“Denizcilik Kenti” Sergisi, New York’un Kent Kimliğinin Köklerinin Bir liman Kenti Olmasından Kaynaklandığının Altını Çiziyor.
South Street Seaport Müzesi’nde açılan “Denizcilik Kenti” sergisi, New York kentinin sahip olduğu küresel kültür ve finans başkenti kimliğinin köklerinin bir liman kenti olmasından kaynaklandığının altını çiziyor.
Sergide Müze koleksiyonundan ve arşivlerinden derlenen 540 farklı nitelikteki yapıt yer alıyor.
Dört yüzyıl boyunca New York limanı dünyanın farklı coğrafyalarından buraya ulaşan ticaretin önemli bir merkezi olma durumunu korudu. Ancak bu çok özel konum, yalnızca bir deniz taşımacılığının ulaştığı nihai liman anlamına gelmiyordu. Bunun da ötesinde, denizden buraya akınlar halinde gelen insan yığınlarının beraberlerinde taşıdıkları dünya dillerinin ve kültürlerinin bir kavşak noktasına haline gelmişti.
17. yüzyılda Avrupalı sömürgeciler, Afrikalı köleler ve göçmenler bu çeşitliğin bileşenleri olarak, Frank Sinatra’nın “New York, New York” şarkısında “Asla Uyumayan Şehir” sözleriyle nitelediği New York’un bitmek bilmeyen dinamizmini ürettiler. İlerleyen yüzyıllarda, denizden doğru gelerek kentim içlerine uzanan, bu süreğen göç dalgaları, taşıdığı çok boyutlu küresel bağlarıyla, bu dünya başkentini giderek büyütecekti.
New York’un ve kent sakinlerinin ortak maddi kültürünün ve tarihinin parçası olarak kendisine sergide yer bulan yapıtlar, tarih boyunca gemilerde, nakliye hatlarında ve diğer yerel endüstri kollarında işlendirilen (istihdam edilen) işçi sınıfının, ayrıca Amerika’ya ilk defa New York Limanına ayak basarak gelen göçmen işçilerin ve ailelerinin öykülerine tanıklık etme olanağı sunuyor.
southstreetseaportmuseum.org
Küratörlüğünü Martina Caruso, Michelle Kennedy, Christine Picone, Zak Risinger, Mathieu Rivoal, Carley Roche ve Rob Wilson’un üstlendiği “Denizcilik Kenti”, Müze’nin 80.000 sanat eseri, tarihi eser ve arşiv kayıtlarını içeren koleksiyonundan yapılan bir seçkiyle oluşturulan 540 yapıta ve tarihsel nesneyi içeriyor. Üç kata yayılan kapsamlı sergide, ilk defa kamuoyunun dikkatine sunulan çeşitli yapıtlar ve arşiv malzemeleri de yer alıyor.
southstreetseaportmuseum.org
Sergide, South Street Seaport Tarihi Bölgesi ve Aşağı Manhattan’daki alanlardan çıkarılan arkeoloji örneklerine yer verildiği gibi; 1600’lerden günümüze uzanan bir zaman çizgisi üzerinde New York’un tarihi ve modern dönemlerini gösteren fotoğraflar bulunuyor. Bunlar arasında 1883’te Brooklyn Köprüsü’nün açılması, 1886’da Özgürlük Heykeli’nin inşa edilmesi ve 20. yüzyılın ortalarında konteyner taşımacılığının artmasıyla New York ve New Jersey Limanlarının değişen çehresi gibi New York tarihinin dönüm noktalarını belgeleyen sanat yapıtları yer alıyor.
(Kaynak: southstreetseaportmuseum.org)
ANMM’de Açılan “Beklenmeyen Saldırı – Kıyılarımıza Dayanan Savaş”, 2. Dünya Savaşında Japon Cüce Denizaltılarının Sidney Limanına Düzenlediği Baskını Anlatıyor.
Avustralya Ulusal Deniz Müzesi, 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 80. yıl dönümünde “Beklenmeyen Saldırı – Kıyılarımıza Dayanan Savaş” başlıklı belgesel nitelikli bir sergiye imza atıyor.
Japon cüce denizaltılarının 1942 yılında Sidney Limanına gerçekleştirdiği beklenmedik baskın masaya yatırıldığı sergide, saldırı sonrasında yaşananları belgeleyen tarihi görüntüler ve sıradan insanların yaşamları üzerinde bıraktığı etkilere ilişkin tanıkların aktardıklarına yer veriliyor.
