında Avrupa Müze Forumu (European Museum Forum-EMF) tarafından 2025 yılı Avrupa Yılın Müzesi olmaya aday gösterilmişti.
(Kaynak: aa.com.tr)
Cansu Çakar’ın Bir Deniz Salyangozu Türünden Sağlanan Fenike Moru’nun Kültürel Değerini Ele Aldığı “New Rarities” Başlıklı Yerleştirmesi, Tate St. Ives’de…
Sanatçı, Fenike uygarlığında Mureks cinsi deniz salyangozlarından elde edilen bu boyar özdeğin en eski türlerinden Tiyra Moru’nu ve Cornwall Kalayı’nı, bu doğal kaynakların değişen kültürel değerini; ayrıca bunların elde edilme süreçlerinde hem doğaya hem de emeğe yönelik sömürüyü masaya yatırıyor.
Tarih boyunca önemli değerli eşyaların renklendirilmesinde kullanılan Fenike moru gibi Cornwall ve Devon’dan elde edilen kalay da antik dünyada değerli bir hammadde olarak, kullanılmıştır. Hatta Fenikelilerin kalay aramak için Cornwall’a geldiği öne sürülmekle beraber; bu iddiaya ilişkin arkeolojik bir kanıt bulunamamıştır.
Geleneksel Türk Sanatları Bölümünde sanat eğitimi alan Çakar’ın minyatürden esinlenen “New Rarities” adlı yerleştirmesi, sanatçının deniz kabuklarının temsilleriyle ilgilenmeye başladığı, onları hem ev hem de mezar olarak kavramsallaştırdığı bir düşünce sürecine dayanıyor.
Gerçek ile düşsel bir ara kesitte eski ticaret yollarının izini süren Çakar, bu kaynakların değerli ve az bulunur olma durumunu ve kültürel miras kavramlarını inceliyor. Antik bir haritayı ya da bir deniz kabuğunu andıran, spiral şeklinde yerleştirilmiş ve dışa doğru açılan desen enstalasyonu, sözlü geleneklerden temellenen bir öykü ortaya koyuyor.
Sergi, SAHA Derneği’nin 2020 yılında Birleşik Krallık’taki Tate St Ives Müzesi ile başlattığı iş birliği kapsamında gerçekleştiriliyor. “New Rarities”, 19 Ekim 2024- 5 Ocak 2025 tarihleri arasında arasında görülebilecek.
(Kaynak: saha.org.tr, tate.org.uk)
100 Yıl Boyunca Tanınmış İşadamları Arasında El Değiştiren ve Bir Dönemin Önemli Siyasi Figürlerini Ağırlayan “Cangarda” Yatı, Rahmi Koç Müzesi Tarafından Satın Alındı.
Amerikan tersanelerinde üretilen son buharlı yat olarak bilinen 123 yaşındaki “Cangarda”, Rahmi Koç Müzesi tarafından satın alındı.
100 yılın üzerindeki yaşamı boyunca tanınmış işadamları arasında el değiştiren ve bir dönemin önemli siyasi figürlerini ağırlayan Cangarda, son sahibi olan Dr. McNeil tarafından Belfast’taki Front Street Tersanesi’nde bağlı bulundurulmaktaydı. Ancak, 2021 yılında McNeil’in hayatını kaybedince, “Cangarda” atıl durumda kalmıştı. Front Street Tersanesi’nde bekleyen yat, 2024 Eylül ayında Rahmi Koç Müzesi tarafından satın alındı.
Kendisi için ne kadar ödendiği Müze tarafından henüz açıklanmayan yat, bir yük gemisine yüklenerek, Haliç’te konumlu İstanbul Rahmi M. Koç Müzesi’ne doğru yola çıktı.
Cangarda’nın Kısa Tarihi
İşadamı Charles Canfield tarafından verilen siparişle 1900’lü yılların başında ABD’nin Delaware kentindeki ünlü tersanelerinden bir olan Pusey & Jones üretilen ve 1901’de tersane tezgahından suya indirilen yat, 46 metre boyunda, 4.33 metre enine sahipti. Dört büyük kamarasında toplam dokuz kişiyi rahatlıkla ağırlayabilecek biçimde tasarlanan tekne, kullanıcılarının geniş güvertesinde uzun zaman geçirmelerine olanak sağlıyordu. Güvertenin üretiminde kullanılan ağaçlar Küba’dan özel olarak getirtilmişti.