Tüm belgesel nitelikli görselin yanında sergide, ele geçirilen Japon M22 cüce denizaltısına ait pupa pervanesi ve saldırıda batırılan HMAS Kuttabul’a ait, mürettebatın iletişim için kullandığı donanımından parçalar yer alıyor.
Sidney’de Genel Görünüm
1942 yılının ilk günlerinde savaş, Sidney’lilerin birçoğu için hala gerçekleşmesi çok uzak bir olasılık gibi algılanıyordu. Ancak Şubat ayına gelindiğinde bu olası tehdit, kendisini artık tüm gerçekliğiyle artık duyurmaya başlamıştı. Japon uçakları, önce Darwin kentini, sonrasında ise; kuzey Queensland, Batı Avustralya ve Torres Boğazı Adaları’ndaki kentleri bombalamıştı. Ancak tüm bu gelişmelere karşın Sidney’in cephe gerisinde sahip olduğu coğrafi konum, pek çok kent sakinini, saldırılara karşı güvende oldukları yanılgısına düşürüyordu. Ta ki, üç Japon cüce denizaltısı savaşın gerçekliğini Sidney’in kıyılarına taşıyana kadar…
Baskın
31 Mayıs akşamı ve 1 Haziran 1942 sabahı erken saatlerde, M22, M 24 ve M27 olmak üzere A Tipi Kō-hyōteki sınıfı üç cüce denizaltı, savunma hattını aşarak Sidney Limanı’na girmeyi başarır. Müttefik gemilerine saldırmak üzere gerçekleştirilen baskında vurulan depo gemisi HMAS Kuttabul, içinde bulunan 19 Avustralyalı ve iki İngiliz denizciyle birlikte sulara gömülür.
Saldırının ardından yara alarak batan HMAS Kuttabul
sea.museum
Bu baskında M22 ve M27 cüce denizaltılardan ikisi limanda batırılırlar. HMAS Kuttabul’u batıran torpidoyu ateşleyen M24, limandan kaçabilen tek denizaltı olmuştur. Saldırı sonrasında denizaltının konumu tüm aramalara karşın belirlenememiştir. Ta ki, 2006 yılında, Sidney’in Kuzey sahillerindeki Bungan Head açıklarında, iki mürettebatının kalıntılarıyla birlikte, neredeyse hiç bozulmadan bulunana kadar.
Baskının ardından Sidney limanından çıkarılan Japon cüce denizaltısı
sea.museum
3 Haziran tarihinde HMAS Kuttabul’un 21 mürettabatı ve Japon cüce denizaltıları; M22 ve M27’den dört mürettebat, Sidney’de düzenlenen askeri törenle toprağa verilmiştir. Japon mürettebatın kalıntıları, 1943 yılında çıkarılarak, diplomatik takas yoluyla Japonya’ya iade edilmiştir.
(Kaynak: sea.museum)
J. Hakko, “Koleksiyoncular Anlatıyor” Söyleşi Etkinliğinde Sahip Olduğu Varsıl Dalgıç Malzemeleri Koleksiyonunun Öyküsünü Anlatacak.
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen “Koleksiyoncular Anlatıyor” söyleşi etkinliği bu ay Jeff Hakko’yu ağılıyor.
Nejat Yenitürk’ün kolaylaştırıcılığında (moderatörlüğünde) Hakko, otuz yılın üzerindeki koleksiyonerlik yaşamında dünyanın varsıl “Tarihi Dalgıç Malzemeleri” koleksiyonlarından birinin oluşturmasının öyküsünü aktaracak.
İzmir Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi’ne bağlı Kent Arşivi ve Müzeler Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen “Koleksiyoncular Anlatıyor: Hikâyelerim ve Perspektiflerim” söyleşi dizisi ülkemizin önde gelen koleksiyoncularını, ilgililerle buluşturuyor. Öte yandan etkinlik, koleksiyonculuğun ne denli önemli bir kültürel etkinliği olduğu yönünde kamuoyu oluşturuyor olmasıyla da öne çıkıyor.
Etkinliği bu defa, Nejat Yenitürk’ün kolaylaştırıcılığında, iş insanı kimliği yanında dünyanın en varsıl “Tarihi Dalgıç Malzemeleri” koleksiyonlardan birini oluşturmuş olan Jeff Hakko’yu konuk ediyor. 35 yıla yayılan büyük bir birikimle ortaya çıkan koleksiyonunda; 70’in üzerinde dalgıç başlığı, sekiz hava tulumbası, 20 çift dalgıç ayakkabısı, 30 dalgıç bıçağı ve çeşitli tamamlayıcı malzemelerden oluşan 200 nesne yer alıyor.
Hakko; etkinliğin ikinci bölümünde “Tarihi Dalgıç Malzemeleri” adıyla bir sunum da gerçekleştirecek. Sunumda, koleksiyonu hakkında ayrıntılı bilgiler aktarırken, koleksiyonculuk serüveni boyunca yaşadığı ilginç olaylara ve anılara da yer verecek.
Söyleşisi, 19 Mart 2025 Çarşamba günü saat 18.00’da Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi’nde düzenlenecek.
(Kaynak: izmir.art)
“Gemileri Parçalarken Yaşamları da Parçalamak” Başlıklı Sergi, Gemi Söküm İş Kolundaki Zorlu Çalışma Koşullarını Belgeliyor.
Barselona Deniz Müzesi’nde açılan “Gemileri Parçalarken Yaşamları da Parçalamak” başlıklı sergi, dünyanın en tehlikeli işlerinden biri olarak kabul edilen gemi söküm işkolunun zorluklarını izleyicilerin karşısına çıkarıyor.
Avrupa’da yürürlükte olan katı yasalar nedeniyle çok pahalı olan bir geminin hurdaya çıkarılması süreci birçok armatörü, dünyanın başka bölgelerinde daha ucuz seçenekler aramaya yöneltiyor. Bu istem, Güneydoğu Asya ülkelerini bu işlemin daha düşük fiyatları nedeniyle öne çıkarıyor. Sergi, kullanım ömürlerini tamamlayan gemilerin deniz kıyılarında “karaya oturtulması”nı ya da diğer bir deyişle ‘hurdaya çıkarılmasını’ odağına alıyor.
Ancak bu görünümün ardında başka bir öykü daha yer alıyor. O da, bu iş kolunda çalışanların durumu… Birçok insan için gemi sökümü, uzun süreden beri bir yaşam biçimi haline gelmiş olsa da; sağlık açısından pek çok tehlikeyi barındırıyor. Söküm işleri sırasında ortaya çıkan asbest, ağır metaller, organik kimyasallar çalışanların iç organlarında ileri düzeyde zarar verme tehlikesi bulunuyor.
Sergide, bu tesislerde çalışan insanların yaşamlarını ve her gün karşılaştıkları zorlu çalışma koşullarını gözler önüne seriliyor.
“Gemileri Parçalarken Yaşamları da Parçalamak” 28.09.2025 tarihine kadar Barselona Deniz Müzesi’nde görülebilecek.
(Kaynak: mmb.cat)
Canaletto’ya Ait Olduğu Düşünülen “San Simeone Piccolo ile Büyük Kanal” Adlı Tablonun Sanatçının Öğrencisi Bellotto’ya Ait Olduğu Açıklandı.
Venedikli ressam Canaletto (1697-1768) tarafından yapıldığı düşünülen 18. yüzyıla ait “San Simeone Piccolo ile Büyük Kanal” adlı tablonun, yapılan incelemeyle, ressamın yeğeni ve öğrencisi olan Bernardo Bellotto’ya ait olduğu ortaya konuldu.
Londra’daki Wallace Koleksiyonu’nda bulunan “San Simeone Piccolo ile Büyük Kanal” (yaklaşık 1737) adlı resmin, Bellotto tarafından henüz 15-16 yaşında iken yapıldığı düşünülüyor. Bu görüş, Lelia Packer ve Charles Beddington tarafından hazırlanan “Canaletto ve Guardi: Wallace Koleksiyonu’nda Venedik Manzaraları” adlı sergi kataloğunda yer alıyor. Bu ise; söz konusu yapıtın, sanatçının bilinen en erken dönem çalışması olabileceği anlamına geliyor. Katalogda ayrıca Canaletto ve Francesco Guardi (1712-1793) ile onların çevresindeki diğer ressamlar tarafından yapılan 27 adet 18. yüzyıl Venedik manzarası yer alıyor.