Charles Canfield, yata kendi soyadının ilk üç harfi ile karısının kızlık soyadı olan Gardner’i birleştirerek “Cangarda” ismini vermişti.
G. Taylor ve Mary Fulford
Canfield, 1904 yılında, Cangarda’yı Kanada’da yaşayan iş adamı George Taylor Fulford 100 bin dolara sattı. Cangarda’nın ismini değiştiren Fulford, Mary olan karısının ilk iki harfini, George, Dorothy ve Martha isimli çocuklarının da isimlerinin ilk iki harflerini alarak yatın adını “Magedoma” koydu.
Senatör Fulford, 1905 yılında, geçirdiği bir kaza sonucu sonucu hayatını kaybetti. Böylece yatın mülkiyeti, Senatör’ün eşi Mary Fulford’a geçti. Mary Fulford’un Magedoma yatında verdiği davetlerde çok üst düzey misafirleri ağırlıyordu. 1927’de günü verdiği bir akşam yemeğine; 1936’da İngiltere tahtına 8. Edward olarak oturacak olan dönemin Galler Prensi, İngiltere Başbakanı Stanley Baldwin ile halef selef Kanada başbakanları Wilfrid Laurier ile Mackenzie King konuk olmuşlardı.
Cameron Peck
Cameron Peck 1951 yılında Magedoma’yı satın aldı. Yatın tamamen restore edilmesini istiyordu ancak Cameron Peck’e ağır bir hastalık teşhisi konuldu bunun üzerine Peck, yatı satışa çıkarttı.
Frederick Burtis Smith
Buharlı yatlara özeli bir ilgisi olan Frederick Burtis Smith, kendisiyle yaşıt olan Magedoma’yı 1954 yılında satın aldı ve ona orijinal ismi olan “Cangarda”yı yeniden verdi. O dönemde hareket edemeyecek durumda yat,olan New York’taki Rochester’e çekildi. Smith, 29 yıl boyunca, sabit olarak limana bağlı duran Cangarda’da yaşamını sürdürdü. 1983 yılında Cangarda’yı 150 bin dolara sattı.
Richard Reedy
Tekneyi satın alan Richard Reedy, tekneyi bağlı durduğu iskeleden kurtarıp, baştan sona bir restorasyon görmesi için Boston kentine götürdü. Cangarda için 850 bin dolardan fazla para harcayan Richard Reedy’nin sağlığı bozulunca tüm işler durdu. 1999’a kadar kullanılmadan kalan tekne Boston Limanı’nda, batarak sulara gömüldü.
Elizabeth Meyer
Bulunduğu liman yetkilileri tarafından hurda olarak satışa çıkarılması düşünülen yat, Richard Gerry’nin mirasçıları tarafından Elizabeth Meyer’e bağışladı. Elizabeth Meyer klasik yatları yeniden hayata kazandıran bir şirketin sahibiydi. Cangarda’nın batık gövdesi suyun altından çıkartıldı. Tekneye 500 bin dolar harcayan Elizabeth Meyer, bu onarım miktarı karşılığında onu satışa çıkarttı.
Robert McNeil
Amerika’nın en büyük biyomedikal yatırım şirketlerinden birinin sahibi olan Dr. Robert McNeil hurda haldeki Cangarda’yı 2002 yılında satın aldı ve onu restorasyonu yapılması için yeniden Elizabeth Meyer’e teslim etti. Cangarda’nın restorasyonu 2007 yılında bitti. Dr. McNeil pek çok defa Cangarda ile denize açılma olanağı buldu. McNeil, Cangarda’yı evinden bir saat uzaklıktaki Front Street Tersanesi’ne bağlıyordu. Burada yatın hem bakımları yapılıyor hem de Dr. McNeil’in bir sonraki seyahati için hazır tutuluyordu. Ancak 2021 yılında hayatını kaybedince, sahipsiz kalan Cangarda, Rahmi Köç Müzesi tarafından satın alınacağı 2024 yılına kadar burada kaldı.
(Kaynak: luxuryyachtcharters.com, patronlardunyasi.com)
Denizcilikle İlgisi Olmayanlara, Denizcilerin Zorlu Yaşamlarını Fotoğraflarla Aktaran “Denizde Yaşam” Sergisi, Los Angeles Deniz Müzesi’nde
Los Angeles Deniz Müzesi’nde açılan, “Denizde Yaşam” başlıklı sergi, denizcilerin mesleklerini icra ederken yaşadıkları zorluklara ilişkin bizzat denizcilerin kendi kadrajlarından bir bakış sağlıyor.
Sergi, Birleşik Krallık merkezli bir denizcilere yardım kuruluşu olan ITF Seafarers’ Trust tarafından son beş yıl boyunca düzenlenen bir dizi fotoğraf yarışmasından derlenen bir seçkiyi içeriyor.
ITF Denizciler Vakfı (ITF Seafarers’ Trust) deniz işçilerinin, denizcilerin ve ailelerinin gönencini (refahını) geliştirmeyi amaçlayan programlara kaynak sağlayan 1981 yılında kurulmuş Birleşik Krallık merkezli yardım kuruluşu.
Kuruluş 2020 yılından bu yana denizcilerin gemideki yaşamlarını kayıt altına almayı amaçlayan fotoğraf yarışmaları düzenliyor. Yarışma, 2020 yılında “Still At Sea”, 2021’de “Out of Sight, Out Of Mind” adıyla gerçekleştirilirken; sonrasında “Life At Sea 2022”, “Life At Sea 2023” ve içinde bulunduğumuz yıl “Life At Sea 2024” başlıklarıyla düzenlendi.
Los Angeles Müzesi’nde açılan sergide ortaya çıkan fotoğrafların ortaya koyduğu genel görünüm ise; özellikle birbirini izleyen karantina dönemlerinde denizde mahsur kalan onbinlerce denizcinin yaşamlarına benzersiz bir bakış sağlıyor olması.
ITF Denizciler Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Katie Higginbottom düzenlenen yarışmalarla ilgili olarak: “En baştan beri; pandemi, mürettebat değişikliği krizi ve bunların ötesindeki diğer olağanüstü koşullar altında denizcilerin içinde bulunduğu durumlarla ilgili farkındalık oluşturabilmek için görsel toplamayı amaçlıyorduk” ifadesinde bulunuyor.
Denizcilerin dünya çapında ticareti yapılan tüm malların taşınmasındaki yaşamsal rolünü vurgulamanın kurumsal olarak kendileri açısından önemli olduğunu belirten Higginbottom, yarışmanın ve açılan serginin amacını şöyle açıklıyor: “Bu aynı zamanda denizcilikle ilgisi bulunmayan kamuoyuna, uzak kalmış bu işgücünün yaşamı hakkında bir fikir vermek ve kıyı şeridinin ötesindeki insanların yaşamlarıyla bağ kurmalarına bir kapı açmak.”
(Kaynak: seafarerstrust.org, lamaritimemuseum.org)
Zilberman Sergievi’ndeki “Yükselen Sular, Yayılan Işıklar”, Dünya ve Doğa ile Kurulan İlişkinin İnsan Açısından Evrildiği Dönüşümü İrdeliyor.
Zilberman Sergievi’nde açılan “Yükselen Sular, Yayılan Işıklar”, insanoğlunun dünyayla, ve yaşadığı coğrafyaların değişen doğasıyla olan ilişkisini irdeliyor.
Öte yandan sergi; zaman olarak; geçmiş, bugün ve gelecek; zihin durumu olarak ise gerçeklik ve hayal gücü üzerinden sanatçıların kurguladığı farklı yaklaşım biçimlerini bir araya getiriyor.