Yapıt, 1859’da Christie’s tarafından satışa sunulduğunda da, Canaletto’nun önemli bir çalışması olarak tanımlanıyordu. Beddington, bu denli ısrarlı bir hatanın nedenini, Bellotto’nun Canaletto’nun yeğeni olması nedeniyle kendisini sanatçının adıyla anmasından kaynaklandığını belirtiyor.
Beddington makalesinde ayrıca; yapıtın, 1900 yılında “Wallace Koleksiyonu’nun ilk küratörü Claude Phillips tarafından da en özgün Canaletto eserlerinden biri olarak kabul edildiği”ne değinerek, bu katalogta “Wallace Koleksiyonu’ndaki sanatının en şüphesiz örneği No.498’dir” ifadesinin yer aldığını belirtiyor. No.498, “San Simeone Kilisesi ile Büyük Kanal” tablosuna verilen bir ad olarak belgede yer alıyor.
Belletto’nun tablolarına savaşın ardından Varşova’nın yenden yapımında başvurulmuştu
‘Canaletto Odası’ olarak bilinen özel bir mekanda sergilenen tablo, diğer pek çok yapıtla birlikte bir süre önce, birkaç yıl süren bir koruma ve araştırma projesinin ardından restore edilmişti. Wallace Koleksiyonu’nun yöneticisi, Xavier Bray, müzenin kuruluş vasiyeti nedeniyle yeni sanat eserlerini satı alarak bünyesine katamadığını ancak koleksiyonunun süreğen biçimden yeniden elden geçiriliyor olmasının, bu örnekte olduğu gibi yeni keşiflere yol açtığının altını çiziyor.
Bellotto, panoramik kompozisyonları, güçlü ışık-gölge karşıtlığı kullanımı ve mimari detaylara gösterdiği titizlikle karakterize edilen kuzey Avrupa şehirlerinin manzaralarıyla tanınıyor. Sanatçının tablolarında ayrıntılı betimlerine yer verdiği Varşova, İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımın ardından Polonya’nın başkentinin yeniden yapımında bile rol oynamıştı.
(Kaynak: theartnewspaper.com)
“Seçkin Beğeniyi Üretmek” İskoçya’yı Uluslararası Yat Tasarımının En Büyük Oyuncusu Haline Getiren Üç Büyük İskoç Yat Tasarımcısını ve Tersanelerini Odağına Alıyor.
İskoç Deniz Müzesi’ndeki “Seçkin Beğeniyi Üretmek: İskoç Yat Tasarımının Altın Çağı”, Clyde Irmağı kıyısında konumlu, yat yapımında 19. yüzyıldan 20 yüzyılın ortalarına kadar yenilikçi yaklaşımlar ortaya koyan tasarımcıları ve tersanelerini odağına alıyor.
Dünyanın ilk özel yat tasarımcısı G.L. Watson’ı ve bu işkolunda önemli üretimine imza atan Fife ailesi ve Mylne ailesinin yat üretiminde İskoçya’yı dünyada önemli bir noktaya taşımalarının tarihini ele alan sergi, aynı zamanda yelkenciliğin önemli bir prestijin göstergesi olduğu bir dönemde yat tasarımının toplumsal ve kültürel etkisini de kapsamına alıyor.
Yelkencilik 19. yüzyılın ortalarında rağbet gören bir eğlence olarak ortaya çıkmıştır. Avrupa kraliyet aileleri, dönemin ticaretinin önde gelen adların, veya seçkin aileler yatçılığa ve yat yarışlarına artan ilgisi, gemi mimarlarına olan talebi artırmış ve Clyde ırmağı kıyısı boyunca uzman stüdyolar ve tersaneler ortaya çıkmıştır. Böyle toplumun üst kesimi tarafından sipariş edilen lüks gemilerinden, ünlü Amerika Kupası’nda katılan yarış yatlarına kadar İskoç tasarımcılar, yat yapımını bir sanat biçimi haline getirirken, denizcilik tarihine yön vermekteydiler.