Küratörlüğünü Gizem Demirçelik ve Nazlı Yayla’nın gerçekleştirdiği serginin kavramsal çatısı açıklayan metin, dünyanın içinde bulunduğu sorunlara ilişkin genel çerçeveyi şu sözcüklerle ortaya koyuyor:
“Deniz seviyesi hızla yükseliyor. Okyanuslar, devasa miktarda ısıyı emerek genişliyor ve buzullar ile buz tabakaları her yıl yüzlerce gigaton eriyik suyu denizlere bırakıyor. Kıyılardaki kara alanlarındaki değişiklikler, yerel deniz seviyelerini de etkiliyor. Dışarıdan küçük görünen bu artışlar, şimdiden dünyanın dört bir yanındaki kıyı şeritlerinde önlenemez sorunlara yol açıyor.”
Deniz ve güneş yaşam kaynağı olmak yerine bir tehdite mi dönüşüyor?
Bu genel saptamanın ardından ise; metinde insanın bir parçası olduğu doğa ile tarih boyunca kurduğu ilişkinin nasıl boyuta doğru evrildiği, yaşanan dönüşüme yönelik tavrımız masaya yatırılıyor:
“Deniz ve güneş, uzun zamandır efsanelerin ve masalların merkezinde; ihtişam ve huzurun simgeleri olarak, farklı kültürlerden simyacıların, ilahiyatçıların ve bilim insanlarının hayranlık duyduğu unsurlar olmuştur. Dünya büyük değişimlerden geçerken, deniz ve güneşe bakışımız ve ilişkilenmemiz nasıl evriliyor? Onları yaşam kaynakları yerine gitgide ciddileşen tehditler olarak mı görmeliyiz? Peki bizi bekleyen daha sıcak, daha ıslak bir geleceğe yönelik kişisel stratejilerimiz neler?”
Geleceğe yönelik gerçeklikle, düş gücüne dayanan üretimlerin bir araya geldiği sergide, Nezir Akkul, Omar Barquet, Sena Başöz, Itamar Gov, Larry Muñoz, İz Öztat, Yaşam Şaşmazer, Hale Tenger, Eşref Yıldırım’ın yapıtları yer alıyor.
İz Öztat, “Bir Ada Teşkil Etmek” (2014) , HD Video, 1’46”
.
Larry Munoz, “Almost Invisible”(2024), 5’48”
“Yükselen Sular, Yayılan Işıklar” 07 Aralık 2024 tarihine kadar Zilberman İstanbul’da görülebilir.
(Kaynak: zilbermangallery.com)
Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi ve Yerleşkesi, Restorasyonun Ardından Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’nın Karargahı Olarak Yeniden Türk Donanması’nın Hizmetine Girecek.
1838’de tarafından Bahriye Mektebi olarak inşa edilen, sonrasında “Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi” olarak kullanılan yapı, 2016’da Sağlık Bakanlığına devredilmişti. 2021 yılında Milli Savunma Bakanlığı tarafından Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’nın karargahı olarak kullanılmak üzere teslim alınan, hastane binasının da bulunduğu 20.000 metrekarelik yerleşke, İstanbul Valiliği tarafından başlatılan restorasyon çalışmasının ardından yeniden Türk Donanması’nın hizmetine girecek.
Yerleşke, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı binası olarak kullanılacak “D blok”, Karargah Destek Kıtalar Komutanlığı binası olarak kullanılacak “B blok” ve 300 kişilik er yemekhanesi ve yatakhanesinin yer aldığı “H blok”tan oluşuyor.