İskoç yat tasarımında üç önemli ad
İskoçya’nın ve dünyanın ilk özel yat tasarımcısı olan George Lennox Watson, bir zamanlar zanaat yönü ağır basan bir anlayışla üretilen, bu alana bilimsel ilkeler getirerek büyük bir devrim yaratmıştı. Kendi tasarım firması G.L. Watson & Co.’yu 22 yaşında Glasgow’da kuran Watson, elde ettiği başarılarla kısa sürede Avrupa’nın önemli seçkinlerinden siparişler almaya başlamış ve meslek yaşamı boyunca kendi tasarımı olan 400’den fazla gemi suya indirmiştir. Aldığı siparişler arasında Galler Prensi için inşa edilen ve tüm zamanların en ünlü yarış yatlarından biri haline gelen “Britannia”, Vanderbilt ve Rothschild ailelerinin yanı sıra birçok Avrupalı kralın da aralarında bulunduğu müşterilerine ürettiği ve bu alanda yeni standartlar koyduğu lüks buharlı yat tasarımları da yer almaktaydı.
“Britannia” (yklş.1935) – Catriona Sharp & Alfred Mylne Arşivi
scottishmaritimemuseum.org
Öte yandan yat tasarımı ve işçilikteki ustalıklarıyla yat yapımına yeni standartlar getiren, Fife ailesi üyeleri William Fife I, II and III., “Fairlie Sihirbazları” olarak adlandırılmaktaydılar. William Fife II’nin yönetimi altındaki tersane, yarışlarda büyük başarılar elde eden İngiliz yarış yatlarının inşa ederken, Fife III döneminde hem yarış yatlarının hem de gezi yatlarının tasarlandığı tersanenin adı dünya çapında duyuldu.
G.L. Watson’ın yanında çıraklık eğitimi alan Alfred Mylne, kendi yat tasarım ofisini 24 yaşında Glasgow’da kurdu. Tasarladığı yelkenli yatların yarışlarda önemli başarılar kazanmasıyla kısa sürede adı duyulmaya başladı. Kendisinden sonra gelen ve tersanenin yönetimini devalan Mylne ailesi üyeleri; Alfred Mylne I ve II’nin bu başarılı yükselişi sürdürdüler. Tasarladıkları yatlar, Clyde Irmağından dünyanın uzak denizlerine kadar boy göstermekteydi.
İki tasarımcı arasındaki büyük rekabet
Mylne’in elde ettiği başarıda İskoç tasarımcı William Fife III ile olan şiddetli rekabetinin de payı bulunmaktaydı. Clyde ırmağında düzenlenen yat yarışları, aynı zamanda iki dost olan bu tasarımcının üretkenlikte ve yenilikçi düşüncelerde üst seviyelere ulaşmalarına ve dönemin en iyi yatlarından bazılarını üretmeleri yönünde itici güç oluşturan rekabetleri için bir sahne oldu.
‘Vagrant’ ve ‘Powerful’
Mylne Arşivi ve G.L. Watson Arşivi ile işbirliğiyle yaşama geçirilen sergide yer verilen koleksiyonlar, söze edilen adların geleneksel gemi yapım yöntemlerini, yenilikçi yaklaşımlarla nasıl birleştirerek benzersiz güzellikte ve performansta gemiler ortaya çıkardıklarını gösteren nadir eserlere yer verirken, orijinal yat çizimlerini ve maketlerini de ziyaretçilerin karşısına çıkarıyor. Sergide, ayrıca William Fife III tarafından inşa edilen ‘Vagrant’ ve ‘Powerful’ adlı iki yat da sergileniyor.
William Fife III, tarafından 1884 yılında üretilen “Vagrant”
allatsea.co.uk
Kısa bir süre önce Müze bünyesinde bulunan İskoçya Tekne Yapım Okulu’nda kapsamlı bir bakım ve onarım çalışmasından geçen 1884 yapımı Vagrant’ın, yarış yatlarından günümüze ulaşan en eskisi olduğu düşünülürken, 1900 yılında inşa edilen daha küçük yarış teknesi Powerful’un ise günümüze kadar erişen denize elverişli dünyadaki 50 Fife yatından biri olduğu uzmanlar tarafından belirtilmektedir.
Sergi ayrıca Clyde Nehri’nin eşsiz coğrafyasının ve İskoçya’nın varsıl denizcilik mirasının bu öngörülü tasarımcıların gelişmesi için nasıl mükemmel koşullar yarattığını da masaya yatırıyor.
İskoç Denizcilik Müzesi Sergi ve Etkinlikler Eşgüdüm Yetkilisi Eva Bukowska, “İster yelken tutkunu, ister İskoç yenilikçiliğini ve ustalığına ilgi duyuyor olsun, serginin herkese hitap eden bir yanı bulunuyor” diyerek, ziyaretçilerin, mühendisliğin ve sanat arakesitinde birer başyapıt olan bu gemilerin ve tasarımcılarıyla çok önemli bilgilere sergide yer verildiğini belirtiyor.