Osmanlı donanmasına hizmet vermek üzere 1838’de Bahriye Mektebi olarak inşa edilen ve 2. Mahmut döneminin kulesinde saat bulunan ilk binası olarak tarihe geçen yapı, 13 yıl boyunca eğitim-öğretim etkinliklerine ev sahipliği yaptı. Mektebin 1851’de Heybeliada’ya taşınmasının ardından 1853’te “Bahriye Merkez Hastanesi” adı verilerek yalnızca sağlık hizmetleri amacıyla kullanılmaya başlandı. Yaklaşık 100 yıl sonra 1929 yılında Donanmanın, 1931’de hastanenin Gölcük’e taşınmasının ardından Kasımpaşa’daki yapı, Deniz Acemi Erler Talim Taburu’na tahsis edilerek; yatakhane ve kışla olarak hizmet verdi. Hasköy’deki bina ise Deniz Telsiz Okulu’na olarak kullanılırken, Kuleli bina boş kaldı. Gölcük’te yeterli koşulların sağlanamaması nedeniyle 1934’te yeniden İstanbul’daki yerleşkeye dönülmesi karara alındı. Sonrasındaki süreç içinde çeşitli gereksinimler nedeniyle yapıda çok sayıda değişiklikler gerçekleştirildi. Yıllarca “Kasımpaşa Deniz Hastanesi” olarak hizmet veren binanın adı 2005’te değiştirilerek, “Kasımpaşa Asker Hastanesi” oldu. 2016’da Sağlık Bakanlığına devredilen hastane, “Prof. Dr. Cemil Taşcıoğlu Şehir Hastanesi”nin ek binası olarak beş yıl boyunca hizmet verdi.
2021 yılında Milli Savunma Bakanlığı tarafından Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’nın karargahı olarak kullanılmak üzere teslim alınan yaklaşık 20.000 metrekarelik alanda, İstanbul Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı tarafından restorasyon çalışmasına başlandı.
Restorasyonun 1. aşaması kapsamında, “H blok” yapısının, mimari projeleri hazırlanıp, gerekli onarımların tamamlanmasının ardından 2023 yılı Haziran ayında Kuzey Deniz Saha Komutanlığına teslim edilmişti.
Kuzey Deniz Saha Komutanlığı binası olarak kullanılacak “D blok” ile Karargah Destek Kıtalar Komutanlığı binası olarak kullanılacak, “B blok”taki restorasyon çalışmaları ise sürüyor.
H ve B blokta yapılan çalışmalar
Ana bina, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı binası olarak kullanılacak “D blok” yapısının oturum alanı 2.300 metre, 9.100 metrekare kapalı alanı bulunuyor. Karargah Destek Kıtalar Komutanlığı binası olarak kullanılacak “B blok” ise üç kattan oluşuyor ve oturum alanı 900 metre, kapalı alanı ise 2.700 metre karelik alana sahip.
Restorasyon sürecine ilişkin soruları yanıtlayan Proje Müdürü Serdar Sarıgül, ilk aşamada “H blok” olarak tanımlanan yapı grubunda çalışmalara başlandığını aktardı. Bu blok, 300 kişilik er yemekhane ve er yatakhane binasında oluşurken; bu binanın arka tarafında konumlu teknik bina ve bando komutanlığı binası ile trafo alanında da çalışmalar kapsamında onarım görüyor. “H blok” yapısının, er yatakhane ve yemekhane binası olarak kullanılacak biçimde mimari projeleri hazırlanmış, Kuzey Deniz Saha Komutanlığına teslim edilmişti.
Restorasyon çalışmalarının ise sürdüğü “D blok” ile “B blok”la ilgili olarak ise Sarıgül, “D blok yapısıyla alakalı olarak şu an çalışmalarımız yüzde 95 seviyesinde. B blok ve hamam yapısıyla alakalı olarak çalışmalarımız da şu an yüzde 80 mertebesinde. İmalatlarımız devam ediyor. Normal süremiz 2025 Ekim iken bu yıl sonuna bu alanı komple hazırlayıp Kuzey Deniz Saha Komutanlığına teslim etme gibi bir hedefimiz var. Çalışmalarımız da bu yönde devam ediyor” diye konuştu.
Yapılan çalışmalarda, Karargah Destek Kıtalar Komutanlığı binası olarak kullanılacak “B blok”un yanında 19. yüzyılın sonlarında yapıldığı saptanan hamam yapısının, kütüphane veya müze olarak yeniden işlevlendirilmesi planlanıyor.
Kuzey Deniz Saha Komutanlığının güvenliğini sağlamak adına lumbarağzı binası ile üç katlı, 50 araç kapasiteli açık ve kapalı otopark inşaatları da ikinci aşama kapsamında tamamlandı.
trthaber.com
Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’nın mimari kimliğini değiştiren yapısal müdahaleler ortadan kaldırılıyor.
Restorasyona ilk başlandığında yapının asıl kimliğini değiştiren müdahalelerin yapılmış olduğunu saptadıklarını belirten Sarıgül “Özgün olan bütün sütunlar, başlıklar, bunların hepsi kapatılmıştı. İlk çalışmalarla beraber bunların hepsini gün ışığına çıkarttık. Restorasyon teknikleriyle bunların onarımlarını gerçekleştirdik.” dedi. Özellikle yapının eski fotoğraflarına bakıldığında cephenin mevcut durumunun asıl olandan farklı olduğunun altını çizerek, şunları söyledi: “Taş cephenin üzerine sıvalı bir yüzey ve üzerine boya yapılmıştı. Onunla beraber ön cephede balkon ilaveleri mevcuttu. Bu balkon ilavelerini Kurul kararıyla onaylı projemize göre komple söktük. Bununla beraber sıva raspalarını yapıp cephedeki eski özgün taş dokularını tekrar ön plana çıkarttık. Onarılması gereken taşların hepsini değiştirdik.”
Onarım sürecinde İstanbul’da gerçekleşmesi beklenen depremin yapıda oluşturacağı etkilerin de göz önünde bulundurulduğunu söyleyen Sarıgül, Yapı içerisinde yaklaşık 300 ton çelik güçlendirme imalatı yapıldığını söyledi.
(Kaynak: trthaber.com)
ROİSDER Tarafından Yayımlanan “Rodos ve İstanköy Türklüğüne Adanmış Bir Hareket” Başlıklı Kitabın Tanıtım Etkinliği İzmir’de Gerçekleştirilecek.
Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin (ROİSDER) 28 yıllık bir sürece yayılan kültür mücadelesini anlatan “Rodos ve İstanköy Türklüğüne Adanmış Bir Hareket” başlıklı kitap için düzenlenen tanıtım etkinliği İzmir’de gerçekleştirilecek.
Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı tarafından kaleme alınan kitap, Rodos, İstanköy ve Onikiada dan Türkiye’ye göç eden Türklerin, ülkemizdeki tek temsilcisi konumundaki kuruluşunun 1996 yılından 2024 yılına kadar geçen süreç içindeki çalışmalarını aktarıyor.
On bölümden oluşan kitap, sırasıyla şu başlıklara yer veriyor:
-“Rodos ve İstanköy Türklerinde Atatürk Sevgisinin Kökenleri”,
-“ROİSDER’in Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
CumhurbaşkanlığıTarafından Kabulleri”,
-“ROİSDER’in Türkiye Çalışmaları”, “ROİSDER’in Uluslararası Çalışmaları”,
-“Yunanistan’ın ROİSDER Çalışmalarını Engelleme Uygulamaları”,
-“ROİSDER’in Yayınları”,“
-ROİSDER’in Tez Çalışmalarını Yönlendirme ve Araştırma Projeleri”,
-”ROİSDER’in Sergi Çalışmaları”,
-“ROİSDER Kültür Gezileri” ve “Türk-Yunan İlişkilerinde Dostluk İçin Kültürel Çıkış Yolları Üzerine Bir Deneme”
Ülkemizde büyük bir çoğunluk tarafından varlıkları bilinmeyen Rodos, İstanköy Türklerinin kültürel hakları için mücadele veren kuruluş tarafından yayımlanan kitap, bu yönüyle önemli bir kültürel açığı kapatacak.
Kitabın tanıtımı için düzenlenen söyleşi ve imza günü etkinliği, Karşıyaka Belediyesi Çarşı Kültür Merkezi’nde 08 Kasım 2024 tarihinde saat: 14.00’te gerçekleştirilecek.
(Kaynak: rodosistankoyturkleri.org.tr)
Serbest Dalışçı ve Su Altı Fotoğraf Sanatçısı Bastien Soleil’in Denizlerin Derinliklerini Kadın Duyarlılığıyla Betimlediği “Odyssée” Başlıklı Kişisel Sergisi, Monako’da Açıldı.