“Seçkin Beğeniyi Üretmek: İskoç Yat Tasarımının Altın Çağı” başlıklı sergi, İskoç Deniz Müzesi’nin Irvine Limanı’ndaki Linthouse binasında 25.05.2025 tarihine kadar görülebilecek
(Kaynak: allatsea.co.uk, scottishmaritimemuseum.org)
Restorasyon Sürecinde Son Aşamaya Gelinen “Patara Deniz Feneri”, Dünyada Özgün Yapısıyla İşlevini Sürdüren Önemli Bir Yapı Olacak.
2020’nin “Patara Yılı” ilan edilmesinin ardından restorasyonu sürdürülen yaklaşık 2.000 yılık deniz fenerinin yeniden ayağa kaldırılması için başlatılan çalışmalarda son aşamaya gelindi. Roma İmparatoru Nero tarafından yaptırılan fener, özgün yapısıyla işlevini bugüne taşıyan önemli bir örnek olarak dünyada öne çıkıyor.
Roma İmparatoru Nero tarafından M.S 64 yılında yaptırılan deniz fenerinin, 1481 yılında Rodos’ta meydana gelen deprem ve sonrasında oluşan tsunami nedeniyle yıkıldığı biliniyor. Yaklaşık 26 metre uzunluğundaki yapı üzerinde bulunan yazıtta “Ben imparator Nero. Bu feneri denizcilerin selameti için yaptım.” ifadesi yer alıyor. Fener çevresinde yapılan kazılarda binlerce orijinal yapı taşı, kurulan taş hastanesinde titizlikle incelenmiş; ortaya çıkarılırken bulunan yunus kabartması da heyecan uyandırmıştı.
Fenerin ışık veren bölümü ve kubbesi tamamlanıyor.
Patara Antik Kenti Kazı Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Şevket Aktaş yaptığı açıklamada “Deniz feneri, mimari form olarak kare podyum ve merkezde ana kaya üzerine iç içe geçmiş 2 silindirden oluşuyor. Fenerin üzerindeki sahanlıkta da ateş yanmaktaydı. Şimdi o bölgeyi, kubbesini de tamamlamak üzereyiz” diye konuştu.
Yılın ilk yarısının sonunda çevre düzenlemesi ve podyum basamakları gibi eksikliklerinin tamamlanıp ışığını yakılması ve ziyarete açılmasının hedeflendiğini söyleyen Aktaş, “deniz fenerini görmek için turistlerin geleceğini düşünüyoruz. Bu fener, hem bilim camiasına çok önemli katkıda bulunacak hem de ilk ışık yandıktan sonra çok sayıda ziyaretçiyi Patara’ya çekecektir.” ifadelerini kullandı.
(Kaynak: aa.com.tr)
Nolan’ın “Odysseia” Adlı Yeni Filminin Bir Bölümünün Yason Burnu’nda Çekileceği Yönündeki Haberler, Perşembe İlçesini Ulusal Gündeme Taşıdı.
Yönetmen Christopher Nolan’ın yeni filmi “The Odysseia”nın bir bölümünün Yason Burnu’nda çekileceği hakkında sosyal medyada yayılan haberler, Ordu’nun Perşembe ilçesini ulusal gündeme taşıdı.
Ordu-Perşembe ilçesinin Belediye Başkanı Cihat Albayrak, yaptığı açıklamada “Bununla ilgili ciddi takip edilen sitelerin paylaşımları, olayı biraz daha gün yüzüne çıkarttı. Biz de bugün Kültür ve Turizm Bakanlığındaki Tanıtım Genel Müdürümüz’le görüştük. Onlar da olayı yakından takip ediyorlar. Bununla ilgili kesinleşmiş resmi bir kararın olmadığını, biraz beklememiz gerektiğini konuştuk.” ifadesini kullandı.
Albayrak: İlçenin dünyaya tanıtımı için büyük bir olanak
Söz konusu haberlerin yalızca Perşembe ilçesi sakinlerini değil aynı zamanda ülkeyi de heyecanlandırdığını söyleyerek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Geçtiğimiz yıllarda ilimizde çekilen bir diziden dolayı ilimizin ne kadar ön plana çıkmış olduğunu gördük. Bu sefer Yason Yarımadası’nın, sakin şehrimiz Perşembe’nin sadece yerelde, ülke içinde tanıtımı değil, dünyaya tanıtımı bizim için büyük fırsat. Bu çalışmada adımızın geçmesi dahi çok önemliyken, bu gerçekleştiğinde, resmi olarak açıklama yapıldığında neler yapılabilir, ilçemizi, ilimizi, ülkemizi dünyaya daha nasıl güzel şekilde reklam edebiliriz, bunun çalışmasını yapacağız.”