Fransız serbest dalışçı ve sanatçı Bastien Soleil’in “Odyssée” başlıklı son kişisel sergisi, Monako’da bulunan Quai Antoine İer Sergievi’nde açıldı. Akdeniz’in derinliklerini bir kadının duyarlılığıyla betimleyen sergi, Monako ve açıklarında çekilmiş yapıtlardan derlenen 15 fotoğrafa yer veriyor.
Kariyerini iki tutkusu olan fotoğrafçılık ve serbest dalış çevresinde biçimlendiren ünlü denizaltı fotoğrafçısı Soleil’in sergisi, denizlerin derinliklerine bir kadın zarafetiyle yeniden bakmamızı sağlıyor.
Sanatçı, sergisiyle ilgili yaptığı açıklamada; su altında yapay solunum cihazları kullanmadığını, yalnızca kendi soluğunu tutmaya dayanan bu dalış biçimiyle Asya’ya yaptığı kendini keşfetme yolculuğunda tanıştığını belirtiyor. Bu büyüleyici dünyaya duyduğu hayranlık ise Soleil’i sonrasında bu dalışlara fotoğraf sanatını da katarak, bu tanıklığı kayıt altına alma düşüncesine itmiş.
Her ne kadar bu dalışların sonucunda elde ettiği şiirsel görsellik, Soleil’in dijital programlar üretilmiş sanısı oluşturuyor olsa da; sanatçı tam tersine hiçbir hile kullanmıyor. Sadece insan gözü ve kameranın sunduğu olanaklar kullanılarak çekilen her bir fotoğraf karesi, su altında büyük bir sanatçı duyarlılığıyla sahneleniyor. Doğal ışık, siyah-beyaz tonlar, hem karmaşık hem de sembolizm içeren kompozisyonlar aracılığıyla Soleil’in çalışmaları, öznelerin özlerinde var olan doğal güzelliklerini vurguluyor.
“Yapay zeka çağında, sanatsal yaratım eylemi kendine düşen payı alıyor ve kesintiye uğruyor” diyen sanatçı “Çalışmalarım başından beri hep bir direniş oldu: mümkün olan en doğal koşullar, kompozisyonlar, ışıklar, modeller ve kendim. Tek başıma çalışıyorum ve ne oksijen tüpü var ne de, özel efektler” ifadesinde bulunarak, çalışmaların hem teknik hem de anlam açısından genel çerçevesini çiziyor.
Monegasque Ulusal Komitesi Uluslararası Sanat Derneği’nin Quai Antoine İer Sergievi’ndeki merkezinde düzenlenen “Odysee” başlıklı sergi, 31 Ekim-07 Kasım 2024 tarihleri arasında görülebilecek.
(Kaynak: monacolife.net, artcomitemonaco.com)
Wirkkala’nın “Karaya Çıkmaktır Yasaktır” Adlı Yerleştirmesi, Deniz Göçmenlerinin Dünyadaki ‘İstenmeyenler’ Olma Durumuna ve Tehlikeli Yolculuklarına Dikkat Çekiyor.
Maaria Wirkkala’nın, “Karaya Çıkmak Yasaktır” başlıklı yerleştirmesi, Türkiye’de ilk kez Arter’de sanat izleyicilerinin karşısına çıkıyor.
Fin sanatçı, yapıtı aracılığıyla dünyadaki göçmen karşıtı tavıra ve deniz göçmenlerinin çoğunlukla felaketle sona eren tehlikeli yolculuklarına dikkat çekiyor.
Çocukluğu Finlandiya- Helsinki ve ülkenin kuzeyinde bulunan Laponya ile Venedik kenti arasında geçiren Maaria Wirkkala, yapıtını bu coğrafyalarda deneyimlediği çevresel ve kültürel kaynaklardan derleyerek ortaya koyuyor. Bu nedenle su, hava ve ışık gibi sürekli bir değişkenlik durumu içinde devinen öğeler, sanatçının 80’li yıllardan günümüze süregelen sanatsal üretiminin merkezinde kendine yer buluyor.
Yapıt, kırık cam parçalarından oluşturan bir ‘deniz’, bu ‘deniz’in ortasında içi suyla dolu, hafifçe sallanan geleneksel Venedik teknesi olan sandolo, tavandan sarkan bir cam merdiven ve duvara yaslı tek bir kürekten oluşuyor. 2007 yılında 52. Venedik Bienali’nde Finlandiya Pavilyonunda sergilenen yapıt, aynı yıl Arter Koleksiyonu’na dahil edilmişti.
arter.org.tr
Venedik’teki kanallarda sıkça görülen uyarı levhalarında yer verilen “Karaya çıkmak yasaktır” ifadesini bir çıkış noktası olarak alan Wirkkala, bu uyarıyı, dünyanın birçok yerinde geçerli olan göçmen karşıtı tavırla ilişkilendiriyor ve göçmenlerin çoğu kez trajediyle sonlanan tehlikeli deniz yolculuklarına işaret etmek için kullanıyor. Bu bağlamda sanatçı denizin hırçın, tehlikeli yönünü ve karaya çıkılmasını olanaksız kılan koşulları çağrıştırabilmek için sergi mekanının zeminine kırık cam parçaları yerleştiriyor.
arter.org.tr
“Arter Yakın Plan Kitap” dizisinin beşincisi Wirkkala’nın yapıtını derinlemesine irdeliyor
Arter Yakın Plan dizisi kitapları, Arter Koleksiyonu’nda yer alan tek bir yapıta odaklanıyor. Dizinin “Maaria Wirkkala: Karaya Çıkmak Yasaktır” başlıklı beşinci kitabı, sanatçının yerleştirmesini enine boyuna ele alıyor.
Serginin küratörü Nilüfer Şaşmazer’in kaleme aldığı bir giriş yazısına ve sanatçıyla gerçekleştirilen kapsamlı bir söyleşiye yer veren kitap, Orhan Cem Çetin’in objektifinden görsellerle sunuluyor. Kitabın tasarımı ise; Esen Karol’a ait.
“Karaya Çıkmak Yasaktır” başlıklı yerleştirme, 23 Şubat 2025 tarihine kadar Arter’de görülebilecek.
Kısaca Maaria Wirkkala
Finlandiya’nın Helsinki kentinde bulunan Sanat ve Tasarım Üniversitesi ile Fransa’nın Aix-en-Provence kentindeki École des Beaux-Arts’da eğitim gören M. Wirkkala’nın kırk yıla yayılan sanatsal üretimi, ağırlıklı olarak geleneksel sanat mekânlarının dışında ‘an’lar ve ‘yer’ler ortaya koyan mekâna özgü işlerden oluşmaktadır. Birçok kişisel sergi gerçekleştiren sanatçı, İstanbul Bienali de aralarında olmak üzere çok sayıda uluslararası grup sergisine katılmıştır. Wirkkala, 1995 yılında düzenlenen 4. İstanbul Bienali’nde Yerebatan Sarnıcı için ürettiği ‘Sahipsiz Valiz’ başlıklı yerleştirmesiyle yer aldı. Sanatçının 1997 yılında 5. İstanbul Bienali için ürettiği ‘Zihinsel Bir Bağlantı Buldum’ adlı yapıtı ise İstanbul Boğazı’nda Kız Kulesi’ne yerleştirdiği bir ışık heykeliydi. Wirkkala’nın eserleri ayrıca Venedik Bienali (1995, 2001, 2007), Echigo-Tsumari Trienali (2003’ten itibaren) ve Northern Alps Sanat Festivali’nde (2017, 2021) izleyicilerin karşısına çıktı. Sanatçının ‘O Kadar Da Masum Değil’ adlı yerleştirmesi, Helsinki Bienali’nin 2021’de gerçekleştirilen ilk edisyonunda sergilendi.
Wirkkala, 1991 yılında prestijli İskandinav sanat ödülü Ars Fennica’yı alan ilk sanatçıdır.
(Kaynak: arter.org.tr)