Yapımda yer alacak oyuncu kadrosu açıklandı
Yönetmenliğini Nolan’ın yapacağı filmde Anne Hattaway, Charlize Theron, Robert Pattinson, John Bernthal, Zendaya ve Tom Holland rol alırken; Odysseus, Matt Damon tarafından canlandırılacak.
Azra Erhat’ın ‘Mitoloji Sözlüğü’ adlı yapıtında “konusuyla romanı, kuruluşuyla filmi andırır” dediği, Homeros tarafından İ.Ö. 7. ya da 8. yüzyılda yazıldığı düşünülen destan, Troya’nın yıkılışının ardından ülkesi İthaka’ya dönüş yolculuğuna çıkan Odysseus’un ve beraberindeki adamlarının başından geçenleri konu alıyor.
(Kaynak: aa.com.tr, imdb.com)
“Bodrum, Marmaris Yokken, Adalar Vardı” Sergisi, Adalarda 20. Yüzyıl’da Yaşanan Değişimi Gözler Önünde Seriyor
Adalar Müzesi’nde açılan, “Bodrum, Marmaris Yokken, Adalar Vardı – Yaman Alkan Koleksiyonu’ndan Fotoğraflarlarla 20. Yüzyıl Ortalarında Burgazada”, Adalar’da yaşanan değişimi konu alıyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), İBB Miras ve İBB Kültür işbirliği ile Büyükada tarihi vapur iskelesinde açılan sergi, belgesel nitelikli 37 adet fotoğraf içeriyor.
Adalar, 19. Yüzyılın ilk yarısından sonra İstanbul’un tatil yerleri olarak görülmeye başlanmıştı. Bu süreçte özellikle büyük bölümü günümüzde de görülebilen sayfiye konutları ve oteller, görünümleriyle adaları bir çekim merkezi durumuna getirerek ve İstanbullular için yakın turizm merkezi olarak öne çıkarmıştır. Bodrum, Marmaris ve Antalya gibi kentler, birer tatil yerleri olarak henüz keşfedilmemiş olduğu bu yıllarda Adalar, özellikle varlıklı aileler için tercih edilen bir konuma sahipti. Ancak zaman içinde ünlü sayfiye konutları ve otelleri giderek birer apartmana dönüştü. Böylece İstanbul’un öteki sayfiye semtleri kadar olmasa da Adalarda dikkat çeken dönüşüm başlamış oldu.
Coğrafyada yaşanmakta olan tarihi değişimlerde kendi soydaşlarının yaptığı hataların bedelini ödemek zorunda kalan bazı adalılar, 1964 ve 1974 yıları arasında göç ettiler. Yaptıkları yanlış tercihler, Osmanlı Türkleri tarafından yüzyıllardır yaşatılan çok kültürlü toplumsal yapıyı sekteye uğrattı.
Sergi, 1950’li yıllardan bu yana Adaların yitirdiği renkli yaşamı göstermek açısından önemli bir ölçüt sunuyor.
“Bodrum, Marmaris Yokken, Adalar Vardı – Yaman Alkan Koleksiyonu’ndan Fotoğraflarlarla 20. Yüzyıl Ortalarında Burgazada” 2025 yılı boyunca görülebilecek.
(Kaynak: adalarmuzesi.com)
Bir Balıkçının Betimlemesinin Yer Aldığı “Elimar” Adlı Yağlıboya Tablonun Van Gogh’a Ait Kayıp Bir Resim Olabileceği Düşünülüyor.
“Elimar” (1889) adlı yağlıboya tablonun uzun zamandır kayıp olan bir Van Gogh tablosu olabileceği düşünülüyor. Yapıt, Minnesota’da ikinci el eşya satışından adlı açıklanmayan bir antika koleksiyoncusu tarafından 50 dolardan daha düşük bir fiyata satın alınmıştı.
Yapıtın yeni sahibi New York merkezli sanat araştırma şirketi LMI Group International tarafından farklı uzmanlık dallarından bilim insanlarıyla oluşturulan kurulun hazırladığı rapor, yapıtın Van Gogh’a ait olduğunu ileri sürüyor.
Tablo, sanatçının Mayıs 1889 ile Mayıs 1890 arasında Fransa’nın Saint-Rémy-de-Provence kentindeki Saint-Paul psikiyatri sanatoryumunda bulunduğu sırada yapmış olduğu düşünülüyor. Van Gogh burada kaldığı süre içinde, aralarında; “Badem Çiçeği” (1890), “Süsenler” (1889) ve “Yıldızlı Gece” (1889) gibi başyapıtların da bulunduğu yaklaşık 150 tablo boyamıştı.
Elimar adlı yapıtta; çenesinde beyaz sakalı bulunan, pipo içen orta yaş üstü bir balıkçı, sanatçı tarafından ıssız bir sahilde ağını onarırken betimlenmiştir. Tablonun adının “Elimar” olduğunun düşünülmesinin nedeni ise; bu sözcüğün resmin sağ alt köşesine yazılmış olması gösteriliyor. LMI Group International tarafından yapılan açıklamada yapıt, Danimarkalı sanatçı Michael Ancher’in (1849-1927) bir tablosunun Van Gogh tarafından yapılan bir yorumu olduğu belirtiliyor.
Tablonun Van Gogh’a ait olduğu kabul edilmemesine karşın “LMI” şirketi tersini düşünüyor
Amsterdam’daki Van Gogh Müzesi daha önce, Aralık 2018’de önceki sahibi tarafından yapılan başvuruyu, Elimar’ın Van Gogh’a ait olmadığını belirterek, kabul etmemişti. Ancak, tabloyu 2019 yılında açıklanmayan bir fiyat karşılığında antika koleksiyoncusundan satın alan LMI Group International, bunun tam tersini savunuyor.
Şirket, tabloyu değerlendirmek üzere, kimyagerler, küratörler ve patent avukatları da dahil olmak üzere çeşitli alanlardan yaklaşık 20 uzmandan oluşan bir ekip kurmuştu. Çalışmanın sonucunda 458 sayfalık ayrıntılı bir rapor ortaya konuldu.
Sanat tarihinden teknik değerlendirmelere kadar geniş bir kapsamda ortaya konulan rapor bazı ilgi çekici ayrıntıları ortaya koyuyor. Örneğin, Güzel Sanatlar Bilimsel Analizi Başkanı Jennifer Mass, Elimar’ın pigmentlerini ve liflerini incelerken, tuvalin iplik sayısının van Gogh’un zamanında yapılanlarla ve eseri boyamak için kullanılan pigmentlerle -biri dışında- eşleştiğini saptadıklarını belirtirken bir diğer uzmanlık alanından bilim insanı, tablonun kayıt dışında kalmasının nedenini “Van Gogh’un pek çok eserini kaybettiği, eserlerini arkadaşlarına verdiği ve çalışma olarak gördüğü hiçbir eser konusunda özellikle dikkatli olmadığı bilinmektedir” değerlendirmesini yaparak savlıyor.
LMI Group Operasyon Yöneticisi Maxwell L. Anderson yaptığı açıklamada, “Bu özgün tablo üzerinde yapılan analiz, van Gogh’un eserlerine, özellikle de diğer sanatçıların yapıtlarını yorumlama uygulamalarıyla ilgili olarak yeni bir bakış açısı sağlıyor” diyerek sözlerini şöyle sürdürüyor, “Bu dikkat çekici benzerlik, van Gogh’un mektuplarında ve sanatında sıkça ele aldığı bir kavram olan, yinelenen kefaret temasını somutlaştırıyor. Elimar aracılığıyla van Gogh bir tür ruhani otoportre yaratarak izleyicilerin ressamı hatırlanmak istediği gibi görmelerini sağlıyor.”
Hazırlanan raporda, yapıtın van Gogh’un elinden çıktığı yönünde ikna edici saptamalar bulunuyor olsa da tablonun Van Gogh Müzesi tarafından resmi olarak tanınması gerekiyor. Uzmanlar “Elimar”ın ileri sürüldüğü üzere gerçek bir Van Gogh tablosu olduğu kabul edilirse; yapıtın yaklaşık değerinin 15 milyon dolar olacağını belirtiyorlar.
(Kaynak: artnews.com, cnn.com)